27 Haziran 2013 Perşembe

Pendik'ten Gezi Direnişine Bir Metal İşçisi



Merhaba,
Ben özel bir şirkette metal isçisiyim, herkesin olduğu gibi benim de Gezi Parkı Direnişi hâlâ hafızamda. 31 Mayıs’tan itibaren Taksim ve çevresindeydik. Ben çok gidemesem de İMD Gezi Parkı’na çadır kurmuş gece gündüz, yağmur çamur, gaz su demeden oradaydı.


Ben bir işçi olarak sendikaların eksikliğini çok hissettim, çok kızdım, çünkü böyle bir direnişe ülke çapında genel grev yaraşırdı.
Sonunda Gezi Parkı’nı kaybettik belki, ama çok şey kazandık. Bunların başında işyerinde işçilere Azrail olan ustabaşımız bizi, yani çapulcuları destekledi. Bizimle tartışan AKP’lilere karşı hep yanımızda oldu, ben de bunu fırsat bilip ustabaşına sendikadan dem vurdum.
Ben bu Gezi Direnişi’nde Taksim’deyken hiç yalnız kalmadım, sağ olsun hep yoldaşlarım vardı yanımda, ama eve gidince yapayalnız kaldım. Gezi Parkı’nı konuşmayı bırakın, direnişi gösteren kanalı açmama bile tahammül edemediler. İşte o zaman bir şeyleri kazandığımızı anladım.
Haksızlığa karşı eğilmeyip dimdik duran tüm yoldaşlara devrimci selamlarımı yolluyorum.
Pendik’ten Bir İMD’li

25 Haziran 2013 Salı

Gebze'de Direnişten Kareler

   Gezi Direnişi’nin başladığı ilk günden bu yana işçilerin bir sınıf olarak bu sürece ağırlığını koymasının ne kadar önemli olduğunu vurguluyoruz. Bu açıdan “işçi kenti” Gebze’nin önemi tartışılmaz.

 




 


    Metropoller dışındaki eylemler hak ettiği ilgiyi görmese de diğer şehirlerde ve ilçelerde de eylemler sürüyor.  
 




18 Haziran 2013 Salı

Bir Kazlıçeşme Mitingi de Biz Yapalım, Bakalım Kim Yaman!



Malum, Gezi Parkı ve Taksim iğrenç bir operasyonla boşaltıldı. Artık NTV ve benzeri kanallar insandan "arındırılmış", polise barındırılmış park için “burada her şey normale dönüyor” diye yayın yapıyorlar. O günden sonra hareket dibe vurmuş olmasa da, bir ivme kaybetti.
Yine malum olduğu üzere, Gezi direnişi gibi kendiliğinden hareketler yükseldikleri hızla inişe geçmeye meyillidir. Bu yüzden, hareket daha fazla geri çekilmeden, hattâ sönümlenmeden somut öneriler sunulması gerekiyor.
Dünkü “grev” fiyaskosu (sendika bürokratlarının zevahiri kurtarması) da gösterdi ki, hareketin bir daha ve vakit geçirmeden bir araya gelmeye ve bu suretle kendi gücünü bir daha görmeye ihtiyacı var. Yoksa sayıca "marjinal"leşecek.
Arınç dünkü açıklamasında, “sıkıyorsa bir Kazlıçeşme mitingi de siz yapın”a getirdi. Biz İMD olarak diyoruz ki, Arınç'ın restine rest demeli ve Taksim Dayanışması bir an önce Pazar gününe Kazlıçeşme'ye "1.200.000 kişilik"(!) miting çağrısı yapmalıdır.  Kazlıçeşme’de iyi örgütlenmiş bir miting önerimizi bugün 10’daki Dayanışma toplantısında sunacağız.
Neden böyle bir teklif? Elbette Kazlıçeşme bir Taksim değil! Normalde Kazlıçeşme kabul edilemez olsa da, şu an hem sembolik açıdan anlam taşıyor hem de taktiksel açıdan.
Sembolik anlamı: Devlet ve belediye kaynaklarını kullanarak miting yapan AKP’ye “miting öyle yapılmaz böyle yapılır” mesajı verilir. Elbette ve kesinlikle Taksim/Gezi Parkı bırakılmamalı, ama böyle bir miting AKP’ye iki türlü yanıt olur: Mitingimize izin vermezse ikiyüzlülüğünü bir daha teşhir etmiş oluruz, verirse kitleselliğimizle güçlü bir tokat indirmiş oluruz!
Malum asker sokağa indi. “Askeri darbe mağduru” Arınç bastırmak için gerekirse orduyu da kullanacaklarını söylüyor. Taksim civarında görülen herkese terörist muamelesi yapılacağını bizzat Egemen Bağış açıkladı. Zaten görülen gözaltına alınıyor, kayıplar var: Baro’nun sadece İstanbul için verdiği gözaltı sayısı devletin tüm ülke için verdiği rakamdan fazla. Yani fiili olağanüstü hal var. Ama AKP’ye göre madem olağanüstü hal yok, “sadece belli yerler yasak”, o halde Taksim Dayanışması Kazlıçeşme’ye miting kessin, bakalım Kazlıçeşme’de bile demokrasi sadece AKP’ye mi zimmetli?
Taktik açıdan anlamı ise şöyle: Salı günkü “terör” tiyatrosu ve Cumartesi müdahalesinden sonra ürküp geri duran birçok çapulcu var. Bunu görmek zorundayız. Tepkisi devam etse de, birçok insan şu an ilk günlerdeki gibi sokağa inmiyor, yasadışı bir işe kalkışmak istemiyor ya da inancı azalmaya başladı. Kazlıçeşme mitingi gayet meşru bir eylem olarak hareketin esas devindirici gücü olan bu insanları yeniden harekete geçirecek ve yeni bir başlangıç olacaktır. Bazen ileri atlamak için bir adım geri çekilmek iyidir. Şu an tıkanıklık var. Taksim’den vazgeçmeyelim, ama Kazlıçeşme toplanma ve toparlanma noktası olsun.
Elbette bu öneriyi beğenmeyenler olabilir, ama o halde yukarıda bahsi geçen handikapları da dikkate alan somut önerilerle gelsinler. Örgütsüz insanlar bu onur direnişini yaşatmak için ellerinden geleni yapıyorlar, dün de “duran adam” eylemini başlattılar. Mücadelede kıdemli olan bizlerin bu tür eylemleri "pasifist" diye damgalayabilmesi için somut ve daha iyi önerilerde bulunması gerekiyor. Evlerden gözaltılar da başladı, acil adımlar şart, aksi takdirde çok geç olacak.  

13 Haziran 2013 Perşembe

Gezi’de “Mahalle Komiteleri” Kuruldu!



Gezi’de “mahalle komiteleri” kuruluyor. Amaç öz örgütlenmeler yoluyla genel koordinasyonun sağlanması. Her mahalle tartışıyor taleplerini, mahalle temsilcilerinden oluşan konseye taşıyor.
Mahalle komitelerinden kasıt parkın bölümlere ayrılmış olması. Biz İMD olarak küçük parkla havuz arasında kalan mahalleyiz, yukarı denebilir.
Dün yapılan forumda yaptığımız vurgu şu oldu: Vali ısrarla “Gezi’ye bir şey olmayacak” diye diye müdahale etti. Hâlâ ona inanan ve Meydan’la Gezi ayrımı yapan var mı? Bu hamleler direnişi bölmeye yönelik. Biz bu oyuna gelecek miyiz? Elbette gelmeyeceğiz. Böyle bir ayrım sadece boş atıp dolu tutmaya çalışan AKP’nin hayal dünyasında var. Biz birlikte başladık birlikte bitireceğiz!

31 Mayıs Taksim Direnişi



Bütün gece televizyon izlemek, tweet okumak ve Okmeydanı’ndaki bir çapulcuyla mesajlaşmakla geçiyor. Arkadaşım, polis müdahalesi var dedikten sonra mesaj atmayı kesince aklıma pek iyi şeyler gelmiyor haliyle. Neyse çok şükür bir şey olmamış. Maç ve ders dışında pek bir uğraşını görmediğim, iki hafta sonra LYS’ye girecek olan arkadaşım gece 4’te polisten kaçıyor. Tam bir çapulcu!
Cevabını bildiğim bir soru kafamda dönüp duruyor. “Taksim’e gidecek miyim gitmeyecek miyim?” Az önce mesaj gelmeyince korkmama sebep olan polis bile orda olmam için yeterli. Tabii ki gidiyorum. Evden çıkarken anneme önlerde olmayacağımı söylüyorum. Onunsa dediği, “Kör olan varmış.” Anne sonuçta. Bu durumda kapıyı çarpmak adettendir. Akşam gönlünü alırım, tabii eve dönebilirsem. Gece okuduğum tweet’lerden sonra aklıma geliyor bu ihtimal. Ama “...onurumuzdur, hesabını soracağız” sloganları gülümsememe yetiyor.
Dün Taksim’e gelmek istediğini söyleyip bugünse hık mık eden arkadaşlarım yanımda olsaydı daha umutlu olurdum. O zaman anlıyorum “bir kişi”nin değerini. Olsun ben de tanımadığım çapulcu kardeşlerim için alandayım. Önlerdeyiz, ta ki ilk müdahaleye kadar. Gazdan korunayım derken yanlışlıkla çok fazla geri çekiliyorum, ama amaç geri çekilmek değil, direnmek. Müdahale olduğunda bunu bir unutmasam...
Yine bir müdahalede biber gazı kapsülünden kafaları korumak için çantaları siper edince o hengamede ablamla birbirimizi kaybediyoruz. Artık tek başımayım, susuzluktan ölüyorum, ama “Su ve portakal gazı felç eder” söylentisi dolaşıyor ortalıkta. Bir-iki yudum içebiliyorum. Sonra da “Alkene su katarsan alkol, alkine su katarsan keton oluşur. Allah’ım ben kötü bir şey yapmıyorum. Sınavda bana yardım et” diyorum. Çünkü bir yandan aklıma evinde ders çalışan % 50 geliyor! Nedense ablamı kaybedince bir cesaret geliyor, ortada tek başıma ilerliyorum, kim ne slogan atarsa eşlik ediyorum.
Sokakta görsem yolumu değiştireceğim çapulcu gençler kamyonete çıkmama yardım ediyor, hepsine aşırı sevgi besliyorum. Kamyonetin arkasından bakınca müthiş bir kalabalık... Farklı düşünceler, farklı yaşam tarzları, farklı kılık kıyafet, ama hep birlikteyken o kadar güzeliz ki normalde yolda insan elemekten soramadığım saatlerin hıncını almak istiyorum, herkese tek tek saat sorasım geliyor. Elden ele gezen gaz maskeleri, limon, sirke, su. Biri “Sokak aralarına kaçanları uyaralım, oralarda sıkıştırıyorlar” diyor. “Sıkıştırmak nedir ya? Bizden niye nefret ediyorlar?” diyorum.
Gökyüzüne yakışmayan tehditvari helikopter bir an geliyor tam kafanın üstünde, sanki önümüzdeki gaz bombaları yetmezmiş gibi, sanki biz düşmanmışız gibi. Ama kimse korkmuyor, herkes yuhalıyor ve en önemlisi herkes mutlu. Sadece önündeki iki-üç çapulcuyu görebiliyorsun. Oradan sonrası yok, polisin tam olarak ne kadar önünde olduğunu bilmiyorsun, nereye yürüdüğünü bilmiyorsun, ama korkmadan ilerliyorsun, çünkü dört bir yanındaki çapulculara güveniyorsun. Gerçekten de omuz omuza. Sonra ablamı buluyorum ve Taksim açılmış söylentisi dolaşıyor. 1 Mayıs vukuatından sonra inanması güç. Kesin bir tuzak ya da çapulcuları cesaretlendirmek için söyleniyor. O yüzden ablamla müdahale olursa nerede buluşacağımızı konuşuyoruz. İlerledikçe ilerliyoruz. Ha şimdi müdahale olacak derken, oha Taksim kazanılmış!
Gezi Parkı’na giriyoruz. Esas mesele ağaç değil diyoruz ya kesilen ağaçlar yerde yatarken halk sayesinde hâlâ dimdik duran ağaçları görünce yine anlıyorum. Ben ağaçları katleden bir iktidarı sevemem ki. Bu kararı tek bir kişinin verdiği bir sistemi hiç sevemem. Öyleyse bir yerlerde sorun var demektir. Merak ediyorum acaba başbakan parası yetmediği için neden mahrum kaldı da daha çok para istiyor? Sadece ağaçları değil, halkı gözden çıkartıyor.
Derken iki çapulcu arkadaş hangimizin böreği daha güzel diye uzatınca aç olmasam da geri çeviremiyorum. Sanki başka bir yerdeyiz, hiç eylem gibi değil! Paramparça edilen polis aracını görüyorum. Kamu mallarına zarar verilmesin, evet, ama birçok sorunun cevabı olduğu gibi: “Bir kere biber gazı yersen anlarsın.” Sonrası şenlik havası. Havai fişekler. “Gaz bombası mı, havai fişek mi?” diye soranlar... Türküler ve halaylar. Orada tanıştığım biri sınava hazırlandığımı öğrenince bana kitapçı olduğunu, istediğim kadar kitap alabileceğimi söylüyor. Örnek bir çapulcu.
Dinlenmek için bir binaya giriyoruz. Dışardan “Polis müdahalesi gelecek” sesleri yükseliyor. Bize bu kadar rahatlık fazla tabii. Kıskanıyor musun polis kardeş, gel sen de türkülerimize eşlik et, halayımıza katıl. Sonrasındaki konuşmayı hayatım boyunca unutamam. Sanki birazdan dünyayı kurtarmaya gideceğiz ve bu yolda ölümü bile göze alabiliriz. Pide yerken insan bunu konuşabilir mi? Oradan birinin “N’apsak ki ya eve mi dönsek” dediğini düşünemiyorum. Bu da çapulcu yüreği...
Saçma saçma düşüncelere dalıyorum. Polisle bir odada yalnızım. Ona diyeceğim şey hazır. “Ben senin kızın olabilirdim.” Ben polis olsam bana vuramazdım ya ne bileyim nasıl yapabilir? Bu kadar paranoyaklaşmamı sağlayan direnişin başından beri atılan tweetler, resimler, videolar, tabii bir de 1 Mayıs. Kim bilir bu insanlar daha neler görüp yaşamıştır. Benim dolan gözlerimi hem kimse görmesin hem de herkes görsün beni teskin etsin istiyorum. Son istek biraz bencilce olunca gözlerimi silmeye çalışıyorum.
Telefonum sabahtan beri kapalı. Evdekiler deliye dönmüştür. Saat kaç? Hiçbiri umrumda değil. Zaten annemler sayesinde orada kalamayacağım, ama benim sorunum “Kalmak mı istemiyorum?” “Annemler kalmama iyi ki izin vermiyor” diye düşünüyor muyum düşünmüyor muyum? Bunu kendimi itiraf edemesem de bir günde psikolojimi bozdu iktidarın kini ve kibri ya da sistem her neyse. İnsanlar yaralanıyor, sakat kalıyor, ölüyor. Bütün duygularım normal değil mi? Sonra bir yoldaşa, “Ben eve gidiyorum” diyorum. Ağladığımı görüyor ve “Sen iyi bir insansın evden bize destek verirsin” demesiyle hepsinin ne kadar harika insanlar olduklarını yine anlıyorum.
Ablamın nerede olduğu da belli değil. Doğru düzgün biber gazı yemeden alana girmiş olmasının vicdan azabıyla direnişin sürdüğü Beşiktaş’a gitmiştir. Param da yok ama oradan biri para veriyor hemen. Metrobüse kadar gördüğüm çapulcular iyi ki gelmişim dedirtiyor. Saat 10’a yaklaşıyor. Acaba koştura koştura içki almaya giden var mıdır diye düşünüyorum. Belki hayatım boyunca gece içki alamamamın eksikliğini hissetmeyeceğim ama kim bana bunu yasaklayabilir ki? Ya da gece 10’dan sonra biber gazı neden yasak değil? Metrobüsten inince bambaşka bir hayat canımı çok sıkıyor. Dünyadan habersiz gülüp eğlenen iki sevgili görüyorum. İki boş insan. “Allah rızası için” diyor yerde oturan bir dede. Aldırmadan epeyce yürüyorum sonra geri dönüp cebimdekileri ona veriyorum. Onunla oturup hikayesini dinlemek geliyor içimden ama henüz o kadar değil. Belki bu hep yaptığınız şey ya da yapılması gereken ama ben ilk defa yapıyorum. Böyle bir ortamdan geldikten sonra artık etrafımdakileri görmeden edemiyorum. Gecenin karanlığında hiç de güvenli olmayan yollardan eve yürüyorum. Bu yollar bile bugünün en güvenli yolları, yine de aklım Taksim’de kaldığı için oldukça hüzünlüyüm. Bu saatte ablamsız eve geldiğim için evde yüzleşeceğim annem ve babamıysa düşünmek bile istemiyorum.
Bir Taksim Direnişçisinden