7
Haziran seçiminde aldığı yenilgiyi hazmedemeyen ve seçimlerin sonucunu
(“milletin iradesini”) kabullenemeyen AKP, ülkenin doğusunun yanı sıra
batısında da gözünü kırpmadan bomba patlatarak, insanların, özellikle Kürt
halkının gözünü korkutmayı başarabildi ve sözde istikrar nidalarıyla 1
Kasım’dan “zaferle” çıktı. Kazandığı her oyda Suruç, Ankara ve Kobane’deki ve
daha nice yerdeki insanların kanının olduğunu unutmamak gerekiyor.
Silvan’da,
Cizre’de, Sur’da, Nusaybin’de sokağa çıkma yasaklarıyla katliamlarını
gerçekleştirmeye devam eden AKP; genç, yaşlı ve çocuk demeden insanları
gözaltına alıyor. Bugün o coğrafyaya baktığımızda 90’lı yıllardan bir farkı
olmadığını görebiliyoruz. En son Tahir Elçi’nin katledilmesi bunun en kötü örneklerinden biridir. Evleri paramparça eden, camileri yakan, şehirlerde
silahlarla halkı korkutan ve onların en temel ihtiyaçlarını bile
karşılayamayacak bir duruma getiren AKP, Kürt illerini tamamen kontrolü altına
almak ve 7 Haziran’da uğradığı hezimetin acısını kerte kerte çıkarmanın
peşinde.
Her gün ülkenin doğusundan yangın
haberleri geliyor. Batının sessiz kaldığı bir zamanda ne yapmak gerekiyor?
Ülkenin doğusunu batısından ayrı görmek, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın
düşüncesiyle yaşamak daha ne kadar sürecek? Bunun için aslında cevap belli:
Doğru ve sağlam bir mücadele! Her yerde ve her zaman doğuda yaşanılanları
anlatmak, oradaki katliamları duyurmak, yapılan zulümleri deşifre etmek
gerekiyor.
Ankara’da
yaşanan patlama gösterdi ki, sadece doğu değil, sadece Kürt halkı değil, ülkenin
her yeri tehlike altında. Bugün dünyanın birçok yerinde (ki bunun en büyük
örneği Paris’tir) [1] patlamaların, saldırıların ardı arkası
kesilmiyor. Eskiden belki de sadece devrimcilerin katledildiği bir dünya artık
halkın her kesimini tehdit eder oldu. Sadece kendi emperyalist çıkarları uğruna
savaş başlatanlar, insanları topraklarından edenler, sözde kendi halkını ve
kendi ülkesini kurtarmanın peşinde olduğu yalanlarını bir bir sıralamaya
başladı bile. Kendi ülkelerine saldırı gerçekleştiğinde herkesten fazla aslan
kesilenler, yıllardır Ortadoğu’da katliam yapıyordu. Bugün hizmetkârdan
efendiye dönüşen IŞİD vahşeti her gün gözümüzün önünde gerçekleşiyordu. Peki,
buna ses çıkaranlar kimlerdi? Kadınların tecavüze uğradığı ve köle pazarlarında
satıldığı; çocukların, gençlerin ve yaşlıların katledildiği günlerde bu ülkeler
neredeydi? Kendisine dokunulduğu andan itibaren IŞİD’e karşı savaş başlatmak ne
kadar inanılır ve gerçekçi? TC’nin sınırına kadar gelip, askerle karşılıklı poz
veren bu canilere neden daha önce hiçbir şey yapılmadı? Madem yapılmadı neden
yapanlara karşı bir cephe oluşturuldu? Bu ve bunun gibi birçok sorunun cevabını
hepimiz o kadar iyi biliyoruz ki… Kendi çıkarları uğruna besledikleri bu örgüt
şimdi silahlarını, onları besleyenlere de döndürdü. Görünen o ki IŞİD gibi
örgütler ne ilk ne de son olacak.
Cizre’de
günlerdir hatta aylardır uygulanan sokağa çıkma yasağına bir yenisi daha
eklendi. İlçede görev yapan öğretmenlere orayı terk etmelerini isteyen mesaj
gönderen TC devleti, ilçede yeni bir katliama başladı. [2]
Bölgeden gelen en son haber bile yürekleri dağlayıcı: Polisin yaylım ateşinde
üç aylık bebek Miray İnce ve onu hastaneye götürüp hayatını kurtarmaya çalışan
dedesi katledildi!
Darmadağın
edilmiş bir ilçede kendisinden başka hiçbir insanın barınmasına müsaade
etmeyecek olan AKP; halkı, ilçeyi terk etmek zorunda bırakıyor. Eğitim, sağlık,
barınma, yeme gibi en temel ihtiyaçların bile karşılanamaz hale getirilmesiyle
ilçede yaşam gittikçe zorlaşıyor. Açık bir şekilde yok etme ve kimsesizleştirme
politikasıyla ilçeyi yaşanmaz hale getirmeye çalışıyor.
Diyarbakır’da,
Şırnak’ta, Van’da ve daha pek çok Kürt ilinde, burjuva devletin zulmüne karşı
verilen mücadelede biz hangi tarafta olmalıyız? Kürt politikasıyla, medeniyetin
en eski yerleşim yerlerinden olan bu şehirleri yakıp yıkan devlet zulmüne karşı
bizim tavrımız ne olacak? “Kürtler ülkeyi bölmeye çalışıyor” diyenler şu an
ülkenin çoktan bölündüğü, doğunun hiçbir hükmünün kalmadığını göremiyor mu?
“Ülke bölünmesin”ciler orada yaşanan katliamlara daha ne kadar sessiz kalabilecek?
“Biz birlikte yaşamak istiyoruz, barış istiyoruz, hepimiz kardeşiz” diyenlere
karşı daha ne kadar ellerimiz havada bekleyeceğiz?
Görünen
şu ki doğuda başlayan ateş batıya da çoktan sıçradı. İstanbul’un göbeğinde
evlere baskın yapıp, sözde bahanelerle devrimciler, muhalifler, Kürtler
katlediliyor. Daha yeni Dilek Doğan’ı katleden polislerin görüntüleri ortaya
çıktı. Bu eli silahlı caniler kendilerine sadece galoş giymesini söyleyen gencecik bir kadını katletti. Ne zaman haberleri izlesek mutlaka bir yerlerde
buna benzer bir durumla karşılaşıyoruz.
Biz
Marksistlerin yapması gereken susmak olmamalı. Aksine herkesten daha çok
sesimiz çıkmalı, ses çıkarmayanlara tüm olanları duyurmalıyız. Sokaklarda, iş
yerlerinde, tüm sosyal mecralarda hattâ parklarda bile bu katliamları teşhir
etmeli, orada yaşam savaşı veren Kürt halkıyla bütünleşmeliyiz. Her sessiz
kaldığımız dakikada orada insanlar öldürülüyor. Açlıkla, soğukla ve hastalıkla
baş etmek zorunda kalan Kürt kardeşlerimizin çığlıklarına kulaklarımızı tıkamak
artık mümkün değil! Bunlar için sadece gerçekleri görmek ve duymak istemek
yeterli.
Notlar: