23 Eylül 2014 Salı

Bir Devlet Geleneği Olarak 6-7 Eylül'e Bakmak; Derin Devlet mi? Burjuva Devletinin Kendisi mi?

TC kuruluşundan bugüne değin  tek dil, tek devlet, tek millet, ideolojisini dayadı. Kendi varlığını sağlamaya çalıştı. Kimi zaman gayrimüslimlere, kimi zaman Alevilere, yıllardır da Kürtlere, kısacası kendi profiline uymayan her ulusu, etnik yapıyı, inanç gruplarını, siyasi özneleri bir devlet politikası olarak ötekileştirdi. Asimile etmeye, Türkleştirmeye çalıştı. Bu devlet politikasında uzun yıllar ısrar eden TC hiçbir zaman toplumu tektipleştirmeyi başaramadı. Her zaman bilindik yöntemleri uygulayarak, sürekli olarak ötekileştirdiği grupları “dış mihrakların etkisiyle hareket eden bozguncular” olarak hedef gösterdi. Bunun kronolojik sırası o kadar uzun ki, hepsini incelemek için ayrı bir çalışma alanı gerekmektedir. 6-7 Eylül, Sivas, Çorum, Maraş, Mersin Newrozu, son olarak Lice'deki kalekolda bayrak indirme olayına varıncaya değin TC'nin yakın tarihinin her döneminde olan devlet
politikasının sistematik bir şekilde uygulanmasından vazgeçemeyişinin göstergesidir. 6-7 Eylül'ün yıl dönümü vesilesiyle 6-7  Eylül 1955 yılını mercek altına alıp bugüne dek devam eden devlet politikasını inceleyelim.

6-7 Eylül 1955 saat 13:00'te devlet radyosunda, Selanik'te bulunan Atatürk'ün doğduğu evin bombalandığı haberleri Türkiye'nin gündemine bomba gibi düştü. Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin çağrısıyla Taksim'de miting düzenlendi. Taksim mitingi sonrası faşist güruh İstiklal Caddesi’nde gayrimüslimlere ait işyerlerini yağmaladı. İstiklal Caddesi’yle sınırlı kalmayan faşist güruhlar, Beyoğlu, Kurtuluş, Şişli, Nişantaşı, Eminönü, Fatih, Eyüp, Bakırköy, Yeşilköy, Ortaköy ve Adalar'ı  yağma alanına döndürdü. Polisin ve devletin kolluk güçlerinin olaylara müdahale etmemesi, hatta günler öncesinden, gayrimüslimlerin ev ve işyerlerini işaretleyip, polisin yönlendirmesiyle bu eylemlerin gerçekleştirilmesi TC'nin yakın tarihine bakıldığında bu vb. tiyatroların gerçekleştirildiğini görebiliriz. Resmi kayıtlara göre olaylar  sonucunda 4214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2
manastır, 5317 tesis saldırıya uğradı ve tahrip edildi. Olaylar sonucunda birçok Rum ve Ermeni vatandaşlar evlerinden, yurtlarından zorunlu olarak gitmek durumunda kaldı. Bu durumun birebir sorumlularından olan dönemin başbakanı Menderes'in bir demokrasi kahramanı ilan edilmesi, RTE’nin de kendine örnek aldığı tarihi politik bir figür olması bu devlet geleneğinin devam ettiğinin en açık göstergesidir.

2000'li yılların ortaları, AKP'nin yeni iktidar olduğu dönemde Türkiye burjuvazisi kendi iç çatışması içerisine girdi. Bir yandan eski statükocu kanat, bir yandan da liberal kanat. Ergenekon, Balyoz vs. gibi eski statükocu kanat, operasyonlarla alaşağı edildi. AKP hükümeti de bunun üzerinden “derin devleti tasfiye ettik” propagandası üzerinden kendine demokrat imajı verdirdi. Solun bir kısmı Ergenekon diye bir örgütün olmadığını, bu operasyonların AKP eliyle orduyu tasfiye ettiği, Cumhuriyet'in kazanımlarına karşı bir saldırı olduğunu savundu. “Yetmez ama evet” kampanyasıyla şekillenen sol liberal siyasi özneler ise, Ergenekon, balyoz vs. operasyonların derin devleti tasfiye ettiğini bunun demokratik bir kazanım olduğunu savundular.

Derin devleti burjuva devletten ayrı bir kurum olarak ele alınabilir miyiz?

Devlet, her şeyden önce sınıf savaşlarının aracıdır. İktidardaki sınıfın başka bir sınıf üzerinde hakimiyet kurma aracıdır. Burjuva demokrasisinin darlığı ve genişliği sınıf mücadelesinin örgütlülüğünü ve güçlülüğünü belirlemektedir. Kimi zamanlar sınıf mücadelesinin kazanımları olarak ortaya çıkan demokratik haklara burjuva devletlerde uymazlar. Hatta kendi anayasasına aykırı işleri yapacak illegal suç örgütleri kurarlar. Bu sadece Türkiye için geçerli değildir. Daha önceleri Avrupa'nın birçok ülkesinde gladyo gibi örgütler kurulmuş, devrimci hareketlere karşı savaşmışlardır. Kimi zamanlar bu örgütlerin tetikçileri yargılanıp,   “temiz eller operasyonu” vs. popülist söylemlerle burjuva devletler kendini temize çıkarma hamleleri de yapmıştır. Burjuva devletler her zaman kendine bağlı illegal suç örgütlerine ihtiyaç duyarlar. Bunlardan vazgeçmeleri,
şeffaflığa bürünmeleri kapitalist devletin özüne aykırıdır. Bu noktada sadece kendi suç örgütlerini zaman zaman revize etme ihtiyacı duyarlar. Bu süreçlerde de bunun üzerinden demokrasi naraları atarlar. Bugün burjuva devletini, derin devletten bağımsız bir olgu olarak ele almak ikiyüzlü liberal burjuva demokratlarının saflarına yedeklenmektir.

6-7 Eylül'de gayrimüslimlere yapılan uygulamanın türevleri yıllarca Kürtler'den, Aleviler’e, Ermeniler'den, LGBTİ bireylere varıncaya değin toplumun geniş bir yelpazesi bu uygulamalardan nasibini almıştır.

Biz devrimci Marksistlere düşen görev ötekileştirilme üzerinden yükseltilen ırkçı dalgaya karşı Enternasyonal bir perspektifte birleşik sınıf cephesi örmektir. 6-7 Eylül 1955'te olan saldırılar bugün Suriyeli ve Ezidi mültecilere karşı uygulanadabilir. Bunun için faşist güruhların eyleme geçmesini beklemeden, bugünden, ırkçı, şoven dalgaya karşı işçi sınıfının içinde enternasyonalist bir maya tutturduğumuz ölçüde bu tarz ırkçı dalgaları bertaraf edebiliriz. Bunun için yılmadan, sabırlı bir çalışma bizim payımıza düşmektedir.

Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!

                                                                                        Bursa'dan  İMD'li bir işçi