19 Ekim 2015 Pazartesi

Yoldaşını Kaybetmek…

İnsan başına gelince anlıyor yoldaşını kaybetmenin ne demek olduğunu...
Kanlı Cumartesi’de 100’ün üzerinde sınıf kardeşimizle beraber Dicle Yoldaş’ı da yitirdik.
Ben ilk defa bir yoldaşımı yitirdim.
Bilmiyordum nasıl bir acı olduğunu. 
Öğrendim...




Kendimi "devrimci" olarak tanımladığım ilk günden beri hiç tanımadığım, bilmediğim insanların acısını sahiplenmeye, gücüm yettiğince onlar için mücadele etmeye çalıştım. 
Bunu kendim için vicdani bir görev saydım. 
Ama yanı başından birini, bir yoldaşını yitirmek...
İnsan gerçekten başına gelince anlıyor...
Keşke bu acıyı hiç tatmasaydık diyeceğim ama bu ülkenin tarihi kanla, ölümle, katliamla doluyken
ve takvimin her sayfasında yitirilen bir devrimcinin adı varken ne mümkün...

Ekim'in 10. gününe
Ne yazık ki Dicle yoldaşın adı yazılacak...
Adına türküler yakılacak, şiirler yazılacak...
Devrimciler Ölmez, yoldaş
Gülüşün bize ilham olacak...
"Kanmasınlar, kanmasınlar
Bizi öldü sanmasınlar
Şahin olduk yücelerde
Söyleyin ağlamasınlar..."


İstanbul’dan İMD’li Bir İşçi

Dicle Yoldaşa Dair…

Barıştan bu kadar mı korkuyorsunuz, daha kaç insan ölecek barış uğruna?! Ankara’nın göbeğinde Diclemiz ve nice barış isteyen insan öldü,  ne için ne uğruna…

Zor biliyorum ama başka yol yok,  kandan beslenenlere savaş diyenlere karşı tek ses, tek yürek barış diyorum.



Dicle’nin ölümü ağır geldi bana, bize; bunları yaşatanlara inat inadına barış diyeceğim.

İMD’yi çok seviyorum, mücadeleye yine hep birlikte devam edeceğiz.


İyi değilim, iyi olmayacağım, iyi olmayın lütfen.

İstanbul’dan İMD’li Bir Kadın İşçi

Dicle Deli…

Baharı, çiçekleri, şiiri seven insan. Tüm sevenlerine ve insanlığa en zor vedayı yaşatan barış meleği yoldaşımız. Onu ilk tanıyışımı, son sarılışımı asla unutamıyorum, çünkü onu tanımamla birlikte olabileceği her mekânda, her eylemde, her toplanışımızda gözlerim onu arıyordu, onu tanıyan arkadaşlarıma “Dicle nerde ki, gelecek mi?” diyordum. Dicle'nin olduğu her yer farklıydı. Sohbeti, neşesi, türküsü, gülüşü, enerjisi muhteşemdi; karşısında durduğunuzda size bir sıcak sarılması olur ki bırakmak istemezdiniz ya da karşısında olmayın o illa gelir ve en muhteşem haliyle çıkardı karşınıza.



Onu en son Suruç için düzenlenen oturma eyleminde Avcılar'da tesadüfen görmüştüm. Özlemiştim, uzun zamandır görüşmemiştik; önce o sıcacık dost kucağını açar sana, hemen seni önemseyişini gösteren sorularını sorar ve yaşadığınız bir derdiniz mi var kendi derdi yokmuş gibi gelir sizinle ayrıca tasanıza ortak olurdu, yardım meleği gibi yapabileceği her şeyi yapmak isterdi. Bir taneymiş meğer...

Güzel gözlü, güzel yüzlü meleğim barış içinde uyu…

Adın gibi akacak barış, sözümüz olsun Dicle…

Diyeceğiz ki bizler de Dicle gibi, barışı getirmeye geliyoruz…

İstanbul’dan İMD’li Bir Kadın Öğrenci

İşsizlik İstatistikleri ve Düşündürdükleri

TÜİK'in Mayıs 2015 için yaptığı araştırmaya göre:“İşsizlik oranı %9.3 (2 milyon 789 bin kişi), tarım dışı işsizlik oranı %11.4. Son 3 yılda resmi işsiz sayısı 801 bin artmıştır."

DİSK Araştırma Komisyonu’nun oranlarına göre:"İşsiz sayısı 3 yılda %40 artmıştır. Geniş tanımlı işsizlik oranı % 16, işsiz sayısı 5 milyon 78 bin. Kadınlarda geniş tanımlı işsizlik oranı %22,7, genç kadınlarda %32. Yeni işsizlerin % 57'si üniversite mezunu."

Oranlar incelendiğinde işsizler ordusunun çığ gibi büyüdüğü görülmektedir. Burjuva ekonomistleri işsizliği yanlış uygulanan politikalara bağlayıp, kapitalizme toz kondurmamaktadır. Oysa kapitalizmin fıtratında işsizlik vardır. Kapitalizm hiçbir zaman işsizlik sorununu çözmemiştir. Çünkü sermayenin işsizlere her zaman ihtiyacı vardır. İşsiz işçiler kapitalistler için yedek iş gücüdür. İşsizlik oranı artıkça, işçi ücreti düşer. Sermaye için işsiz işçiler, her zaman bir kozdur. Çalışan işçileri işsizlik ile tehdit edip, hak aramasının önüne geçmeye çalışır. Bu nedenle sermaye işsizler ordusundan sürekli olarak beslenir.

İşsiz işçiler, işçi sınıfının bir parçasıdır. Çıkarları iş sahibi işçilerden farklı değildir. Marx, Kapital’de bu konuda şöyle der:"İşçi sınıfının çalışmakta olan kısmının aşırı çalışması, işçi sınıfının yedek (işsiz) kısmını büyüterek, diğer taraftan, yedekte bulunan kısmının rekabet yoluyla çalışmakta olan kısım üzerinde yarattığı baskının artması, çalışmakta olan işçileri aşırı çalışması ile diğer kısmının zorla işsizliğe mahkûm edilmesi ve bunun tersi, bireysel kapitalistin zenginleşme aracı haline gelir."

İşsizlik oranını yükselten ana nedenlerden birisi mevsimlik işçiliktir. Özellikle tarım ve turizm sektöründe mevsimlik işçilik yaygındır. İşçi sınıfının bu bölümü sezon sonunda işsizliğe mahkûm edilir. Çalıştıkları süre boyunca birçok sosyal haktan mahrum bırakılarak, güvencesiz ve esnek bir şekilde çalıştırılmaktadırlar. Taşeronlaştırmanın bir kapitalist devlet politikası olarak iş hayatında uygulanması, esnek, güvencesiz çalışma koşullarını dayatmaktadır. Esnek ve güvencesiz çalışma çok fazla işsizlik, iş yerlerinde çok fazla işçi sirkülasyonunu beraberinde getirmektedir. Bu da örgütlenmeyi zorlaştırmaktadır. Örgütsüzlüğün yaygınlaştırılmasıyla birlikte, kuralsız çalışma olabildiğince yaygın bir hâl alıyor. Bu durum; SGK primlerinin eksik yatması veya hiç yatmaması, fazla mesailerin süreklilik halinde işlemesi, yıllık-haftalık izin gibi hakların kullanılmaması gibi sonuçlar doğurmaktadır.

Kuralsız çalışmanın yaygın bir hâl alması da işsizliği artıran temel nedenlerdendir. Bunlara kötü şartlardaki çocuk işçiliği, mülteci işçilerin ucuz-güvencesiz çalışmasını da ekleyebiliriz. İşsizliğin üzerini örtmek için toplumda oluşturulmaya çalışılan" çalışana iş çok, işsiz kalanlar iş beğenmiyor" algısı yerleştirilmeye çalışılmaktadır.

Gerçekten herkese iş var mı? İşsizler tembelliklerinden dolayı mı işsiz?

Ülkede yaşayan herkesin istihdam edilebileceği kadar iş vardır, bu doğrudur. Fakat kapitalist sistemde bu mümkün değildir. Az ücret-çok iş mantığı kapitalizmin temel felsefesidir. Ne kadar işsizlik artarsa, işçi ücreti o oranda ucuzlar, bundan da sermaye kârlı çıkar.

Sonuç Yerine

İşsiz işçiler, işçi sınıfının bir parçası, kapitalistler için yedek iş gücüdür. İş sahibi işçilerle çıkarları aynıdır. İşsizliğin artması, iş sahibi işçiler için fazla mesai, uzun çalışma saati, iş gücünün ucuzlamasıdır. İşsizliği yaygınlaştıran ana etmenlerden biri, güvencesiz, taşeron çalışmadır. Taşeronlaştırma ile birlikte yasal olarak örgütlenmenin önünü tıkayan çok fazla engel vardır.

Yasalardan ziyade taban örgütlenmesini, fiilî meşru militan mücadeleyi temel alan, sektör gözetmeksizin, taşeron işçilerin örgütlenme çalışması yürütülmelidir.

Taleplerimiz
  • 6 saatlik iş günü
  • Herkese en az 1 yıllık ücretsiz izin hakkı
  • Taşeron çalışmanın kaldırılması
  • Sendikalaşmanın önündeki yasal engellerin (işkolu barajı vs.) kalkması
  • Mevsimlik işçilere işsizlik sigortası

Bursa’dan İMD’li Bir İşçi

11 Ekim 2015 Pazar

Çağla'dan Ankara'da Yitirdiklerimize Mesaj Var



 Çağla Suruç'ta patlamada ağır yaralanan bir yoldaşımız. Gerek patlama alanında gerek sonrasında aldığı tutumla sadece ülkede değil, tüm dünyada direnişin simgelerinden biri oldu. Kendisinin sağlığı her geçen gün iyiye gidiyor; bunu doktorlarından değil, kendisine moral vermeye gelenleri neşeyle doldurup göndermeye başlamış olmasından biliyoruz. Çağla eski Çağla! Ama ülke de eski ülke. Bir acı dinmeden diğeri yakamıza yapışıyor. Çağla da buna seyirci kalmadı ve Ankara'daki patlamaya dair bir mesaj paylaştı.


Suruçʼta yere düşünce bacaklarıma baktım; Diyarbakırʼda mitingde bacakları kopan Lisa içime işlemiş... Zorla savaşın, ölümün dayatıldığı topraklarda hepimizin acılarını sırtlananlar bugün Ankara'da yere düştü... İyi olmadık, olamıyoruz... Katilleri yerlerinden etmeden iyi olmayacağız... ‪#‎barışkazanacak

5 Ekim 2015 Pazartesi

Sendikaların Sendikasız İşçileri ve Sendikaların Kapitalist İşletmelere Dönüşümü

Akdeniz Turizm ve Otelciler Birliği’nin (AKTOB) Ekin Grubu ile birlikte çalıştığı Resort dergisinde yayınlanan habere göre Türk-İş'e bağlı sendikaların sahibi olduğu 24 otel var. Bu otellerde yaklaşık 2.000 işçi çalışmakta. Bu işçilerin hiçbiri sendikalı değil. TOLEYİS genel başkanı Cemalettin Bakındı bu durumu "Terzi kendi söküğünü dikemez." şeklinde yorumladı. Başlangıçta eğitim ve dinlenme tesisleri olarak başlayan işletmeler, zamanla kâr amacı güden kapitalist işletmelere dönüşmüşlerdir. Bu furyayı ilk olarak Türk Metal başlatmıştır.

Devlet ve patron güdümlü, işverenin işçiler arasındaki gardiyanı rolüne soyunan sarı sendikalar, işçinin parası ile kâr marjı yüksek olan turizm sektöründe yatırımcı pozisyonuna girmiştir. Yol-İş sendikası bu alandaki yatırımlarını geliştirmek için sendika içinde "Oteller Genel Müdürlüğü" birimi kurmuştur.

Sendikalar işlettikleri otellerde taşeron işçi çalıştırmakta ve sendikalaşmaları engellemeye çalışmaktadır. İşçi sınıfının mücadelesi ile uzaktan yakından hiçbir alakası olmayan, tamamen devlet ve patron güdümlü sendikalar, artık sınıf atlayarak kapitalist işletmeleri olan patronlara dönüşmüşlerdir. İşçilerin parası ile yaptıkları 5 yıldızlı otellerdeki konaklama ücreti o kadar uçuktur ki, kendi üyelerinin orada tatil yapma imkanı yoktur. Otel yatırımları olan sendikalar ve otel sayıları şöyledir : Yol-İş 6, Türk Metal 4, Tes-İş 2, Belediye-İş 1, Tarım-İş 1.

İşçilerin üzerinde bu düzeyde baskıcı bir hakimiyet kuran, sınıf mücadelesine tamamen yabancı olan sendikaları işçiler sırtından ancak örgütlü mücadele ile atar. Renault işçilerinin başlattığı, ardından Türk Metal'in kaleleri olan birçok fabrikaya yayılan metal fırtına yol gösterici niteliktedir.


Sendikal bürokrasi savaşarak yıkılır!
Bursa'dan İMD'li Bir İşçi

Kâbe, Din Turizmi ve Kapitalizm

Önce Kâbe'de devrilen vinç sonra da Mina'da şeytan taşlama sırasında çıkan kargaşada 769 kişinin hayatını kaybetmesi ile Hac mevsimi ve din turizmi gündeme gelmeye başladı.

Ölüm nedeni olarak insanların taşlama alanına doğru ilerlerken, diğer grubunda ters yöne doğru gelmesi ile birçok insanın ezilerek ölmesine neden olan kaos, organizasyon hatası olarak yorumlandı. Ölümlerin nedeni çok açıktır: Kâr hırsı.

Her yıl Kâbe’nin genişletilmesi, kapasitesinden fazla hacı alması, şeytan taşlamada kullanılan taşların 27$'a satılması, her yıl milyonlarca insanın Mekke'ye gelmesi kapitalistler için büyük bir rant kapısına dönüşmüştür. Dünyanın en büyük otel ve turizm tekellerinin Mekke'ye ciddi yatırımlar yapması, Kâbe manzaralı otel odalarının rezervasyona açılması, VIP’li bölümlerde güvenli şekilde şeytan taşlama yerlerinin yapılması, dinin tamamen kapitalizme entegre olduğunun göstergesidir. Mekke şehri artık dünyanın en önemli turizm kentlerinden biridir. Sadece haccı adaylarını Mekke'ye getiren turizm ve seyahat acentelerinin oluşu, hac malzemeleri satan iş yerlerinin sürekli olarak yaygınlaşması, Hac turizmini uluslararası düzeyde iyi gelir getiren bir sektöre çevirmiştir. Her yıl birçok insan sıcak ve bulaşıcı hastalıklar nedeni ile hayatını kaybetmektedir. Bu yıl ölü sayısında hatrı sayılır bir artış olması, bu durumu gündeme getirmiştir.

Kapitalizm ve Din

Sınıflı toplumların tarihi boyunca din, egemen sınıfların ezilen sınıfları baskı altında tutmak ve kendi sömürü düzenini devam ettirme aracı olarak kullanılagelmiştir.

Kadercilik anlayışı aşılayıp, insanların içinde bulundukları sömürü mekanizmasına biat etmeleri sağlanmıştır. Ezilen sınıfların mücadelesinden yana tavır takınan din adamı veya dini kuruluşa pek rastlanmamaktadır. Din egemen sınıfların elindeki bir şırıngaya dönüşmüş ve toplumu gericileştirmek için dozajını devletin belirlediği bir ilaç haline gelmiştir. Lenin bu konuda "Modern kapitalist ülkelerde dinin kökeni genellikle sosyal nedenlere dayanır. Bugün dinin en derinine uzanan köklerin nedeni, çalışanların toplumsal ezilmişliği ve her gün, her saat emekçilere en dayanılmaz acıları gösteren, deprem ve doğal felaketlerden çok daha kötü acılar çektiren kapitalizmin karanlık güçleri karşısında çaresiz oluşudur. İşte dinin en derin kökenleri, bu toplumsal gerçekte aranmalıdır." ( Lenin, Din Üzerine, s. 25) der.


Kapitalizm her geçen gün daha da vahşileşmektedir. Kendi iktidarını ayakta tutmak için, kendi sisteminin yaratığı vahşetleri sıradan ve meşru bir hâle getirmek için dine her zaman ihtiyacı vardır. Sınıflararası sosyal adaletsizlik, yoksulluk, kötü çalışma koşulları, iş kazaları, savaş gibi durumları kader, alınyazısı olarak dayatmaktadır. Bu dünya bir sınav, gerçek dünya öteki dünya karşıtlığı ile sistemin emekçi kitleler tarafından sorgulanmasını engellemeye çalışmaktadır. Gericileştirdiği halkları din ve mezhep çatışması üzerinden kırdırmakta ve işçi sınıfını bilmektedir. Ağzından hiç düşürmediği din ve vicdan hürriyeti, laiklik gibi kavramları koca bir yalandan başka bir şey değildir. Laiklik her şeyden önce devletin dine müdahale etmemesi, tüm dinlere eşit mesafede olmasıdır. Lakin gerek Türkiye'de gerekse de dünyanın bir çok ülkesinde din devlet düzeni ile bütünleşmiştir. Türkiye'de Diyanet, Avrupa'da papalık ve kilise her zaman egemen sınıfların ihtiyaçlarına uygun hareket eden kurumlar halindedir. İnsanların gerçek anlamda din ve vicdan hürriyetine sahip olacağı, dinin toplum üzerinde bir baskı aygıtına dönüşmeyeceği, devletin ve siyasetin hiç bir şekilde dine alet edilmeyeceği düzen ancak işçi sınıfı iktidarı altında gerçekleşir. Çünkü kapitalizmde din her zaman sermaye ile bütünleşmiştir. Sermayenin çıkarları doğrultusunda kullanılır. 

Bursa'dan İMD'li Bir İşçi

İşçi Sınıfının Komünist Ozanı Ruhi Su Kavgamızda Yaşıyor!

Ruhi Su'nun aramızdan ayrılışının 30. yılına girdik.

Ruhi Su deyince; mücadelenin ve başkaldırının güncesini tutan türküler, zindan, sürgün geliyor aklımıza. Yunus Emre, Köroğlu, Karacaoğlan, Pir Sultan, Dadaloğlu gibi ozanların eserlerinin bugünlere gelmesini sağlamış, ömrü boyunca devrimci, komünist bir militan olarak bu düzene karşı savaş vermiş, sanatını mücadelenin bir silahı olarak kullanan bu topraklardaki en önemli sanatçılardandır.

1912 yılında Van'da hayata gözlerini açan Ruhi Su, 1915 yılında ailesini kaybeder. Adana'da bir aileye evlatlık olarak verilir. Emperyalist Birinci Dünya Savaşı’nın ağır etkileri halkta görülmeye başlayınca evlatlık olarak onu alan aile ona bakamaz duruma gelir. Bunun sonucu olarak Ruhi Su öksüzler yurduna verilir. Çocukluğu ve gençliği öksüzler yurdunda geçmiştir. 

Müziğe olan yoğun ilgisinden dolayı 1936'da Ankara Müzik Okulu'nun şan bölümüne girer. 1942'de Ankara Devlet Konservatuarı şan bölümünden mezun olur. Uzun bir süre devlet operasında çalışır. Türk operasının gelişiminde önemli katkı sağlar. Ankara Radyosu’nda türkü programları düzenler. Alevi deyişleri çaldığı için bu işinden atılır. 1951 TKP Tevkifatı sonrasında tutuklanır ve 6 yıl hapis yatar. Hapishanede çalışmalarına devam eden Ruhi Su, 1957 yılında Mahsus Mahal türküsüyle ünlenir.

Hapisten çıktıktan sonra devrimci sanatına ve kavgasına devam eden Ruhi Su'nun hayatından baskı, sürgün, işkence, hapis eksik olmaz. 1975 yılına gelindiğinde Ruhi Su Dostlar Korosu'nu kurar. Ölümüne dek 16 tane 45'lik plak, 11 uzunçalar (longplay) çıkarır. 12 Eylül faşizmiyle birlikte yasaklı sanatçılar arasına alınır. Giderek sağlığı bozulmaya başlayan Ruhi Su, 1983 yılında son konserine çıkar. Tedavi için yurtdışına gitmesi gerekir. Dönemin iktidarı hiçbir gerekçe göstermeden Ruhi Su'ya pasaport vermez. Takvimler 20 Eylül 1985'i gösterdiğinde hayata gözlerini yumar. 

Cenazesinde on binler vardı. Ruhi Su'nun cenazesi dönemin siyasi baskılarına karşı mitinge dönüşmüştü. On binler "Ruhiler ölmez" sloganı eşliğinde büyük ustayı son yolculuğuna uğurladı. Ruhi Su'nun cenazesinde 163 kişi gözaltına alındı ve 15 gün boyunca keyfi bir şekilde gözaltında tutuldu. Dönemin İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı tanıdık bir faşist katil olan Mehmet Ağar'dı.

Ruhi Su işçi sınıfının, ezilen ulusların, sosyalizm kavgasının sesi olmuştur. Birçok devrimci sanatçının yetişmesinde ve gelişmesinde örnek olmuş tarihî bir figürdür. Aradan 30 yıl geçmesine rağmen Ruhi Su'nun bıraktığı eserler, grev çadırlarında, 1 Mayıslarda, işçi mitinglerinde, devrimci gecelerde, yani hak ettiği her yerde çalmaya devam etmektedir.

Ruhi Su'nun şu sözü onun sanat anlayışının özeti durumundadır: "Sanatçı da, tıpkı bir çiftçi gibi, demirci gibi işini anlatabilmelidir. Hem dili ile hem hüneri ile. Bir başka deyişle, kendi toplumu içinde sanatıyla ekmek yiyebilmelidir. 'Beni bu halk anlamaz' demek, boş bir kendini beğenmişliktir. İnsan kendini beğenmede bile yalnız kalmamalıdır. Halkın sanattan anlamadığı bir yer olabilir, sanatçı bunu umursamazlık edemez. Çünkü tüketicisi olmayan bir üretim yaşayamaz. Yani hükümet zoruyla da yaşayamaz demek istiyorum. Halktan kopuk hiçbir iş ve insandan hayır gelmez."

Ruhi Su'nun bıraktığı eserler ömrü boyunca mücadele ettiği sosyalizm kavgasında sonsuza dek yaşayacaktır. 


                                                                                                                                   Bursa'dan İMD'li bir işçi