28 Şubat 2013 Perşembe

Patrondan Dost Olmaz!


Merhaba ben özel bir şirkette metal işçisiyim. Çalıştığım fabrikada yıllık zam yapılmakta ve yapılan zam yüzde 7. İşçiler yüzde 20 beklerken çıkan sonuç maalesef yüzde 7'ydi. İşçi arkadaşların birçoğu genel mesailere kalmama kararı aldı, siparişler de ister istemez aksadı. Bu duruma kızan patron işçilerle toplantı yapma kararı aldı.
 Toplantıdan çıkan sonuç işçilere prim verilmesiydi. Bu prim bir kereliğine mahsus olacaktı, bu yüzden işçiler yine tatmin olmadı. İşler bilerek yavaşlatıldı, mesailere kalınmadı.
 Bunları gören patron son çare olarak bütün işçilere birer A4 kağıdı dağıttırdı. Bu A4 kağıdına işyerinde ne istediğini, ne talep ettiğini herkes yazsın dedi. Ben bir an istediğimizi aldık derken, ustabaşı kim kimi ispiyon etmek istiyorsa yazsın deyince ben patronun işçiyi işçiye kırdıracağını anladım.
Patron işçi kazanmasın diye ortaya bir çukur kazdı, öncü işçi olarak bizim işçi kardeşlerimize bunun işçiye oynanan bir oyun olduğunu anlatmamız farzdı. Patrondan dost olmaz!

12 Şubat 2013 Salı

İki Mücadele Sanatı: GO ve Satranç


Go Nedir?
Go 19x19 bir tahta üzerinde 180 beyaz ve 181 siyah taşla oynanır. 19x19 bir tahta üzerindeki çizgiler 361 adet kesişim noktalarına konarak oynanır. Taşların birbirinden hiçbir üstünlük değerleri yoktur. Taşlar hareket etmez ve taşlar birbirlerine bağlı iken bir güç elde ederler. (GO Kitabı, s. 29, Richard Bozulich)


Ucu bucağı görünmeyen o simsiyah boşlukta varlığında hayat taşıyan iki gezegen daha var, Dünya’dan başka. Boşlukta asılı duran geometrik iki şekil, muhtemelen evrende kare olarak var olan cisimler de bunlardan ibaret. İkisinin de içinde daha küçük kareler var, hayatlar birinde karelerin içine yerleşmiş; diğerindeki hayatlar daha protest, karelerin kesişim noktasında yaşıyorlar. Canlılığın bu gezegenlerdeki tezahürünün ismi: Taş.
İlk gezegende, yani Satranç’ta yaşam daha karmaşık; Taşlar arasında tuhaf farklılıklar var: Kimisi L çizerek ilerliyor hayat yolunda, kimisi düz gittiği sürece istediği kadar gidebiliyor, kimisi bunu yönü çaprazken yapabiliyor. Hepsinin üstü bir de Vezir var, çapraz da gidiyor, düz de gidiyor. Bir de o üst düzey Taşların yükünü de sırtlanan alt tabaka var: Piyonlar. Sayıları en fazla, ironik bir şekilde kıymeti en az olanlar ve hayatları en fazla tehdit altında olanlar. Kimi Piyon durumunu kabullenmiyor ve hayat şartlarından kurtulmaya çalışıyor. Tek başına kurtuluş yolu var gibi görünüyor: Piyonlar vezir olabiliyor! Piyon, önce ruhunu Satranç’ın bütün acılarına gözünü kapamasını sağlayacak bir bencillikle eğitiyor; ardından öteki piyonların, atların, fillerin ölümünü görmezden gelerek gezegenin diğer kutbuna ulaşıyor, böylece Piyon artık bir Vezir! Zincirlerinden kurtulduğunu sanırken onlara daha fazla dolanıyor aslında, bütün hayatını, kendi güvenli köşesinden mecbur kalmadıkça kımıldamayan bir Şah’ı korumak için inanılmaz tehlikeler içinde geçirecek. Şimdi bir Piyon’dan tek farkı artık Şah’ı daha iyi koruyabilecek olması.
4000 yıllık Go gezegenindeyse oldukça zarif bir hayat mücadelesi sürüyor. Öyle ki renklerinden başka hiçbir farkları olmayan siyah ve beyaz taşların dansı diye söylenegelir. Bu topraklardaki Taşların var olma mücadelesinde geliştirdikleri teknik çok ilginç. Bir Taş’ın yanına bir tane daha konduğunda Taşların nefes boruları artıyor. Haliyle var olmak için bir arada olmak zorundalar; kişisel kurtuluş peşinde koşma şansları yok. Taşlar grup oluşturdukları oranda güç kazanıyorlar. Grubu tehdit eden bir durum varsa eğer, topluca çok daha güçlü bir şekilde karşı koyabiliyorlar bu tehdide.
Dünya’da çalışan ve sonra daha fazla çalışan ve dönüp baktığında çalıştıklarının kime gittiğini anlamayan İnsan Topluluğu olarak yaşamımız Satranç’taki yaşama pek bir benziyor ve Go’daki Taşlardan öğrenecek epey bir şeyimiz var. Ya Go’yu Dünya’ya getirmeli, ya Dünya’yı Go’ya götürmeli. 
Dünya’dan bir İnsan şöyle dizeler yazmış:

İyi insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı,
iyilik beklenmesin!
Özgür insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı,
kavuşsun özgürlüğe herkes,
özgürlük sevgisi geçersiz olsun! (Dizeler Bertold Brecht’ın Sezuan’ın İyi İnsanı oyunundan.)

Öyle bir yere götürelim ki Dünya’yı, gezegenin gülen yüzüne tek başına ulaşmanın değil, hep beraber gezegenin tamamını güldürmeye çalışmanın önemli olduğunu vurgulamak için böyle dolaylı yazılar yazılması gerekmesin.

[4000 sene önce Çin’de ortaya çıkan bu keyifli mücadeleyi, 4000 sene sonra bizlerin mücadelesiyle bağdaştıran bu yazı, bir okul dergisinde yayınlanmak üzere yazılmıştı. Ancak taşıdığı mücadele imasından dolayı, editör arkadaşımız tarafından dergiye kabul edilmedi.]
İMD’li GO Oyuncuları

4 Şubat 2013 Pazartesi

Hrant’ın Anısına Oynanan "Su Çatlağını Bulur" Oyununa Gittik


Yaşadığın dünyaya, tüm haksızlıklara
gözünü kapamak, nereye kadar!?


Gerek internetten gerek diğer kanallardan oldukça duyurusunu yaptığımız tiyatro etkinliğimizi Cumartesi günü gerçekleştirdik.


İşçi Mücadele Derneği olarak tiyatroya katılımın yediden yetmişe olması ve bu tür faaliyetlerin yapılmasının çok önemli olduğu düşüncesindeyiz. Biz işçiler, sistemden kaynaklı olarak, sanatsal faaliyetlere yok denebilecek kadar az zaman ayırabiliyoruz. Ve bu nedenle zaman buldukça oyunlara geniş kapsamlı katılım çağrısı yapıyoruz.

Oyun, tiyatronun farklı bir türü olan pandomim olma özelliği taşıyor. Konuşmak yerine vücut hareketleriyle birçok şey anlatmak çok zor bir iş olsa gerek. Oyun, toplumda bizlere açıktan, gizliden yapılan tüm baskılar, ifade özgürlüğünün kısıtlanması, farklı bir milletten azınlık olarak yaşamanın zorlukları, bulunduğun yerde kendi dilini konuşamama sıkıntısı ve toplumdaki bireyin ne ihtiyacı varsa ona ulaşamama sıkıntısı işlenmiş. Bir birey olmanın getirilerini, bu sistemin nasıl dışladığını bizlere iyi bir şekilde anlatmış.

Oyundaki en çarpıcı nokta birçok özgürlüğü kısıtlanmış insanın seyircilere bakarak “sen hayatın için ne yapıyorsun? Bir şeylerin farkında mısın?” sorusunu yöneltmesiydi. Bunu yapmak bir açıdan insanları kendine getirip çevresinde olup bitenlere karşı kayıtsız kalamayacağını çok güzel bir şekilde hatırlatıyor. Öte yandan oyun, bu sistem değiştirildiği takdirde aslında ne kadar yaşanılası bir dünyada olduğumuzu da aktarmış.

Tiyatro bitiminde oyuncu arkadaşlarla kısa bir söyleşi yaptık. Yapılan bu faaliyetin daha çok yaygınlaştırılması sınıfımıza daha çok ulaştırmamız gerektiğini konuştuk.



Bu ülke 19 Ocak 2007’de gazeteci Hrant Dink’i kaybetti. Bizler devrimciler olarak işlenen cinayetin faşistler tarafından yapıldığını, bunun arkasında devlet olduğunu biliyoruz. Bu saldırıyı kendileri bile gizleyemediler. Her şey o kadar açık ve iğrenç bir şekilde ortaya serildi ki, karakolda çekilen  fotoğraflar, mahkeme rezaleti bir yana ülkenin faşist sanatçıları olay üzerine şarkı yapma cesareti gösterip anahaberlere çıkıp söylediler. Biz bunları unutmadık, unutmayacağız. Öfkemiz gün geçtikçe artıyor!

Bizler işçi sınıfı olarak sisteme karşı militanca mücadele eden, insanca yaşamı savunan tüm yoldaşların yanındayız. Hrant Dink cinayetinin takipçisiyiz.

Կեցցէ՝ժողովուրդներու եղբայրութիւնը: (Yaşasın halkların kardeşliği!)

Բոլորս Հայ ենք, բոլորս Հրանտ ենք: (Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeniyiz!)

1 Şubat 2013 Cuma

SURİYE’DE KİM ÖLDÜ! VE GÖRDÜM Kİ BÜTÜN ÖLÜMLER ÇOCUKLARA KALMIŞ…


Tarihi çok hatırlayamam, dün değil, bugün değil, her gün adice öldürülen  insanlık can çekişiyor dünya üzerinde.

Katili çok uzaklarda aramayın, az kumdan çıkaralım kafaları!

Suriye’deki  ve dünyadaki  ecelsiz ölen tüm çocukların katili sermaye sahipleri,  güç sevdalıları, emperyalist  kalplilerdir.

Yanı başımızdaki komşumuzdan bahsediyorum, vatansız kalanlardan savunmasızlardan,  kimseyle hesabı olmayanlardan, kötülerin cezasını canlarıyla ödemek zorunda bırakılanlardan. Çocuklardan, dünyanın geleceğinden söz ediyorum.

Nefret ninnisi söylediğiniz, kinle büyütüp, kanla  yuduklarınızdan! Bütün emperyalist güçlere sesleniyorum, hepiniz Suriyeli çocukların katilisiniz. Savaşı siz çıkardınız, çocuklarımızı öldürüyorsunuz.

Sözde kapılarını ve kalbini  açtığını iddia eden AKP iktidarına soruyorum: Gizliden gizliye savaş sürsün diye rüyalara dalıyorsunuz ya, savaş mağdurlarına sahip çıktığınızı sanıyorsunuz ya… Ülkesinde bir kör kurşuna denk gelip ölmemiş, kaçmış! Belki yaşamak için bir gökyüzü bulma umudu ile Türkiye’ye sığınmış; siz sığınmak sayın, ben açlıktan, kimsesizlikten, soğuktan ölen çocuklara sarılıyorum her gün.

3 yaşında, 5 yaşında, 7 yaşında ve bu sabah yine minik bir beden daha fazla dayanamamış evsizliğe, kimsesizliğe, açlığa, Aksaray’da bir parkta, yani ayazda. Kurşunlardan, gözü dönmüşlerden kaçan bir aile: Baba sorulduğunda “Şehit oldu” diyor. Şehit ne demek? Bir insan niye şehit olur?

Baba şehit, anne hep tanrıyla hesaplaşıyor, elinden bir şey de gelmiyor. Bir de öğretilmiş, hesap sadece tanrıya soruluyor. Katillerden yoksullar hesap  soramaz mı? Soramayacak mı?

Bugün 3 Suriyeli çocuk daha öldü. Onlara başka ülkenin soğuk parkına sığınmak yetmedi. Yoksullukla  kurşunun ne farkı vardır ki, ikisi de öldürür.

Suriyeli çocukların gökyüzünü çalanlara tekrar sesleniyorum, hepinizi  insanları seven yüreğimizle tarihe gömeceğiz. Tüm dünya halkları kardeş olacak…

İMD’li Bir Sağlık İşçisinden