31 Ocak 2013 Perşembe

Antep'teki Katliamdan Başbakanın Aşağılamasına: Biz İşçiler Bir Hiç Miyiz?


Dün sabah saatlerinde Antep’teki patlamanın uğursuz haberi ülkeyi neredeyse bir ışık hızıyla sardı.
Bir kez daha gördük ki, biz işçiler, emek-gücümüz üzerinden milyonlar kazanan patronlar için yalnızca bir “maliyet” unsuruyuz. Patronların maliyeti arttıkça bizlerin can güvenliği azalıyor.
Akşam haberlerinde burjuvazinin medyası, “vah vah, yazık oldu işçilere” yollu mide bulandırıcı ikiyüzlülüğüyle verdi katliam haberini. Her şeyi yaratanlarken, bir kez daha, acınacak kişilere dönüştük.
En öfke uyandıranı ise kuşkusuz başbakanın –temsil ettiği sermayenin tüm vahşiliğini en net biçimiyle ortaya koyduğu– kayıtsız ve vurdumduymazlıkta sınır duymayan açıklamasıydı.
Açıklama yaptığı sırada ölü sayısı artıyordu. Yanındakiler de sürekli “düzeltme”lerde bulundular. Katledilen işçi sayısı 5, 6, 8 derken Erdoğan bütün tiksindirici soğukkanlılığıyla “NEYSE!” diyordu.
Arkadaşlar! Burjuvazi ve onun yedi göbekten temsilcileri bizimle alay edemez, bizi aşağılayamaz! Ölülerimizi böyle çiğneyemez!
Bunun ve daha nicelerinin hesabını sormak için tüm öfkemiz ve kararlılığımızla daha yoğun mücadele etmeliyiz. Daha fazla işçi arkadaşımızı örgütlü mücadelenin saflarına çekmek için elimizden gelen her şeyi yapmak zorundayız.
Mücadele etmemek için birçok işçi “ya başıma bir şey gelirse” bahanesine sarılır. Dünkü katliamda gördük ki, mücadele etsek de etmesek de aynı felaketlerle karşılaşıyoruz. O zaman öleceksek onumuzla, haksızlıklara, iş güvencesizliğine, aşağılanmalara ... özetle kapitalizme karşı mücadele etmiş olarak ölelim!
KAHROLSUN ÜCRETLİ KATLİAM DÜZENİ!
KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA, YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ!
İMD’li Bir İşçi

30 Ocak 2013 Çarşamba

UPS’den Sonra Yurtiçi Kargo’da Direniş!


Kargo sektöründeki ağır çalışma şartları işçilerin örgütlenmesini zorunlu kılıyor. Bilindiği üzere, TÜMTİS, Türkiye genelinde UPS Kargo Şirketi’nde bir örgütlenme faaliyeti başlatmıştı. Bir süre sonra durumdan haberdar olan patron, 164 sendikalı işçiyi işten çıkartmış ve işçiler 5 Mayıs 2010’da UPS şirketinin önünde direnişe başlamışlardı. Bu direniş başarıyla sonuçlandı ve UPS direnişçileri işlerine geri döndüler. Kurtköy’de ve İzmir’de 3, Mahmutbey’de ise 5 işçi dışında geri kalan tüm işçiler işlerine geri döndüler. (Bkz. Zafer Direnen UPS İşçisinin Oldu!)  
Direniş süresince de işten atılmayan işçilere yönelik devam eden sendika ve bilinçlendirme çalışması, UPS’nin diğer direnişlere göre daha hızlı kazanılmasını sağlayan nedenlerden biridir. Ama kazanımın kalıcılaşması için, örgütlenme çalışmasının devam etmesi ve dahası işyerinin dışına taşınması gerekiyordu. 2012 Eylül ayında ise Nakliyat-İş Yurtiçi Kargo’nun bütün şubelerinde sendikalaşma çalışması başlattı. Nitekim onların da öncesinde DHL işçileri aynı amaçla direnişe geçmişlerdi.
Sendika hakkımız her ne kadar yasal gibi gözükse de veya İş Hukuku’nu karıştırdığımızda sendikalaşma nedeniyle işten atılma gibi iş davalarının iki ayda sonuçlanması gerektiği söylense de, biz deneyimlerimizden biliyoruz ki bu yalnızca sözde korumadır. Konu işçi haklarına geldiğinde yasalar ve “adalet” dağıtan hukuk, sermayeyi korumayı tercih ediyor. Biz de bu yasaları kendi lehimize çevirebilmek için, gerekirse polise karşı da direnmek, ısrarla yayınlamayan medyaya karşı kendi davamızı duyurmak, direnişi devam ettirebilmek için kendi maddi olanaklarımızı bir şekilde yaratmak zorunda bırakılabiliyoruz. 


Bunun gerçekliğini 18 Ocak’ta İstanbul, Ankara ve Konya illerinden toplam 60 Yurtiçi Kargo işçisinin “iş daralması, performans düşüklüğü” bahanesiyle işten çıkarılmasıyla tekrar gördük. İşçiler bu sayının her geçen gün arttığını ve daha da artabileceğini söylüyorlar. İstanbul’da Kadiköy Şubesi ve Haramidere Aktarma Merkezi’nde direnişlerine devam ediyor ve destek bekliyorlar. Ayrıca Nakliyat-İş Çalışma Bakanlığı'na yetki bildirimi yapmış ve tespitlerle ilgili geri dönüşleri bekliyorlar. 

Yemek Boykotu (Metal Sektöründen)



Geçen gün işyerimizde 10 çayında, hükümet politikalarının işçiler üzerindeki etkisini tartışırken, bir arkadaşımız Türkiye’de yaşanılmayacağını ve başka ülkelerde daha iyi şartların olduğunu, oralarda işçilere haklarının verildiğini söylüyordu.                                                        
Öncelikle bir devrimci ve İMD üyesi olarak tartışılan bu konuya müdahale etmem gerektiğini düşünerek mutfaktaki bütün arkadaşlara "HAK VERİLMEZ ALINIR!" sözünden yola çıkarak bir dizi açıklamada bulundum. Cümlelerimin ana fikri, Türkiye’deki ve dünyadaki işçi sınıfı, burjuvaziye karşı verdiği mücadelelerin bir sonucu olarak –bizim şu anda kazanım olarak gördüğümüz– en temel haklarını elde etmiştir.
Buradan yola çıkarak mücadele adına işyerinde yaşadığımız bir sorunu örnek olarak vermek istiyorum.                                               
İşyerimizde son zamanlarda yemek şirketiyle ciddi bir problem yaşıyoruz. Gerçi patron açısından bir problem yok, ama biz işçiler açısından ciddi bir sorun var.
Uzun zamandır aynı yemek şirketiyle çalışılıyor ve son zamanlarda yediğimiz yemeklerde hijyen açıdan olmaması gereken sıkıntılar yaşıyoruz. Bu sıkıntıları değişik zamanlarda yemek şirketi, müdür ve patrona dile getirdik. Bizlere bu sorunların çözüleceğini ve tekrar etmeyeceğini dile getirdiler.
Bir gün yemeklerimiz bozuk çıktı. O günkü yemeklerden örnekler alınıp analize gönderildi – kimi kime şikayet ediyorlar, tahmin ediyoruz. Sonuçların negatif çıktığını, bir sorun olmadığını söylediler. Yemeği analize göndererek aslında “biz bu sorunla ilgileniyoruz” imajı yaratmaya çalıştılar. İşçi arkadaşlar tarafından kendi içimizde sorunun çözümünün bu şekilde olamayacağını konuştuk.
Ertesi gün bir arkadaşımız tepki olarak yemek yemeye gitmeyeceğini söyledi. Arkasından diğer arkadaşlarımız da yemek yemeye gitmedi. Bu tablo sorunun ne kadar büyük olduğunu ortaya koydu.
İşçilerin sendikal anlamda örgütsüz olduğu bir yerde yemek boykotuna katılım % 90’dı. O gün idari personel ve birkaç arkadaşımız dışında kimse yemek yemeye gitmedi. O günün akşamı müdür, mesai bitimine 15 dakika kala bu sorunla ilgili açıklama yaptı. Müdür her zamanki gibi açıklamalarda bulundu. Yemeklerde bir sorun olmadığını, aynı yemek şirketiyle devam edileceğini, yemek yemek istemeyen arkadaşların liste halinde isimlerini hazırlamasını ve o listedekilere yemek paralarının ödeneceğini söyledi.
Bu durum arkadaşlarımız arasında kafa karışıklığına neden oldu. Bir grup arkadaşımız yemek yemeyi kabul ederken, bir grup arkadaşımız da yemek yemeyi reddetti. Yemek yemeyi reddeden arkadaşlarımız maalesef azınlıkta kaldı.                                                        
Bu durumu İMD’de oturup değerlendirdiğimizde bir günlük yemek boykotundan şu sonucu çıkardık: Patronun alternatif sunması onun bu sorunu çözeceği anlamına gelmez. Biz sınıf bilinçli işçiler, genellikle kafa karıştırmak ve işçileri ayrıştırmak için düzenlenen bu gibi oyunları beklemeden kendi çözümümüzü yaratmalıyız. Örneğin kendi alternatif soframızı kurmak ve bu sorun çözülene kadar devam etmek gibi (ama elbette alternatif sofra geçici bir çözüm olmak kaydıyla).                      
Sonuçta bugün için bu yemek sorunu rafa kaldırıldı. Yemek şirketiyle ve patronla olan sıkıntımız devam edecek gibi görünüyor. Bizler bu sorunu şu an için çözemedik belki, ama o günkü yemek boykotu, kulaktan kulağa yayılması ve ortak bir iradeyi bir amaç uğruna sergileyen işçi arkadaşlarımızın ortaya çıkması açısından iyi bir kazanım oldu. Yaşadığımız bu tecrübeyle ileriki dönemlerde mücadele adına daha iyi işler ortaya koyacağımıza inanıyorum.
İMD’li Bir Metal İşçisi

26 Ocak 2013 Cumartesi

TOFAŞ'tan İşçilere Yılbaşı Hediyesi


Bursa'da üretim yapan TOFAŞ fabrikasından işçilere yeni yılda kötü haberler var. Fabrika “sözleşmeli” olarak çalıştırdığı 1000’e yakın işçiyi işten çıkardı. Gerekçesi ise tuhaf: Avrupa’daki pazarlarda oluşan daralma. Ama atılan işçilere sorulduğunda, onlar bu bahaneyi gerçekçi bulmuyorlar. Zaten uzun süredir eksik çalıştırılıp ücretlerinden kesintiler yapılan işçiler bu sefer de kapı önüne konulmanın şaşkınlığını yaşıyorlar. Defalarca kendilerine, hem patron hem de sendikacılar tarafından kadro sözü verilen işçiler, sözlerin tutulmayıp işten atıldıklarını ve 2013’e işsiz bir şekilde merhaba dediklerini söylediler.
2011 Mart ayından bu yana fabrikada çalıştırılan işçiler, ilk olarak kendilerine 11 aylık sözleşme imzalatıldığını söylediler. Bu süre dolunca yeni bir sözleşme daha imzalatılmış işçilere. İşçiler şimdi bizlere şu soruyu soruyorlar: “İkinciye attığımız imza süresiz sözleşmeye girmez mi?”
İşin bir de sendika boyutu var. Kamoyuna ve basına açıklamayı patron yetkililerinin yapması beklenirken, açıklamayı TOFAŞ işçisinin örgütlü olduğu Türk Metal sendikasının Bursa 3 no’lu şubesinin başkanı Zafer Öztürk yapıyor. İşten atmaların gerekçelerini tıpkı bir patron sözcüsü gibi sıralıyor. “Siparişlerimiz iptal oldu, yeni anlaşmalar yapamadık, talepte daralma var vs.” İşten atılanlar bu duruma da tepkililer. Sendika yetkililerin sadece basına değil, kendilerine de aynı açıklamayı yaptığını söyleyen işçiler, işten atıldıkları haberi kendilerine verildikten sonra sendika şubesine gittiklerini, burada yine sendika yetkililerinin kendilerine yeni iş aramaları yönünde öğütler verdiklerini söylüyorlar.
İşten atılma süreçleri de ilginç. Eylül ayından itibaren toplu sözleşme sürecinde olan metal işkolunda sadece TOFAŞ’ta değil, RENAULT ve ARÇELİK’te de işten atmalar söz konusu. Buradan bakıldığında TOFAŞ’taki işten atmalarla işçilere nasıl bir mesaj verildiği görülüyor. “Beklentilerinizi yüksek tutmayın, zaten kriz ortamındayız” gibi mesajlar veriliyor. Böylelikle işlerine devam eden işçiler de baskı altına alınmış oluyor. Üstelik işten atılan işçilerin iş yükü de kalan işçilerin üzerine yükleniyor.
Sonuç olarak işçiler her dönemde bu kısır döngü içerisinde olan bitene ses çıkaramıyorlar. Tüm bunların çözümü ise birleşmekten geçiyor. İşten atılan işçiler her alanda bu duruma tepkilerini gösterirlerse, kalan işçiler de işten atılanlara destek olurlarsa patronlara ve yandaşlarına güçlü bir mesaj verilmiş olur. Yoksa öbür türlüsü işçilerin sürekli olarak bir felakete sürüklenmesi demek. Bu durumu kabullenmeyip itiraz eden işçilere bin selam!
Bursa'dan Bir Metal İşçisi

22 Ocak 2013 Salı

Yaşadığımızı Sanıyoruz, Aslında Ölüyoruz!


Ah anneler, ah babalar… Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, yaşarken ölüyoruz.  Nasıl hesap sormazsınız çocuklarınızı yaşarken de öldüren bu sistemden!
Kapitalizm çok çalıştırıyor, ama çalışkan değil tembel insanlar yetiştiriyor. O yüzden boş zamanlarımızda sersemliyoruz, günün 10 saatini başkası için çalışmaya alıştıran bünye, izinli ya da boş günlerindeki aynı 10 saatte kendi için ne yapacağını bilemez oluyor. Üretmeyen, üretmeye fırsat bulamayan, kendi disiplinini ve otokontrolünü sağlayamayan bireyler yetiştiriyor.  Biyolojik olarak en verimli üretim saatlerini “bana sat” diyen kapitalizm, sadece onun için üretmemizi ve karşılığında bana biçtiği değere göre, yani piyasada benden kaç tane var olup olmadığına göre ücretimi ödüyor. Ardından "kendine de vakit ayır ki, senin dinlendiğin süreden de verim alayım" diyerek kafamızı okşuyor. Eğer şanslıysak bunun için haftada bize 2 gün veren kapitalizm, 2 gününü de bu sistemin daha iyi işlemesi için sana kurdurttuğum o “kutsal aileye” ada diyor. Ya da “sosyalleş canım” diyor, benim ele geçirdiğim tiyatro ve sinema sektörü var, hattâ Kadiköy ve Taksim gibi eğlence merkezlerinde alkol demlenerek, azıcık da sömürü düzeninden bahsederek deşarj olabilirsin diyor. 
Çalışmak için yaşadığımız günler bir şekilde geçiyor. Bu süre içinde sistemin ihtiyaçlarına göre kendimizi “geliştiriyoruz”, sadece egemenler için yaşayan mekanik bünyelere dönüşüyoruz. Yaşlı ve artık yaşlansa da işe yaramayan bizleri mezara gömen kapitalizm, bu sefer bizlere genç ve yıpranmamış parçalar doğurun diyor. “Biraz büyütün, büyütürken kasamıza para akıtın, gerisini biz hallederiz” diyor. Gerekirse tersanelerde, madenlerde, askerde, savaşta, iş cinayetlerinde öldürürüz, iş hastalıklarıyla da ömür boyu süründürürüz diyor.  Ardından bu yarattığımız ölümden ve hastalıklardan kaçmanız için, sizin için açtığımız ve ücretini ödeme karşılığında kullanabileceğimiz spor salonlarını, hastaneleri vb. kullanabilirsiniz diyor.
Tabii ki bu hafta sonu tatilini, güya 8 saatlik işgününü ya da diğerlerini… bunların hiçbirini sistem vermedi bize, yüzyıllardır ölümü göze alan işçi sınıfı çatır çatır kazandı. Şimdi biz de nasipleniyoruz. Ama ne yazık ki işçi sınıfı için kazanılan bu hakların fazlasını alamadığımızdan, zaman zaman almak istesek de zayıf olan örgütlülüğümüz nedeniyle almayı beceremediğimizden, hattâ var olan haklarımızı da koruyamadığımızda durum vaziyet budur. Aslında örgütlenmesi gereken, emeğinin karşılığını almak isteyen ve kazandığı hakları kaybetmek istemeyen dünya işçi sınıfı olarak milyarları oluşturuyoruz, ama bunun için savaşmayı göze alan kaç kişiyiz?

19 Ocak 2013 Cumartesi

Ne Direnişçi İşçiler Ne de Onların Avukatları ve Sanatçıları Susacak!


HEY Tekstil işçilerine saldırılar, Teknopark işçilerine saldırılar, Çorlu Daiyang-SK işçilerine saldırılar derken, TC burjuvazisi şimdi de işçi-emekçilerin avukatlarına ve sanatçılarına saldırılarını arttırdı.

Cuma sabahının ilk saatlerinde eşzamanlı olarak 7 ilde yapılan operasyonlarda birçok kurum ve eve baskın yapıldı. Tüm gün boyunca süren operasyonlarda ÇHD, Halkın Hukuk Bürosu, İdil Kültür Merkezi, Grup Yorum emekçileri başta olmak üzere birçok kurum ve evde terör estirildi. Onlarca kişi gözaltına alındı.

Haberin duyulması üzerine birçok yerde protesto eylemi çağrısı yapıldı. Bir tanesi de akşam 7’de Taksim’deki ÇHD bürosundan başladı.

(Haber yazıldığı sırada sosyal medyada, Okmeydanı’nda hâlâ çatışmaların sürdüğü bilgisi veriliyordu!)
 

ÇHD önüne geldiğimizde desteğe gelen birçok dostun hemen arkasındaki polis otobüsleri gözümüze çarptı. ÇHD’de sabahtan beri süren aramalar nihayet sona ermişti, ancak hemen sonra ÇHD İstanbul şube başkanı avukat Taylan Tanay’ın yaka paça gözaltına alındığını gören kitlenin protestosu üzerine göz yaşartıcı gaz sıkıldı, o daracık sokakta!

Az sonra Hey Tekstil işçisi bir kadın arkadaşımızın yüzünün kıpkırmızı olduğunu gördük.

Polis alanı terk ederken tek slogan hakimdi: “İŞKENCE YAPMAK ŞEREFSİZLİKTİR”

Ardında başlayan yürüyüş Taksim Meydanı’na kadar sürdü, Ön saflardaki birçok avukatın cübbeleriyle katılmış olması dikkat çekiciydi.

Haklı öfkemizin hakim olduğu yürüyüşte sık sık “Devrimci avukatlar onurumuzdur!”, “İşkence yapmak şerefsizliktir!”, “Savunma hakkı engellenemez!”, “Baskılar bizi yıldıramaz”, “Gözaltılar, tutuklamalar, baskılar bizi yıldıramaz” sloganları atıldı.

Meydana gelindiğinde ÇHD adına yapılan açıklamada verilen 40 yıllık mücadelenin, ezilen insanların, devrimcilerin, halkın mücadelesi olduğu, bu nedenle operasyonların yapıldığı belirtildi. Açıklama dayanışmaya ihtiyaç duyulduğunda her yere koşan ÇHD’nin, şimdi aynı dayanışmayı herkesten beklediğinin duyurulmasıyla sona erdi.
 
 

Daha sonra başta direnişteki HEY Tekstil ve Abdi İbrahim işçileri olmak üzere birçok kişi ve kurum adına dayanışma konuşmaları yapıldı.

SAVUNMA HAKKI ENGELLENEMEZ!

DEVRİMCİ AVUKATLAR ONURUMUZDUR!

17 Ocak 2013 Perşembe

Bursa Cargill Fabrikasında Mücadele Sürüyor


Bursa Orhangazi’de bulunan Cargill endüstriyel tarım ürünleri fabrikasında Öz-Gıda İş sendikası tarafından bir süredir yürütülen örgütlenme çalışması yöneticiler tarafından fark edilince Cargill yönetimi baskı ve  işten atma yoluyla  işçileri yıldırmaya çalışmış ve işçilerden Kemal Kapar’ı işten çıkarmıştı. İşten çıkarılan Kemal Kapar 5 Ekim’den itibaren Öz-Gıda İş sendikasının desteğiyle direnişe geçti.

Üç aydır direnen Kemal Kapar’ı fabrikada çalışan işçi arkadaşları ve sınıf dostları yalnız bırakmadı. Ancak patron ve Cargill yönetimi boş durmuyor, durmadan direnişi karalayan haberler yayınlatıyorlar. Sendika üyesi Cargill işçileri ise direnen arkadaşlarına destek amaçlı dönüşümlü açlık grevi yapacaklarını duyurdular. 

Cargill işçilerinin   9  Ocak’ta gerçekleştirdikleri  yürüyüş önce patron tarafından engellenmeye çalışıldıysa da sendika üyesi Cargill işçileri yaptıkları yürüyüşte Cargill patronunu protesto ettiler. Eylemin sonunda yapılan basın açıklamasında ise Bursa'nın diğer ilçelerinde ve İstanbul’daki Cargill işçileriyle birlikte eylem yapılacağı duyurusu yapıldı.

Bursa’dan İMD’li Bir Öğrenci

14 Ocak 2013 Pazartesi

Şişecam Direnişçileriyle Süreci Değerlendirdik


Ortalama 15-20 yılık haklarını patrona gasp ettirmek istemeyen Şişecam işçileri, fabrika işgali ve direnişlerini, 13. gününde (9 Ocak Çarşamba günü) önemli kazanımlarla sona erdirmişlerdi.

İşçi sınıfının militan devrimcileri İMD’liler olarak bizler ilk gününden beri direnişe güç kattık, onlarla beraber sabahlayarak direnişin gidişatını ve önerilerimizi konuşmuştuk.

İMD olarak dün, Yusufpaşa’da bir grup Şişecam direnişçi işçisiyle direnişi, kazanımları, riskleri ve yapılabilecekleri konuştuk.

Toplantıyı Şişecam işçilerini kutlayarak açan yoldaşımız, İMD’yi de direnişçi işçilerin kurduğunu belirterek, kısaca derneğimizin kuruluşunu ve verdiğimiz mücadeleyi anlattı.

Ardından Sinter direnişinde ve İkitelli kağıt grevinde kendi hakları için mücadele eden ve derneğimizin kurucularından olan iki yoldaşımız kendi yaşadıkları süreçleri anlattılar. Her iki yoldaşımız da en büyük kazanımlarının, mücadeleyi o günden bugüne aralıksız sürdürmek ve direnişte olan işçilerle gerçek bir dayanışmayı örgütlemek olduğunu söylediler. 

Sonra söz alan bir Şişecam işçisi arkadaşımız söze kendilerini hiç yalnız bırakmayan İMD’ye teşekkür ederek başladı.

Başka bir işçi arkadaşımız, Şişecam sürecini kelimenin tam anlamıyla A’dan Z’ye anlattı. Ardından söz alan Şişecam işçisi arkadaşlar da eklemelerde bulundular. Anlatılanları birkaç cümleyle şöyle özetleyebiliriz: Bugün yaşanan süreç mücadeleci 20-30 işçi tarafından iki yıl evvel öngörülüyordu. Öncü işçiler sürecin olumsuz sonuçlanmasını engellemek için iki yılıdır aralıksız mücadele ediyordu, ancak sürekli olarak sendika bürokrasisi, hemşehricilik mantığını aşamamış işçi arkadaşlarının önyargıları gibi birçok sorun nedeniyle seslerini yeterince duyuramamışlardı.

Şişecam işçisi arkadaşlarımızın ortak görüşü, direniş önemli bir kazanımla bitmiş olmasına karşın sürecin henüz sona ermediği yönünde. Salı günü yapılacak kura çekimlerinde de bir şeyler yapılabileceğini düşünüyorlar. İMD olarak kendileriyle aynı görüşü paylaştığımız için karşılıklı önerilerimizi sunup tartıştık.

Sürecin biraz sıkıntılı geçtiğinin farkında olduğunu belirten, sendikalaşma mücadelesi veren sağlık emekçisi bir yoldaşımız önemli bir katkıda bulundu. Şişecam direnişine “dışarıdan” da bakmak gerektiğini hatırlatan yoldaşımız, kendi işyerindeki sendikalaşma mücadelelerinde yaşlı bir kadın arkadaşlarının “Şişecam direnişine bakın ve örnek alın” dediğini aktardı.

Bir Şişecam işçisi arkadaşımız  “bizim direnişe bir sürü grup geldi, iyi de anlamıyorum, bunlar neden ayrı, neden birleşmiyorlar?” şeklinde çok önemli bir soru sordu. Soruya cevap veren yoldaşımız, Şişecam direnişine gelen grupların ezici bir çoğunluğunun son 4-5 yılda cereyan eden direniş, grev ya da işgal eylemlerinin çoğuna gelmedikleri, işçi sınıfına genel olarak güven duymadıkları, tam da bu sebeple mücadele/dayanışma anlayışlarının çok farklı olduğu bir durumda, bir araya gelmenin çok zor olduğunu çeşitli örnekler üzerinden (sözgelimi Şişecam direnişinde sendika bürokrasisine destek veren gruplara bakarak) bile bunu anlamanın mümkün olduğunu  dile getirdi.

Şişecam işçileri 15 Şubat’a kadar ücretsiz izindeler. 15 Şubat‘ta yeni işyerlerinde işbaşı yapacaklar.

Toplantıda hem Şişecam işçilerinin kendi aralarında, hem de İMD ile kurulan bağlarının güçlendirilmesi gerektiği fikri baskındı. Bu konuda karşılıklı söz verip almış olduk.

3 saat süren toplantımız, İMD’nin Avrupa yakasında yakın zamanda açacağı yeni şube açılışına Şişecam işçilerinin topluca katılımı çağrısıyla sona erdi.

DİRENEN İŞÇİLER YENİLMEZLER!

YAŞASIN SINIF DAYANIŞMASI!

12 Ocak 2013 Cumartesi

Ben Militanım (Bir Metal İşçisinin Şiiri)

Ben fabrikada işçi,
Tarlada köylü,
Tandır başında gözleri dumandan yanan ananın gözyaşıyım.
Ben Hakkâri’de düşen çığ,
Şırnak’ta Gabar dağı,
Adıyaman’da Nemrut,
Nevşehir’de peri bacaları,
Amerika’da özgürlük anıtı,
Irak’ta mülteci kampı,
İstanbul’da 1 Mayıs meydanıyım!
Ben Militanım!

Ben Maraş’ta katledilen emekçi,
Çorum’da vurulan solcu,
Sivas’ta yakılan Aleviyim.
Ben elleri kelepçeli bir eylemci,
Gaz bombasından gözleri yanan öğrenci,
Hakkını aramak için sokaklara çıkan işçiyim.
Ben Militanım!

Ben yağmurları bilmem;
Ben kurşun yağmurlarını bilirim.
Benim mevsimim yoktur,
Yalnızca baharları bilirim.
Ben Diyarbakır’da işgale uğramış bir işçi,
Erzurum’da çobanın kavalı,
Eskişehir’de tabut hücreyim.
Ben Somali’de aç bir çocuk,
Hollanda’da kokain,
İran’da bir devrimciyim.
Ben alnımda yıldız, göğsümde üç renkli bayrağımla metropolde yaşayan bir Kürt Militanım!
Ben devrimciyim, İşçiyim ve Militanım!

Murat Yarar

8 Ocak 2013 Salı

Cama Can Katan Babamın Oğlu Olarak Kırılan Kalbimin Sesiyle…


Aşağıda bir Şişecam işçisinin oğlundan gelen mektubu yayınlıyoruz. Bu vesileyle, aileleriyle birlikte direnerek örnek olan Şişecam direnişçilerini bir kez daha selamlıyoruz.


Şişecam Genel Müdürü Sayın Ahmet Kırman,
Size soruyorum ve sesleniyorum. Sen çocuğunun geleceğini düşünürsün, iyi yerlere gelmesini istersin, değil mi? Hangi baba istemez?! Her baba aynıdır. Herkes ekmeğinin peşinden koşar. Babam da benim ve kardeşimin geleceğini düşünüyor. İyi yerlere gelmemizi istiyor. Ben büyüyünce polis kolejinde okumak istiyordum, ama siz polisi bizim karşımıza diktiniz. Sizde hiç vicdan yok mu? Çocukların karşısına hiç polis dikilir mi, biz size ne yaptık? Bu da benim ispatımdır size.
Babamı ve işçi arkadaşlarını işten çıkarıyorsun. Burada biraz da sizi düşünüyorum. Siz Eskişehir’e tecrübeli işçileri götürmüyorsunuz, yerlerine yeni, yani tecrübesiz işçi alıyorsunuz. Babam 15 senedir çalışıyor. Size cam üretiyor, emek veriyor. Yeni işçiler babam ve arkadaşları kadar usta ve tecrübeli olamazlar. Çünkü usta ve tecrübeli olmak için bir işçinin 6 sene ve hatta ömrünü vermesi gerekir. Sayın Ahmet Kırman, sizin zararınız da şudur: sen yeni işçi alıyorsun, tecrübe ve ustalıkları yok. Bu şişeleri zamanında yapıp satabilecek misin? Yapıp satsan bile kalitesiz ve dandik şişe yapıp satarsın.
    Size bu kadar söylüyorum. Başka söyleyeceğim bir şey yok. Çünkü size söylenecek başka söz bulamıyorum.
Saygılarımla,

Cafer Can Ayan
7. Sınıf öğrencisi

SSK Görevlileri ile Patronun İşbirliği = İşçi Kıyımı


Geçen hafta çalıştığım işyerine, denetleme yapmak için SSK görevlileri geldi. CNC bölümünden 3 kişiyi toplantı odasına çağırdılar ve kaç para maaş aldıklarını sordular. İşçiler de “belki düzelir” umuduyla işin doğrusunu söylediler: 2 bin lira maaş aldıklarını, yalnız sigorta primlerinin asgari ücretten ödendiğini belirttiler.
İşçiler bu gerçekleri söylerken herkesin adına konuşmuşlardı, fakat SSK görevlilerinin işçi arkadaşlarının isimlerini patrona vereceklerini bilmiyorlardı. Ta ki işten kovuluncaya kadar… Ve dün öğrendiler, ayrıca şefleri de geçen bir genel toplantıda işçileri savunduğu için onlarla beraber işten kovuldu, yani toplam dört işçi!
Fabrikada çalışan işçilerin çoğunun aklında şimdi şu var: “Onlar zaten kovulacaktı, SSK bahane oldu.” Tabii bunları söylerken yarın sıranın onlara gelecek olmasından habersizler.
Dün bir kere daha anladım ki tek başına hiç bir şey olunmuyor. Biz hepimiz şikayet etseydik hepimizi kovamazdı patron. Bunu anlayamıyoruz maalesef. Toplu sözleşme olmadan, işçilerin örgütlü birliği olmadan hiçbir yerde iş garantimiz yok.
İMD’li Bir Metal İşçisi

7 Ocak 2013 Pazartesi

Şişecam İşçisi Direniyor (Video)

Şişecam İşçisi Direniyor! 
İşçi Mücadele Derneği Direnen Şişecam İşçilerinin Yanında
 
 
   Dışarıda kar, Topkapı'da gece gündüz direnen Şişecam işçileri! Kar birilerine temizliği, mutluluğu hatırlatır, birilerine ise hastalığı, belki de ölümü. İşte kapitalizmin çelişkisi... Şişecam işçileri bu soğuğa rağmen 11 gündür direnişte. Haydi desteğe, onlarla birlikte varil ateşinde ısınmaya, dondurucu soğuğa, titreyen ellere inat direniş çayını yudumlamaya... Bizlere bunları reva gören hükümete, devlete, sermayeye, Ahmet Kırman'a seslenmeye: Ölmek var, dönmek yok!

6 Ocak 2013 Pazar

Şişecam İşçisi Yılmadan Direniyor!

Şişecam şirketi, kendi web sitelerinde de belirtilmiş olduğu gibi, çeşitli sıralamalarda dünyada üçüncülükle yedincilik arasında gidip gelen bir cam üreticisi. Cam üreticisi dediysek üreten şirketin sahibi, müdürleri ya da makinelerin kendisi değil. Tam da bugün sokağa atmaya çalıştığı 450 işçi sayesinde bu noktaya gelmiş. Ve bugün işleri kötü olduğu ya da zarar ettiği gerekçesiyle değil (gerçi öyle söyleyen patronlar da kârdan zarar ediyorlar ya), tam tersi büyüdüğü gerekçesiyle fabrikayı Eskişehir’e taşıyacağını açıkladı.
Bu açıklama yeni değil, ancak işçiler 28 Aralık’tan bu yana fabrikayı, onların deyimiyle evlerini terk etmiyorlar. İşçilerden biri “işgal etti diyorlar çok içerliyorum, ben kendi ellerimle var ettiğim evimden çıkmıyorum, suç mu?” diye soruyor. Şişecam’ın planı sadece bu fabrikayı taşımakla bitmiyor; belirli bir süre içerisinde üretimi üç ana bölgeye (Ankara, Bursa, Eskişehir) toplamayı planlıyor. Daha da açıkçası Şişecam işçileri için süreç yeni başlıyor. Buradaki bir başarısızlığın önümüzdeki dönemde diğer Şişecam fabrikalarındaki süreçleri etkileyeceği biliniyor.


Dün (5 Ocak 2013) Şişecam işçileri sabahı çevik kuvvetlerin fabrikaya girmesiyle karşıladı. Bu olasılığı önceden hesaba katmış olmaları içeride de hazırlıklı olmalarını beraberinde getirmişti. Sabah 8 itibariyle hem işçiler fabrikanın içinde ve çatısında yerlerini almıştı, hem de eşler ve destekçiler kapının önündeki yerlerini. Yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya atılan iki ana slogan vardı: “Ölmek var dönmek yok, biz bu yola baş koyduk” ve “Şalter inecek bu iş bitecek” idi. İkinci slogan sadece basit bir tehdit anlamını taşımıyordu: 1 Ocak günü toplam 11 Şişecam fabrikasında bir günlüğüne şalter inmişti ve o günden itibaren fazla mesailer yapılmıyordu. Dolayısıyla Şişecam işçileri salt korkutmak için pazarlık amacıyla atmıyordu bu sloganı: "Buradaki müdahaleniz diğer 10 fabrikayı bitirir" diye seslendiler. Eşlerin, çocukların ve destekçilerin de kararlılığı eklenince polis fabrikadan çıkmak zorunda kaldı. Polisin çıkışının ardından konuştuğumuz tüm Şişecam işçileri aynı cümleyi tekrarladı: Direniş aslında bugün başladı!
Direnişin ilk gününden itibaren süreç geçmişten bugüne kararlılıkla mücadele eden öncü işçilerin sağlam duruşuyla ilerliyor. Bu durum kendini her yerde gösteriyor: Yılbaşı organizasyonunda, direniş çadırında ve içerideki her türlü organizasyonda görünür olan onlar. Güzel olan sendikaların olduğu pek çok direnişte karşılaştığımız “sendikamız bizim yerimize söz söyler” anlayışının değil, “birlikte karar verip uygulayacağız, sendika bizim dediklerimizi yapmak için var” bakış açısının varlığı. Nitekim bu bakış açısının genelleşmesi gerekiyor.

İMD olarak orayı evimiz olarak görüyor, bu kazanımın tüm işçi sınıfının hanesine yazılacağını biliyoruz. Bu nedenle tüm sınıf devrimcilerini elbette hayaller ve gereksiz güven vaat etmeden olabilecekleri anlatmaya ve bunu yaparken de her aşamada asıl gücün işçilerde olduğunu vurgulayarak umudu büyütmeye çağırıyoruz.

3 Ocak 2013 Perşembe

Yeni YÖK Tasarısına Karşı Örgütlü Mücadeleye!


Devletin bütün kurumlarını ele geçirerek mutlak iktidarını ilan eden AKP şimdi de hem üniversitelerdeki kontrolünü iyice pekiştirmek, hem de sermayenin daha rahat at koşturabilmesi için yeni bir atağa kalktı. YÖK’ü ele geçirene kadar YÖK muhalifliği yapan ve "anti-demokratik olduğu için YÖK’ü kaldıracağız" diyen AKP şimdi YÖK’ü daha da etkinleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda emekçi çocuklarına üniversite kapılarını tamamen kapatmaya hazırlanıyor.  
İktidara geldiği andan itibaren sermayenin çıkarları doğrultusunda sağlığı taşeronlaştıran, devlet işletmelerinde çalışan binlerce emekçiyi güvencesiz çalışmak zorunda bırakan, eğitimin her kademesini niteliksizleştirerek tamamen paralı hale getiren AKP şimdi de üniversitelerde egemenliğini pekiştirmeye çalışıyor. Daha önceki denemelerinde istediği başarıyı elde edemeyen AKP şimdi daha kapsamlı bir tasarıyla üniversitelere karşı topyekûn bir saldırıya hazırlanıyor. Amaç bilgi üretiminin sadece patronlar için yapılması ve üniversite eğitiminin burjuvazinin çocuklarına has bir ayrıcalık haline getirilmesidir.
 
YENİ YASA DEĞİŞİKLİĞİ NELER GETİRİYOR?
Yeni yasa değişikliğiyle birlikte hem YÖK’ün konumu daha da sağlamlaşıyor, hem de üniversiteler tamamen sermayenin denetimine giriyor. Nasıl mı?
Üniversiteler şu anda YÖK tarafından yönetilirken bundan sonra her üniversitede bir sözde “Üniversite Konseyi” olacak. Bu konseyler ise parlamento, YÖK, rektörler kurulu, cumhurbaşkanı ve bakanlar tarafından seçilecek 11 kişi ile bir şehrin en çok vergi veren 10 patronundan oluşacak. 21 kişilik bu konseye girmek için akademisyen olma şartı tamamen kaldırılacak. Yani Ali Ağaoğlu İTÜ’yü, Acun Ilıcalı Mimar Sinan Güzel Sanatlar’ı yönetecek!
Ayrıca bu yasa tasarısıyla birlikte Diyanet, Emniyet ve MİT gibi kurumların üniversitelere el atması daha da kolaylaşacak.
Bu yasayla birlikte zaten demokratik olmayan üniversite yönetimi tamamen anti-demokratik bir hal alacak, çünkü bu yasa tasarısıyla birlikte öğrencilerin (zaten yoktu) ve akademisyenlerin üniversite yönetiminde söz hakkı tamamen kalkacak. Kâr getirmeyen arkeoloji, sanat tarihi gibi bölümler ise kapatılacak. Fen-Edebiyat fakültelerindeki diğer bölümler ise öğrenci sayıları azaltılarak sadece öğretmen yetiştiren yerler olacak.
 
AKADEMİSYENLERİN DURUMU NE OLACAK?
Yeni YÖK tasarısı bilim emekçilerini de vuracak. Yasayla birlikte akademisyenlere de güvensiz çalıştırılma koşulları dayatılıyor. Bu tasarıyla birlikte akademisyenler sadece ticari değeri olan araştırmalar yapabilecek. Üniversite konseyinin onaylamadığı çalışmalar için üniversite imkânlarını kullanamayacak ve ödenek alamayacak. Asistanlar ise sadece şirketlerin istediği araştırmalarda çalışabilecek, proje bittiği zaman ise işsiz kalacak. Bu sayede üniversiteler şirketlerin Ar-Ge  (araştırma geliştirme) bölümlerine dönüşecek. Üniversite içerisinde kurulacak olan bilgi lisanslama ofisleri aracılığı ile bilim emekçileri bilgi üretimini tamamen patronlar için yapacak.

DÜNYADAN ÖRNEKLER
YÖK tasarısıyla birlikte gelen değişiklikler birçok ülkede de uygulanmaktadır. Örneğin dünyanın en iyi felsefe bölümüne sahip olduğu söylenen İngiltere’deki Middlesex Üniversitesi kâr getirmediği için felsefe bölümünü kapattı. Bu örneği izleyen diğer üniversiteler ise sosyal bilimler alanında eğitim yapan bölümlerini küçülttü. 
 
Ha üniversite ha fabrika.
Grev! İşgal!

ÜNİVERSİTELER TAMAMEN ŞİRKET HALİNE GELİYOR!
Yeni YÖK yasası ile birlikte özel üniversitelerin (sözde “vakıf” üniversitelerinin) önündeki bütün engeller kalkacak. Vakıf üniversiteleri kanununda bulunan “kâr amacı güdemez” ibaresi kaldırılarak özel üniversitelerin önünün açılması planlanıyor. Bu yeni yasayla birlikte özel üniversitelerin borsada hisseleri olacak. Ayrıca yabancı özel üniversiteler de Türkiye’de okul açabilecek. Her ne hikmetse bu iş için Türkiye’ye başvuran ilk üniversite ise tüm dünyada yönetiminin gericiliğiyle tanınan, kadın ve erkeklerin haremlik-selamlık eğitim aldığı El-Ezher Üniversitesi.

HAR(A)ÇLAR KATLANIYOR!
Mali özerklik adı altında üniversiteler kendi yağlarıyla kavrulmak zorunda bırakılıyor. Bu da harçların en az iki katına çıkması demek oluyor.

Tüm bunlara karşılık birkaç üniversite dışında pek bir politik hareketlenme yok ve öğrencilerin büyük bölümü sistemin onlara pompaladığı hayaller ve aile dayatmalarının etkisiyle siyasetten ve örgütlenmeden uzak duruyor. Ancak gerçeklerden kaçış yok: Ya üniversite öğrencileri olarak haklarımıza sahip çıkarak örgütlü mücadelemizi yükselteceğiz ya da bu kapitalist cenderede ezileceğiz.

EĞİTİM HAKTIR SATILAMAZ!                      
PARASIZ EĞİTİM İÇİN ÖRGÜTLÜ MÜCADELEYE!
EŞİT, PARASIZ, BİLİMSEL, DEMOKRATİK, ANADİLDE EĞİTİM! 
ÜNİVERSİTELERDE SÖZ, YETKİ, KARAR ÖĞRENCİLERE VE TÜM ÜNİVERSİTE EMEKÇİLERİNE!

Bursa’dan İMD’li Öğrenciler