Bugün birçok kadın açısından çocuk doğurmak çalışma hayatına veda
etmek anlamına geliyor. İşçilerin gerçekten yararlanabilecekleri sağlam,
işleyen bir kreş hizmeti sistemi olmadığı için, birçok anne-işçi ya çocuğunu
kreşe emanet etmek istemediğinden ya da düzgün bir kreşe gücü yetmediğinden
çalışma hayatından “erken emekli” olmaktadır. Kürtaj hakkına yönelik dünya çapındaki saldırılar, hamilelik izni,
emzirme hakkı vb. gibi hususlarda yerleşik, güvenceli yasaların olmaması ya da
uygulamada sorunların yaşanması da yine dünya çapında görülen bir olgudur.
Kadın sorununun evrenselliğini anlamayan ya da bunun üstünü örtmek isteyen
anlayış meseleyi “ileri, aydınlanmış” Batı’nın aksine “geri kalmış” Doğu’ya
özgü bir sorun olarak lanse etmeye çalışsa da, Batı ülkelerindeki kadın işçiler
de aynı sorunlardan mustariptir. Orada da çocuğunu iyi-güvenilir bir bakıcıya
bırakmak küçük bir azınlığın tekelindedir, fahiş fiyatları karşılayabilmek
ortalama bir işçi ailesinin imkânı dâhilinde değildir, kürtaj hakkına
pervasızca saldırılar sürmektedir vs.
Sorun
ne idüğü belirsiz bir “geri kalmışlık” ya da “modernleşememe” sorunu değil, bir
düzen sorunu, kapitalizm sorunudur.
Uluslararası Af Örgütü’nün bundan
birkaç yıl önce açıkladığı raporda verilen rakamlar Doğu-Batı, azgelişmiş
kapitalizm-gelişkin kapitalizm masalını diline dolayanların nasıl bir
ideolojinin peşinde koştuklarını göstermektedir. Bu rapora göre, her dört günde
bir Fransa’da bir kadın aile içi şiddet nedeniyle ölüyor; Kanada’da kadınların
yarısı 16 yaşına gelene kadar en az bir kere fiziksel ya da cinsel şiddete
maruz kalıyor. Kadınların üçte biri eşinden ya da partnerinden şiddet görüyor.
İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre kadınların yüzde 25’i, yaşamları
boyunca eşleri, eski eşleri ya da erkek arkadaşları tarafından yumruklanıyor ya
da tokatlanıyor. ABD’de kız çocuklarının aile bireyleri tarafından istismar
oranı yüzde 40 civarında seyrederken, ev içi şiddet ise yüzde 21 ila yüzde 54
arasında değişiyor. Dahası ABD’de her yıl 5 binin üzerinde kadın dövülerek
öldürülüyor.
Türkiye’nin de bu açılardan
eksiği yok fazlası vardır. Şimdi tüm bunlara bir de kürtaj yasağı
eklenmektedir. Batılı kapitalist ülkeler de dâhil olmak üzere dünyanın birçok
yerinde, kadını kuluçka makinesi olarak gören burjuva zihniyeti, kadınları bu
en temel haklarından mahrum bırakmak için uğraşmaya devam ediyor – Tayyip
Erdoğan’ın “üç çocuk” fermanı bunun en yüzsüz ifadelerinden yalnızca biridir. Kadınların
sorunlarını çözmek için, kadın-erkek emekçilerin eşit temelde insanca bir hayat
yaşamaları için hiçbir adım atmayan AKP hükümeti, “kürtaj cinayettir” diyerek
kürtaj ve sezaryeni yasaklamak istiyor.
Sayıca her geçen gün artan iş “kazaları”nda,
kadına yönelik şiddette, aleni bir katliam olan Uludere/Roboski’de cinayetlere
gözünü kapayan, dahası ne ölüye ne diriye saygısı olduğunu kanıtlarcasına
ölülerimizin arkasından çiğ çiğ konuşan AKP, şimdi kalkmış vicdandan, ahlaktan,
dini inançtan bahsetmektedir. Buna kim inanır?
Hükümetin ahlakla, inançla alakası
olsa, önce bu ülkede tecavüzü ve kadına yönelik şiddeti bitirmek için tüm etkin
önlemleri alacağını beyan eder ve alırdı. Mesele muhafazakarlık ya da kutsal
değerler değil, su katılmadık gericilik, kendi darkafalı yaşam tarzını
tüm topluma dayatma, gündemi değiştirme, kapitalizmde erkek egemenliğini
güçlendirme meselesidir.
Güya “herkesin yaşam tarzına saygılı” olan hükümet, kendi darkafalı yaşam tarzını topluma dayatmaya çalışmaktadır. Kürtaj anti-demokratik saldırıların, gerici
yaşam tarzı dayatmayı amaçlayan bütünsel bir saldırının parçasıdır ve bu
nedenle toplumsal muhalefetle yanıt bulmalıdır. Dahası buna belki de herkesten çok,
başörtüsü sorununda sosyalistlerden ve diğer toplumsal kesimlerden (haklı olarak) destek bekleyenler karşı çıkmalıdır. Gün hem demokratik haklarımız için mücadele, hem de gadre
uğradığını söyleyip herkese özgürlük diyen ama tutarlı bir çizgiden yoksun olan "kendine müslümanları" teşhir etme günüdür!
Bize mevcut kürtaj hakkının
korunması yetmez! Biz başka âlem isteriz! Bu uğurda yürüteceğimiz mücadelede acil taleplerimiz şunlardır:
- Eşit işe eşit ücret, işyerinde her türlü
eşitsizliğe son verilmeli,
- “Ev kadınları” olarak anılan milyonlarca
emekçi kadın ücretli işçi kapsamında sosyal haklara kavuşturulmalı,
- Kadınlara yönelik ayrımcı yasalar tümüyle
kaldırılmalı ve bu tür davranışlar ağır suç kapsamına alınmalı,
- Kürtaj ve doğum kontrol yöntemlerinin
önündeki fiili-yasal her türlü engel kaldırılmalı ve herkes
için ücretsiz hale getirilmeli,
- Yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada
önemli bir yer kaplayan, “namus” kisvesi altında işlenen suçlara, taciz ve
tecavüzlere ağır-caydırıcı cezalar getirilmeli, bu amaçla ilkokuldan
başlayarak, müfredatı sendikaların ve ilgili sivil toplum örgütlerinin
katkılarıyla belirlenen bilimsel içerikli dersler yürürlüğe koyulmalı,
- Sığınma evlerinin sayısı artırılmalı,
herkes için ulaşılabilir hale getirilmeli,
- İşyerlerinde ücretsiz kreş, emzirme odası
açılmalı,
- Annelere ücretli doğum izni ve süt izninin
süresi artırılmalı, doğum izni sadece anneyi değil, babayı da kapsamalı,
- Doğumdan önce ve sonra en az 6 ay ücretli
izin uygulanmalı ve işe geri dönüşte işçinin hakları güvence altına
alınmalıdır.