20 Mart 2013 Çarşamba

Bir İş "Kazası" ve Patronun Tavrı


Merhaba,
Ben özel bir şirkette metal işçisiyim. Çalıştığım işyerinde malzemeler çok dağınık, raf olmadığından dolayı kestiğimiz, kaynattığımız malzemeleri ya duvara ya da makinaya yaslamak zorunda kalıyoruz. Bu da beraberinde iş kazalarına sebep oluyor.
 Gecen gün bir arkadaşım malzemeyi koyarken elini kesti, ama düzende değişiklik olmadı.
 Bugün de lazerde malzeme kesen arkadaşın ayağına malzeme düştü, durumu ciddi, hemen hastaneye götürdüler.
 Durumu gören müdür şeflere kızarak dağınık halde olan malzemelerin bir an önce palete konulmasını istedi.
 Sizlere soruyorum ey emek düşmanı, işçiyi iliklerine kadar sömüren kodamanlar,
Daha dün iş güvenliği eğitimi veren sizdiniz
Emniyet araçlarını kullanmayana ihtar yazacağım diyen sizdiniz!
Biz siz istediğiniz için değil, kendi sağlığımız için emniyet gereçlerini kullandık.
Peki, biz size ne ceza verelim emniyetli çalışma ortamı sağlamadığınız için?!

18 Mart 2013 Pazartesi

İMD İşçi Hakları Atölyesi Başlıyor!


İMD İşçi Komitesi'nin örgütlediği İşçi Hakları Atölyesi başlıyor. Birleşik Metal İş TİS Uzmanı İrfan Kaygısız ve DİSK Araştırma Uzmanı Serkan Öngel’in sunum yapacağı bu atölye çalışmasını 15 günde bir Kartal İMD’de gerçekleştireceğiz. Haklarımızı öğreneceğimiz ve sorunlarımız için çözüm belirleyeceğimiz bu atölye çalışmasına bütün dostları bekliyoruz. İlk atölye 19 Mart Salı akşamı 7.30’da.


Bu haftanın konuları:

      • Çalışma Süresi
      • Fazla Mesai
      • Gece Vardiyası/Gece Zammı
      • Ara Dinlenmesi
      • Yıllık İzin, Rapor
      • Esnek Çalışma
      • Telafi ve Denkleştirme

 ADRES: Yukarı Mah. Çırçır Cad. Acıçeşme Sok. No:11/1 Kartal
 (Petshop-Pastane arasındaki sokak, “pazar sokağı”)

14 Mart 2013 Perşembe

Kadının Kurtuluşu Mücadeleden Geçer

Kadın, çağlar boyunca eğitimsiz ve geri bırakılmıştır. Bu yüzden üretim alanlarında kadın emeği çoğu zaman vasıfsız emektir. Özel bir bilgi ve eğitim gerektirmeyen işlerde çalıştırılırlar. Hayatlarını yaşamaları gerekir, ama daima başka birileri için yaşarlar, kendi hoşlandıkları müziği, sinemayı, sporu, sanat dalını ve sair bilmezler ama eşlerinin veya çocuklarının nelerden hoşlandıklarını çok iyi bilirler. O birileri için yeri geldiğinde kıyasıya savaşırlar, ama sorun kendileri olunca kollarını indirir, boyunlarını eğerler; ev işlerinin boğucu etkisinin onun yaratıcılığını, üretkenliğini, girişkenliğini nasıl törpülediği açıkça ortaya çıkar.
Çalışma yaşamına katılmak kadının özgürleşmesi yolunda ileri bir adımdır. Ancak kadının kurtuluşu anlamına gelmez. Çünkü bir emekçi olarak sömürülmesinin yanı sıra ayrımcı, cinsiyetçi, yasal yaklaşımlar, gelenekler ve toplumsal kurallardan dolayı bir yığın sorunla karşı karşıyadır. Bunların alt edileceği yer ve ortam mücadelenin ta kendisidir. Bizler dünya nüfusunun yarısından fazlasını oluşturuyoruz ve en önemlisi nüfusun diğer yarısı ile aynı haklara sahibiz. Bu sorunlardan kurtulmamız mücadeleye sunacağımız katkı ile doğru orantılıdır.
Finans sektöründen İMD takipçisi bir kadın işçi

12 Mart 2013 Salı

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde Alanlarda ve Çığlıklarda Buluştuk


Binlerce emekçi kadın sınıf kardeşimizle, kapitalist düzenin kölesi olmayacağımızı, sömürüye, sermayeye, erkek egemen düzene CAN vermeyeceğimizi haykırdık.





Renklerimiz mor, yeşil, sarı ya da kızıldı, renklerimizle zenginleştik güzelleştik ve ortak paydada buluşup emeğimizi görmeyenlerin, sesimizi duymayanların, duyup da bastırmaya çalışanların kulaklarında binlerce ses olup korkuları olduk.
"Kadınlar, yaşamın çaresizlik, zayıflık ve hastalık içeren ve sorumluluğunu taşıyan, akıldışı ve telafisi imkânsız olan, müphem, pasif, kontrol edilemeyen, hayvani olan, temiz olmayan tüm bölümlerini gölgelerin vadisini, yaşamın derinliklerini yaşadıkları ve yaşamaya devam ettikleri için aşağılandılar." (Ursula K. Le Guin)  

Kadın Örgütlendikçe özgürleşecek. Örgütleniyoruz ÖZGÜRLEŞECEĞİZ!


Tüm bu aşağılanmışlık, dışlanmışlık, ezilmişliğin verdiği acıyla birleştik, bütünleştik, biz vardık, varız, var olacağız dedik o büyük kadın militan Rosa Luxemburg gibi.

Tarihsel değişimi belirleyen kadınların özgürleşme oranıdır.
İnsanlığın zorbalığa karşı kazandığı zaferin bulunduğu nokta, kadının erkekle, zayıfın güçlü olanla karşılaştırıldığında ortaya çıkan durumdur. Kadının özgürlük derecesi toplumsal özgürlüğün doğal ölçüsüdür.
Kadının aşağılanması, uygarlığın ve barbarlığın ana unsurudur. Şu farkla ki, barbarlık basit yöntemler uygularken, uygar sınıf kusur ve ayıplarını karmaşık varolma yöntemine, belirsizliğe ve ikiyüzlü bir çift anlamlandırmaya yükseltir. Kadının esaret altında tutulduğu bir toplumda, hiç kimse erkek kadar ağır bir biçimde cezalandırılmamıştır. (Fourier’den aktaran Marx, Marx–Engels, Kutsal Aile içinde, Sol Yayınları, 2003, s. 256)

Önderlerimizin ışığında işçi sınıfını 21. yüzyılda karanlığı yaşamaya mahkûm etmiş, kadını erkeğe düşman, erkeği kadına düşman eden düzenin haddini bildireceğiz!
"Bir ülkenin bir de aydınlık tarafı, yüksek sıradağları, parlak çayırları varsa, biz onları ancak öncü kaşiflerin masallarından biliyoruz." Henüz oraya ulaşmış değiliz. Oraya ulaşacağız, orası birilerinin değil orası hepimizin, tüm emekçilerin.


Ve 64 yaşında Hatice teyzem İşçi Mücadele Derneği’nin ne olduğunu sordu. Biz dedik, kadın erkek demeden işgücünü satarak hayatını devam ettirmeye çalışan, sistemin kanını emdiği, ezdiği işçi sınıfının ve tüm ezilenlerin sesi soluğu olmak ve güzel bir dünya kurmak için varız.
"O zaman tüm dünyanın sizinle yürümesi gerekiyor" dedi. "O halde ben sizinle yürümeliyim" diyerek aldı bayrağı eline bizimle yürüdü.





Kısacası o gün 7'den 70'e alanlardaydık. Tek sorun, burjuva feminizminin esiri olmuş grupların yasakçı yaklaşımından ötürü eylemin haremlik selamlık bir eylem olmasıydı. Biz orada bu saçmalığa karşı çıkmak için de haykırdık, "kadın-erkek el ele mlitan mücadeleye" diye.
Cinsel, ulusal, sınıfsal sömürüye son vermek için biz varız.

İMD 8 Mart'ta "Sermayeye Can Vermeyeceğiz" Diyerek Yürüdü





























İMD Pazar mesaisi ekibi



8 Mart 2013 Cuma

Devletin Cinsiyeti "Erkekleşiyor"! Kadınlar Öldürülüyor!


Batman’da 15 yaşında bir KADIN, biyolojik yaşı 22, kendisine amcası ve yeğenleri tarafından tecavüz edildi. Sonrası: Irmakta boğularak öldürüldü. 17 yaşında bir KADIN Antep’te öldürülüp bir ormana atılmış. Neden? Niçin? Bilinemedi. 44 yaşında bir KADIN İzmir’de eşinin daha fazla kölesi olamayacağını itiraf edince işkenceyle eşi tarafından öldürüldü. 29 yaşında bir KADIN eşinin kardeşi tarafından sokak ortasında kurşun yağmuruna tutuldu.
33 yaşında bir KADIN fotoğraf çekmek için Türkiye’ye geldi. Bazı hamkafaların deyimiyle yalnız başına bir KADIN’ın ne işi var Türkiye’de yorumunu, milyonlarca küfürle anlatmak geliyor içimizden. Bir kadın tek başına olamaz zihniyetini hapsetmek kurtuluş olur mu? Zira çocuk yaştaki kızların haksız bulunduğu tecavüzcü bir ülkede yaşıyoruz. Bu tecavüz bir kadına değil, milyonlarca kadına ve yarın onlardan doğacak olan kız çocuklarının bedensel, zihinsel ve psikolojik gelişimine yapılmıştır. DÜNYA YÜZÜNDE YAŞAYAN BÜTÜN KADINLARIN YAŞAMA HAKKINA, ÖZGÜRLÜĞÜNE TECAVÜZ EDİLİYOR VE BİZ Hâlâ UYUYORUZ.
Erkek egemen kapitalizmle gittikçe çirkinleştirilen dünya elinde hemcinslerimin yanındayım, sesimin çıktığı kadar haykırıyorum: 14 yaşındaki kız çocuğuna, yani kızına tecavüz eden babanın cezasını ver(e)meyen, tedavisini yapamayan adalet çözümü kadınları kapatmakta arıyor.
Suudi Arabistan’da, beş yaşındaki öz kızına tecavüz edip, öldüresiye dövmekle suçlanan Suudi din adamı sadece birkaç ay hapse ve 50.000 dolar “kan parası” ödemeye mahkûm edildi. Suudi Arabistan’da Feyhan Hamdi isimli din adamının cezası, ölen çocuk “kız çocuğu olduğu için” yarıya indirildi.
İslamcı Suudi televizyonlarının tanınmış isimlerinden olan Hamdi, kızı Lama’yı kablolar ve bastonla dövdüğünü itiraf etmişti. Hamdi’nin kızının bakire olmadığından şüphelendiği ve çocuğu zorla muayene ettirdiği de belirtilmişti. Lama, Aralık 2011’de kafatası, kaburga kemikleri ve bir kolu kırılmış, vücudunun çeşitli yerleri yara ve yanıklarla kaplı halde hastaneye getirilmişti. Hastane görevlisi kızın belkemiğinin kırıldığını ve “her şekilde” tecavüze uğradığını söylemişti.
Erkek egemen düzenin yalakalarına, savunucularına soruyoruz: Siz bu olaylar karşısında çözümü nerede görüyorsunuz? 
Devletin cinsiyetini erkekleştirdikçe tecavüzleri, cinayetleri engelleyemeyeceksiniz. Fizik gücü zayıf olanı öldürmekle, hırpalamakla bir yaşam süremeyeceksiniz.
Kendi acizliğini yoksunluğunu kadına şiddet göstererek bastırmaya çalışan kodlanmış erkek egemen işleyişinin aslında tutsağı, çirkin yüzü bu düzenin bekçilerinin ta kendisidir.
Bu kanayan yarayı, kadına “sen kuluçkasın, git 5 çocuk yap ve sokağa çıkma” diyerek durdurmayı düşünen kafa sadece geri kafalıların çözümüdür.
Hayatı erkeklerle birlikte var eden kadınları üretimin, yaşamın, dışarının, ekonominin, meclisin (ama gerçekten emekçilerin olan bir meclisin) ve devletin yönetimine katmadıkça, kadını evde hapsolduğu üçgenden kurtarmadıkça dünyayı kurtaramayacağız.
Şimdi aşağıdaki verilere bakarak zamanda utanç verici bir yolculuk yapalım ve yeniden hatırlayalım bu dünyanın ciddi bir temizliğe ihtiyacı var.
* 2012’nin ilk ayında erkekler 12 kadın öldürdü; 26 kadın ve iki çocuğu yaraladı; 10 kadına tecavüz etti, 5 kadına zorla seks işçiliği yaptırdı; 35 kadını taciz etti. 29 ilde 92 kadına yönelik şiddet, cinayet, cinayete teşebbüs, taciz, tecavüz, yaralama ve çocuk istismarı vakası yaşandı. (http://bianet.org/bianet/insan-haklari/135992-erkek-siddeti-ocak-2012-tam-metin)
* 2011’de erkekler 257 kadın, 14 çocuk ve 2 bebek öldürdü; en az 102 kadın ve 59 kız çocuğuna tecavüz etti; 167 kadını taciz etti; 220 kadını yaraladı. 2011’de koruma talep ettiği, savcılığa veya polise şikayette bulunduğu ya da sığınma evlerine yerleştirildiği halde 11 kadın öldürüldü, üç kadın ağır yaralandı. Kimi zaman şikayet ettikleri erkekle nikahı olmadığı için kadının koruma talebi reddedildi, kimi zaman yeterli önlem alınmadığı için kadınlar öldürüldü. (http://bianet.org/kadin/insan-haklari/135404-erkekler-257-kadin-oldurdu)
* Türkiye’de kadın cinayetlerinin sayısı yedi yılda % 1400 arttı. Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre, Türkiye’de kadınlara yönelik cinayet oranı son istatistiklere göre 2002 ila 2009 yılları arasında % 1400 artış gösterdi. 2002 yılında öldürülen kadın sayısı 66 iken, bu rakam 2009’ın ilk yedi ayında 953’e çıktı. Resmi kayıtlara göre, 2003’te 83, 2004’te 128, 2005’te 317, 2006’da 663, 2007’de 1011, 2008’de ise 806 kadın cinayete kurban gitti. (http://bianet.org/bianet/kadin/132742-kadin-cinayetleri-14-kat-artti)

AİLE İÇİ ŞİDDET
SUÇ ADI
2010
GENEL TOPLAM
2010
AİLE İÇİ
2011
GENEL TOPLAM
2011
AİLE İÇİ
ÖLDÜRME-TÖRE-NAMUS
1.219
168
1.136
147
KASTEN YARALAMA
189.377
20.655
207.253
25.740
CİNSEL SALDIRI
2.711
175
3.327
221
KÖTÜ MUAMELE
29.344
29.344
35.088
35.088
Derleyen: Av. Vildan Yirmibeşoğlu

Yeterince utandık mı? Kendimize sorduk mu? Ben bu tabloyu değiştirmek için ne yaptım? Ne yapıyorum? Ne yapmalıyım?
Çapa'dan İki Sağlık Emekçisi Kadın 

5 Mart 2013 Salı

Devlet Bizi Ne Yerine Koyuyor?


Bildiğiniz gibi Samatya’da bir süre önce Ermeni yaşlı kadınlara yönelik saldırılar meydana geldi. Birinin ölümüne neden olan saldırılarda diğer kadınlar da çok ciddi darp edilmişlerdi, hatta biri gözünü kaybetme riskiyle karşılaştı. Birçok kanal ve gazete bu saldırıların sadece hırsızlık amacıyla yapıldığını, hiçbir ırkçı yönünün olmadığını vurguladı. Hattâ Ermeni aydınlar da çıkıp “Polisimiz iyi çalışıyor. Net bir sonuç olmadan ırkçı saldırı olarak nitelememeliyiz” açıklaması yaptılar. Ardından Samatya’da daha önce hiç rastlamadığımız türde bir eylem gerçekleşti. Ermenilerin de yoğun olarak katıldığı bir basın açıklamasıyla “Kardeşime dokunma!” mesajı verildi. Kardeşlerinin yanında olan insanlar bu günde onları yalnız bırakmadılar.
Aradan bir aydan fazla zaman geçti. Bugün medyada Samatya’daki katilin bulunduğu haberi verildi. Katil bir Ermeniydi ve işsiz olan bu “Ermeni vatandaş” sadece gasp amaçlı yaşlı kadınların evine girerek onları darp etmişti! Bu haberle devlet; saldırıların azınlıklara yönelik ırkçı saldırılar olmadığını, İstanbul valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun dediği gibi sadece gasp amaçlı olduğunu belirterek kendini aklamış oldu. Peki, bu haber bizim içimize su serpti mi?
Bunu bir örnekle daha iyi anlatabileceğimi düşünüyorum. Medyadaki  en büyük kanallardan birinde yayınlanan “Karadayı” dizisini birçoğumuz biliyoruz. Orada da bir adam savcıyı öldürdüğü gerekçesiyle idam cezasına çarptırılmak üzere. Ama olayın arka planında çok büyük oyunlar dönüyor. Mahkemenin en yüksek mertebelerinde yer alan insanların yolsuzluğunu ortaya çıkartacağı için, diğer bir savcı tarafından öldürüldüğünü ve nasıl örtbas edilip suçu başka birine attıklarını görüyoruz.
Aslında devlet yayınladığı dizilerle bize bu yalanlara inanmamamız gerektiğini kendi medyasıyla anlatıyor.  Biz de bu yalana inanmıyoruz. Devlet kendini aklamak için birini ortaya atmıştır ve bu kişi de tesadüfe bakın ki Ermenidir. Yetkililer birçok örnekte olduğu gibi yalanlara sığınmıştır ve yalanlarla bizi susturmaya çalışıyor. 24 Nisan’da Sevag Balıkçı’nın şaka yoluyla öldürülmediğini, Mazlum Aksu’nun intihar etmediğini, öldürüldüğünü bildiğimiz gibi Samatya’daki olayların da ırkçı saldırı olduğunu söylemeye devam edeceğiz.
Yaşasın halkların kardeşliği!
Կեցցէ՝ժողովուրդներու եղբայրութիւնը:
Samatya’dan İMD’li bir devrimci

4 Mart 2013 Pazartesi

Şişecam - Bir Direnişe Bakmak (Video)

Yeni yıla girerken gerçekleştirdikleri direniş kazanımla sonuçlanan Şişecam işçilerinin İMD ekibi tarafından hazırlanan direniş öyküsü...


2 Mart 2013 Cumartesi

“Sanat mı Daha Önemli, Bilim mi?”



“Sanatçılar hoş hikayeler anlatırken, bilimciler nesnel bir şekilde evreni tarif ederler”.
Jonah Lehrer’in Proust Bir Sinirbilimciydi isimli kitabından bir söz bu.



Toplumdaki birçok insan sorunların çözümünü teknolojinin geldiği son aşamada arıyor. “Objektif” olan, “gerçek” olan bilimsel olandır. Oysa gerçekliği belirleyen de insandır, insanın nasıl algıladığıdır.
Bu kitap sanatçıların hayalgüçleriyle çok önceden bilimsel gerçekliği ortaya çıkardıklarını konu alıyor.
Hissetmek bazen uzun süre düşünülerek alınmış kararlardan daha doğrudur. Doğruların ortaya çıkışında hislerimiz çok önemli bir yer tutuyor. Sanatçıların, örneğin bir müzisyenin bir bestesi bunun kanıtıdır bence.
Hayalgücümüz gerçeklikten, yani nesnel olandan bağımsız olamaz. İnsanların araştırmaları, istatistikleri olduğu kadar gerçeği araştıran bir de duygu dünyaları vardır. Ve bu akıldan bağımsız alınamaz. Dünyada bir sürü şeyin yanlış gitmesine ve insanların buna ayak uydurmalarına rağmen bugün hissedebildikleri ve daha sonradan öğrenecekleri bir gerçeklik vardır. Daha sonradan öğrenecekleri o gerçekliğin önünü açan şey bugün hissetmeleridir bence.
Bu hayatımızda aldığımız en ufak bir karardan toplumsal bir olaya kadar bu şekilde başlar. Mantıklı olarak aldığımız kararlar çoğu zaman hislerimizin bize söyledikleridir.
Sonuç olarak dünyayı daha iyi algılamak istiyorsak bilimi ve sanatı, aklı ve duyguyu birbirinden ayırt edemeyiz. Bu ikisi ayrılmaz bir bütündür. Kendimizi de tanımanın en doğru yoludur.
İMD'li Bir Eğitim Emekçisinden