5 Nisan 2016 Salı

Tam Bir Alman Disipliniyle İşten Atılmak!

Merhaba ben özel bir şirkette gazaltı kaynak operatörü olarak çalışmaktayım.

Çalıştığım işyeri, inşaat iskelesi ürettirip 94 ülkeye ihraç eden, 62 ülkede fabrikası bulunan ve 2000’e yakın çalışanı olan, tamamı Alman sermayesi, dünyaca tanınan bir şirket.

Benimle birlikte 10 kişi işe başladık. İşe girerken bizi diğer fabrika için aldıklarını söylemişlerdi. Çalışmaya başladığımız ilk gün sanki açık cezaevinde olduğumuzu sandık. Benimle birlikte samimi olduğum arkadaş kaynak yapmak için malzemeye almaya gittiğinde sanki birinden kaçıyordu, çok şaşırmıştım. Yemek molasında ne olduğunu sorduğumda “ustabaşı malzeme alırken koşmamı söyledi. Herkes bir telaş içinde” dedi. Anlamadık. “Tam bir Alman disiplini!” dedik arkadaşlarla. Açıkçası çok işyeri değiştirdim ama böylesini ilk defa görmüştüm. Ustabaşını resmen putlaştırıp tapıyorlardı.

Çok olmamıştı çalışmaya başlayalı ki, ortalıkta bir dedikodu dolaştı: Fabrikada önce sipariş yok dediler sonra işçi çıkarılacak derken, 3 günde 30 kişi işten çıkarıldı. Benimle birlikte işe girenlerden kimse kalmamıştı. İşten çıkarmalar canımı sıkmıştı. Canımı en çok yakan şey ise, samimi olduğum arkadaşın işten çıkartılmış olmasıydı.

Üstelik Pazar günü zorla mesaiye gelmiş, haftada bir kez görebildiğim yoldaşlarımı bu hafta da göremeyecektim.

Pazartesi akşam gece vardiyasına gittiğimde, kart basmadan önce, güvenlik görevlisi adımı sayıkladı. Anlamıştım sıranın bana geldiğini…

Güvenlik muhasebeye götürdü beni. Muhasebeci çıkış işlemlerimi yaptı. Döndüm muhasebeciye: "Bizleri diğer fabrika için aldınız ama daha diğer fabrika açılmadan bizi çıkartıyorsunuz” dedim. Adam “siparişler falan” deyip beni başından savurdu.

Ertesi gün internetten iş ilanlarına bakarken bizi kovan işyerinin ilanını gördüm: “24 kişi kaynakçı alınacak” diye ilan vardı.

Anladım ki, burjuvazi biz işçileri bir kâğıt mendil gibi fırlatmış, bizim yerimize başka kâğıt mendiller almıştı.

Kâğıt mendil gibi harcanmamak için örgütlü mücadele vermek zorundayız.

                                                                         İstanbul’dan İMD’li Bir Metal İşçisi

Yoksulların Kanını Emen Vampir: "Vergi"

Şubat ayının son haftası vergi haftası olarak kutlanmaktadır. Bu haftada her yıl vergi rekortmenleri belirlenir; vergi kaçakçılığına karşı mücadele nutukları atılır. Vergi vermenin temel vatandaşlık görevi olduğu görüşü algılara kazınır. Yaşadığımız ülkede 200'e yakın vergi çeşidi bulunmaktadır. Aklımıza gelebilecek her şey için vergi veriyoruz. Gıda, eğitim, barınma, ulaşım, kültür- sanat ve daha birçok kalemde vergi ödemek zorundayız.

Kapitalist sistemde devletin en temel gelir kaynağı işçi sınıfından gasp edilen vergilerdir. Devlet ekonomik varlığını vergilere borçludur. Vergi gelirlerinin toplamı, dolaylı vergiler, dolaysız vergiler ve sosyal güvenlik primlerinden oluşmaktadır. Dolaysız vergiler, gelir, kazanç ya da servet üzerinden alınırlar. 

Dolaylı vergiler ise, insanın gündelik hayatında yaptığı tüm harcamaları kapsamaktadır. ÖTV (Özel Tüketim Vergisi) ile KDV(Katma Değer Vergisi) bunun en tipik örnekleridir. Dolaylı vergilerin adaletsiz olmasının temel sebebi, tüketiciler arasındaki gelir farkına bakmaksızın herkesten aynı oranda alınmasıdır. Toplumun ezici çoğunluğu işçi sınıfını oluşturmaktadır. Verginin de en büyük oranını dolaylı vergiler oluşturmaktadır. KDV miktarı 130 TL olan bir ürünü asgari ücret ile çalışan bir işçi aldığında ücretinin %10'unu vergiye vermektedir. Fakat bir patron aynı ürünü aldığında bu oran onun serveti için kayda alınmayacak bir küçüklüktedir. Devlet patronlara vergi konusunda her zaman yardım etmektedir. Teşvik paketleri, vergi afları gibi durumlar patronlar için her zaman vardır. Fakat SGK'lı ve asgari ücretle çalışan işçilerin vergiden kurtulma şansları yoktur. Çünkü maaşları daha eline geçmeden vergileri alınmıştır. Gündelik hayatta aldığı tüm mal ve hizmetlerin vergisini peşin olarak ödemektedir. Yani işçi sınıfının vergi kaçırma imkânı yoktur.

Patronlar için her zaman vergiden kurtulma yolları vardır. Gerek vergi afları, gerek teşvik paketleri, gerekse de kayıt dışı işçi çalıştırma ve gerçek gelir beyanında bulunmama gibi yöntemlerle her zaman vergiden kurtulabilmektedirler.

Her geçen gün vergi miktarları arttığı gibi, eğitime harcanan vergi miktarı da azalmaktadır. 2002 yılında bütçeden kamu hizmetlerine %42,3 pay alınırken, bu gün oran % 25'e düştü. 2002 yılında MEB'e ayrılan pay %17 iken, 2016 yılı itibarıyla bu oran 8,23'e gerilemiştir. İşçi sınıfının verdiği vergiler ona hizmet olarak dönmemektedir. Eğitimden sağlığa, ulaşımdan gıdaya tüm temel yaşam ihtiyaçlarını karşılamak için vergi ödemek zorundadır.

Erdoğan diktatörlüğü içeride ve dışarıda tüm hızıyla savaş politikaları uygulamaktadır. Bu durum kan, gözyaşı, ölüm getirdiği gibi, açlık, yoksulluk, sömürü ve ağır vergileri de yanında getirmektedir. Kamu harcamaları daha çok ordu, polis, Diyanet İşleri ve IŞİD bağlantılı vakıflara yapılmaktadır. Verdiğimiz vergiler bize biber gazı, jop, kurşun, bomba olarak dönmektedir. Ekonomik finansmanının tamamını işçi sınıfından vergi adı altında gerçekleştirdiği soyguna borçlu olan sermaye devleti, artık işçi sınıfının sırtında ağır bir yüktür. İşçi sınıfı bu yükten ancak, örgütlü, militan mücadele ile kurtulabilir.

Asgari ücret vergi dışı bırakılsın!
Tüm dolaylı vergiler tamamen kaldırılsın ve yerine gerçekten uygulanan bir artan oranlı gelir vergisi getirilsin!


                                                                                                      Bursa’dan İMD’li Bir İşçi

Soma'da Atılan Tekmeyi Unutma!

13 Mayıs 2014'te 301 madenci sermayenin kâr hırsı yüzünden katledildi. Bu olay Türkiye'de yaşanan iş cinayetlerinin sembolü oldu. Soma katliamının olduğu günün ertesi günü, Soma'ya gelen Erdoğan haklı ve meşru bir protesto eylemi ile karşılaştı. Bu protesto sonunda Başbakanlık Müşaviri Yusuf Yerkel bir işçiyi tekmelemişti. Bu olay Soma'da hafızalara kazınan olay oldu. Bu durum devletin sınıfsal kimliğini ve işçiye olan düşmanlığını en açık şekilde yansıtan olaydır. İşçi tekmeleyen Yusuf Yerkel, dizinde oluşan kızarıklık ve yumuşak doku şişkinliği gerekçesiyle 7 gün iş göremez raporu aldı. Tekme yiyen işçiye ise para cezası kesilmişti. Soma katliamından sonra haklarını arayan birçok işçi ve işçi yakını da yoğun baskı ve tehdit ile karşı karşıya kaldı. 

Soma'da tekmelenen işçi Erdal Kocabıyık'ın peşini Erdoğan rejimi bırakmıyor. Şimdi de Başbakanlık aracına 543 liralık zarar verdiği gerekçesiyle, hakkında 6 yıl hapis talebiyle dava açıldı. Baskılar yüzünden de 1 yıldır iş bulamıyor. Bu saldırı ve hapis istemiyle yargılanma, başta Soma işçisi olmak üzere, tüm işçi sınıfına yönelik bir tehdittir. Soma işçisini haklı davasından sindirme girişimidir. Bizi kâr hırsı için öldürüp, sonra da katillerimizden hesap sormamamız için tüm çirkefliği yapan bu devlet, işçi sınıfının düşmanıdır. Bu kadar rahat bir şekilde, iş cinayetlerinde ölüp, katillerimizle hesaplaşmak istediğimizde karşımızda devletin bu pervasız saldırılarını görüyorsak, bunun nedeni biz işçilerin örgütsüzlüğüdür.  Eğer işçi sınıfı örgütlü olsaydı, ne iş cinayetlerine kurban gider, ne de devletin baskısına bu derecede maruz kalırdı.

Soma davası işçi sınıfının en hayati sorunlarından olan, iş güvenliği sorununa karşı haklı bir mücadeledir. Soma işçilerinin kazanım elde etmesi, katliamın sorumlularının ceza almasını sağlaması, tüm patronlar için tehdit olacaktır. Çünkü iş cinayetleri her yerde hız kesmeden devam ediyor. O yüzden Soma maden patronu ve onu temsil eden devlet Soma işçilerine baskı uygulamaktadır, Soma patronunu beraat ettirmektedir. Soma'lı maden işçisi Erdal Kocabıyık'a atılan tekme tüm işçi sınıfına atılmıştır. İşçi sınıfı örgütlenip, politik bir özne olarak sahneye çıktığı zaman ona, ölüm, baskı ve yoksulluğu reva gören bu düzene en büyük tekmeyi atacaktır.

İşçi sınıfının örgütünden başka silahı yoktur!
Savaşa karşı sınıf savaşı!
                                                                                                Bursa’dan İMD’li Bir İşçi

Kredi Kartları ve İşçi Sınıfı


Kredi kartları ve ihtiyaç kredileri bankacılık sisteminin temel taşı haline dönüştü. Özellikle son 15 yılda, kredi kartı kullanıcıları çığ gibi büyüdü. Kredi kartı artık, kimlik kartı gibi her TC vatandaşının cüzdanında bulunan bir duruma geldi. Bunun sonucu olarak, kredi kartı mağdurları da çığ gibi büyümeye devam ediyor.

Kredi kartı borçları yüzünden intihar, boşanma vb. durumlar gündelik hayatın sıradanlaşmış olguları haline geldi. İki buçuk milyondan fazla insan kredi kartları yüzünden yasal takibe alınmış durumda. Peki, kredi kartlarının bu düzeyde yaygınlaşması nasıl açıklanabilir? 

Yükselen enflasyon oranları karşısında, işçi sınıfının aldığı reel ücretin erimesiyle birlikte, alım gücü düşmektedir. İşçi sınıfının aldığı ücretin, en temel ihtiyaçlarını karşılamaya dahi yetmemesi, modern yasal tefeciler olan bankalara yeni bir sömürü alanı açtı. Kredi kartları ile işçi sınıfı en temel ihtiyaçlarını karşılamak için borçlanmaktadır. Yeni işçi sınıfının aile bütçesi, borçlar üzerinden dönen bir bütçeye dönüşmüştür. 2 ay üst üste kredi kartı borcunu ödeyemeyen bir işçi, bankaların acımasız tefeci faizlerine maruz kalmaktadır. Bir karttan para çekip, diğer karta para yatırmak üzerine dönen bir havuz problemi işçi sınıfının hayatından eksik olmamaktadır.

Bunların dışında ihtiyaç kredileri de yaygınlaşmaktadır. Barınma ihtiyacını kökten çözmek isteyen bir işçi, kendi maaşı ile konut alabilecek bir paraya sahip olamıyor. Bunun yerine konut kredisine başvurmak zorunda kalmaktadır. Krediyi ödeyebilmek için hayatının en az 10 yılını ipotek altına alıp, ölesiye çalışmak seçeneği sistem tarafından dikte edilmektedir. Bu durum işçinin iş hayatına, iş yerindeki tüm haksızlıklara boyun eğmek, kendi hakkını aramaktan geri durmak olarak yansımaktadır. Eğer işten atılırsa, 2 ay kredi borcunu ödeyemezse, bankaların acımasız tefeci faizi altında bir yıkım onu beklemektedir.

Türkiye'de bankacılık sisteminde, maddi sömürünün yanında, manevi sömürü de vardır. Bunun adı da "İslami bankacılık"tır. İnsanların dini duygularından faydalanarak, "İslam'da faiz haram kılınmıştır" denilerek faizin adını kâr payı olarak değiştirmişlerdir. Sahtekâr yeşil sermayenin, diğer yasal tefecilerden tek farkı, yaptıkları tefeciliği dini argümanlarla örtme hamleleridir. Bu tutumları onların hem maddi, hem de manevi sömürüyü gerçekleştirmelerini sağlamaktadır.

70'li yıllarla birlikte dünyada neo-liberal saldırılar, istikrarlı şekilde zaferler kazandıkça, işçi sınıfının hayatında katlanılmaz ekonomik yıkımlar getirdi. İşçi sınıfı, kredi kartları, ihtiyaç kredileri ile değil, insanca yaşanacak bir gelirle ve iş garantisine kavuşarak, bankaların kan emici faizlerine mahkûm olmadan geçimini sağlayabilir. Bu durum ancak işçi sınıfının, örgütlü, militan mücadelesi ile kazanılabilir.

Bankalar sermaye devletinin yasal tefecileridir. Tüm özel bankalar tek bir merkez bankası altında toplanıp, işçi denetiminde kamulaştırılmalıdır.


İşçi sınıfının temel ihtiyaçları için kullandığı kredi kartı borçları silinmelidir. 


                                                                                                   Bursa'dan İMD'li Bir İşçi