30 Kasım 2011 Çarşamba

Blok Vekilleri ve Aidatlar

NTV'nin haberine göre, Meclis'te yer alan vekiller içinde partilerine en fazla aidatı Blok vekilleri ödüyor! Blok vekilleri maaşlarının onda birini (yaklaşık 1000 lira) partiye veriyorlar. Burjuva partilerindeyse bu rakam karşılaştırılmayacak kadar az.
Ertuğrul Kürkçü haklı olarak şöyle diyor: "Bence bu az. Devrimci usullerde bir milletvekili maaşının ortalama işçi ücretinden arta kalan kısmını harekete verir."
Bir devrimci siyasetin vekillerini denetlemesinin tek yolu bu olmasa da, elbette bu doğru bir tutumdur. (Daha fazla ayrıntı için, bkz. Parlamenter Temsiliyet Kitlesel Teslimiyeti Şart Koşar!, Harun Yılmaz)
Ama daha da önemlisi, bu uygulamanın tüm partiye ya da örgüte yayılmasıdır. Bir devrimci yapı her şeyden önce üyelerinin aidatlarıyla ayakta kalmalıdır.

29 Kasım 2011 Salı

Kaçılın, "Demokratik" Anayasa Geliyor!

Dün KESK de "ileri demokrasi"den nasibini aldı ve genel başkan Lami Özgen'in de aralarında bulunduğu 25 KESK yöneticisi ve üyesine altışar yıl üçer ay hapis cezası verildi.
Teşbihte hata olmaz, yapılacak anayasa giderek Stalin'in 1936 "sosyalizm" anayasasına benziyor.
Stalin Mart 1936'da Amerikalı mülakatçısı Roy Howard'a, "yeni anayasanın muhtemelen yıl sonuna kadar kabul edilmiş" olacağını "muştulayınca", Troçki o bilindik ironisiyle, "dünyanın en demokratik anayasası, ama halkın yeni haberi oluyor" demişti!
Bizimkisi de o hesap. Herkesi tutukla, medyayı tam anlamıyla tekeline al, psikolojik terör estir, sonra anayasa yapacağım de...
Referandum sonrası "ileri demokrasi"ye tam gaz devam ediliyor. Bu kadarı bile fazla gelmişken, sonumuz hayrola!

OYAK ve Ordu

   TSK ulusalcı sermaye değildir, aşağıda sıralanan ve esas gücünü devlet üzerindeki otoritesinden alan ayrıcalıklarını korumak adına, burjuva ideolojileri içinde ulusal öğeye vurgu yapan bir uluslararası finans kuruluşudur.
  Türkiye’de ordu, yani kapitalistlerin sınıf olarak bizzat ellerinde tuttukları aygıtın kendisi bizzat kapitalistleşmiştir. Gerek OYAK üzerinden gerekse de TSKGV (Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı) üzerinden hizmetkârlar bizzat kapitalistleşmiş, onlarca şirket kurmuş, dahası Türkiye’deki üç büyük sermayedar grubundan biri konumuna yükselmişlerdir, öyle ki ordunun OYAK’ı Türkiye’deki en fazla kâr eden şirket konumundadır.
   Bugün dolaylı ya da dolaysız olarak TSK’ye bağlı 60'a yakın şirket bulunmaktadır. Bu şirketlerden 40′ının sahibi “yardımlaşma” kurumu adı altında, 27 Mayıs darbesinin hemen ardından (1961′de) kurulan OYAK’tır. Yardımlaşma, üyelerine çeşitli sosyal hizmetler götürme gibi masum bir ada sahip olmasına karşın hiçbiri kolay yutulur cinsten olmayan bu şirketlerin önemli çoğunluğu, çok büyük kârlar elde eden, uluslararası pazarla bütünleşmiş şirketlerdir. OYAK ve TSKGV’nin ortakları arasında Renault, Daimler-Chrysler, General Electric, Lockheed Martin gibi dünya devleri vardır.
   27 Mayıs darbesinin bir ürünü olan meşhur 205 sayılı yasa uyarınca OYAK her türlü vergiden muaftır. Devleti elinde bulundurması sayesinde girmek istedikleri ihalelerde önceliğe sahiptir.
   Türkiye’deki kodamanlar (“iş dünyasının duayenleri”) zamanında farklı niyetlerle olumlu yaklaştıkları, hattâ ilk şirketlerinde gerek “danışman” gerekse de ortaklık rolüne soyunarak gelişimine katkıda bulundukları OYAK sermayesinin bu durumundan şimdi rahatsızlık duyuyor, “haksız rekabet”e yol açtığını dile getiriyorlar. Mesela batık şirketlerini devlete devrettiği, Sümerbank’ı ve keza SSK ihalelerini inanılmaz ucuz bir rakama kapattığı biliniyor. Mesela taşeron örgütlenmeler aracılığıyla Kuzey Irak’ta en fazla ihale kapan Türk şirketi olduğu biliniyor.
  OYAK'ın kendi verdiği rakamlara bakılacak olursa, bugün yıllık cirosu 50 milyar euro’ya yaklaşan, palavralarına inanmak gerekirse “bir dönümlük tarlayla iki güzide şirketi kârlılıkta geride bırakan” OYAK mucizesi tam da devlet üzerindeki vesayetinden gelen bu ayrıcalıklardan besleniyor. Yoksa sayıları 220 bini geçen ordu mensuplarının maaşlarından kesilen % 10′la ve vatan millet aşkıyla bu birikim yapılamaz. Zaten OYAK’ın sınıfsal mezhebini anlamanın en iyi yolu, aynı konumdaki diğer kurumlarla karşılaştırmak olacaktır, zira hukuki açıdan aynı konumda olmalarına karşın Emekli Sandığı, Bağkur ve SSK gibi diğer sosyal güvenlik kuruluşları yatırım konusunda OYAK gibi ayrıcalıklara sahip değildir. OYAK üzerinde hiçbir sınırlama yoktur.
   Kaynak: Laiklik, Ordu ve Burjuva Çıkarlar, Harun YILMAZ

28 Kasım 2011 Pazartesi

Taze "Enternasyonalist" Nihat Doğan'ı Hangi "Yeni Dinamik"çi Örgütleyecek?

Nihat Doğan ile Fazıl Say arasındaki düelloda, tabanın baskısını hisseden(!) Nihat Doğan daha da sola savrularak "bomba" gibi bir tivit attı: 
"Kahrolsun Küçük elitist burjuva faşizm gericiliği, yaşasın proleterya enternasyonalizm..."
Bu mesaj karşısında, "la havle" çekerek "anlayan beri gelsin" de denebilir, "Nihat Doğan da proletarya enternasyonalizmi şiarını dillendirdiğine göre, bahanemiz kalmadı. Troçkist bir işçi partisi şart!" da denebilir.
Hepsi bir tarafa, acaba işçi sınıfından kaçmak için bahane arayanlar, küreselleşme karşıtı hareketten feminist harekete, kimlik siyasetinden çevrecilere kadar vb., işçi sınıfı dışında "yeni dinamikler" arayanlar Nihat Doğan'a da dadanır mı? 

İMD Kartal'da yeni adresinde!

İMD olarak yeni evimize taşındık, eski yerin iki sokak ötesi, duymayan, bilmeyen kalmasın! Adres: Yukarı Mah. Acıçeşme Sok. No. 11/1 Kartal. 
Halen eksik gedik var, ama onlar da bu hafta içi tamamlanmış olacak. Zor oldu ama güzel oldu! 
Tüm yoldaşların eline emeğine sağlık. Bazı yoldaşlarımız herkesten çok çalıştı, onlara yeni yerde şöyle mükellef bir yemek (makarna?!) yedirmek farz oldu!
Şimdi sıra Avrupa yakasında açacağımız yerde. Bu hafta yer arama çalışmaları başlıyor. Avrupa yakası göreve!... 
Yaşasın İMD! Yaşasın Militan mücadelemiz!
Nereye bakıyor bu militanlar?! 
Birlikten kuvvet doğar! Sol yumruk hep havada! 
Bir kez daha nereye bakıyor bu militanlar üzerine...?!

26 Kasım 2011 Cumartesi

Suriye'ye Müdahale ve Sosyalistlerin TC Emperyalizmiyle İmtihanı

   Türk ordusunun Suriye'ye müdahale etme olasılığı Türkiye'deki sosyalistler için önemli bir sınavdır. 
   ABD'nin Irak'a girerkenki bahanelerine inanmayıp, haklı olarak "Kahrolsun ABD emperyalizmi" diyenler, ancak bugün Türkiye "insani" gerekçelerle Suriye'ye girme hazırlıkları yaparken "Kahrolsun TC emperyalizmi" derlerse sosyalist olabilirler. Yoksa CHP solculuğundan öteye geçemezler.
   Millete akıl vermeye gelirken aslan kesilen, "ABD defol" sloganını (üstelik ABD emperyalizmi de değil, doğrudan ABD) sosyalistliğin tek alameti sananlar, sırf tutarlılık ya da dürüstlük adına da olsa, "Türkiye Suriye'den elini çek!" demeyi, hem de bir değil bin defa demeyi de bilmek zorundalar. 
   Lenin'in Yenilgicilik ve Enternasyonalizm kitabında yaptığı uyarılar tam da şimdi elzemdir: "Herkesin öncelikle kendi ülkesinin şovenizmine karşı savaşması zorunludur."
   Suriye, "Arap baharı" hareketinden, deyim yerindeyse, bir sapmadır, "Libya’da Tunus, Mısır ve diğer ülkelerdeki yükselen mücadelenin itkisiyle bir kitle hareketi ortaya çıkmış, ama hareket daha başlangıç aşamasındayken Tunus ve Mısır’dakinden farklı olarak, burjuvazi tarafından massedilmiştir." (Kaddafi, Libya ve “Arap Baharı”, Vedat Akın) İşte Suriye de bu dalgaya Libya'nın (zaten matah olmayan) bıraktığı yerden katılmıştır. 
   Her halükarda, "Esad'a da emperyalist müdahaleye de hayır!" demeli, ne Türk ve diğer emperyalist güçlere, ne de Esad'a en ufak bir güven aşılamalı, enternasyonalistler olarak vurgumuzu "Türk ordusu Suriye'den defol"a yapmalıyız.
   Türkiye emperyalist bir güçtür, ilanihaye "güleryüzlü" emperyalizm pozları kesemez. Bu gerçeği Suriye'ye emperyalist müdahale olasılığının arttığı şu sırada daha da güçlü bir şekilde dile getirmek zorundayız. Enternasyonalizm, ABD ve AB emperyalizmine karşı çıkmak kadar, hatta ondan da önce, "kendi" ülkenin milliyetçiliğine ve emperyal heveslerine karşı çıkmaktır. Bu nedenle ne kadar çabuk şu lafa alışırsak o kadar iyi: Kahrolsun Türk emperyalizmi!
   Yine Lenin'in sözleriyle, "Her ülkedeki sosyalistler kendi ülkelerinin (yani yalnızca düşmanın değil) yurtseverliğine ve şovenizmine karşı amansız bir mücadele yürütmelidirler." 
    Kahrolsun ABD-AB-TC emperyalizmi!
Daha fazla ayrıntı için, bkz. Libya’ya Emperyalist Müdahaleye de Kaddafi’ye de Hayır!, Militan

25 Kasım 2011 Cuma

Mısır Dersleri: Müslüman Kardeşler, Gelsin Şirketler!

  Mısır'da şu an en güçlü siyasi yapı Müslüman Kardeşler (İhvan). Kapitalist sömürü düzeniyle hiçbir derdi olmayan, tersine bu düzenin yılmaz savunucusu olan İhvan, geçen Cuma'dan bu yana düzen savunuculuğunu daha da açıktan yaparak, gösterilere katılmayacağını açıkladı. 
  Maalesef Mısır'da işçi sınıfının devrimci örgütlerinin dolduramadığı boşluğu İhvan gibi burjuva önderlikler doldurmuştur. Eski rejime karşıtlığı göstermelik olan İhvan, Mübarek’in gitmesinin ardından kitlelerin devrimci atılımının önüne set çekti ve binbir nazla katıldığı Tahrir'den eve dönme çağrıları yaptı.
  Zaten milyonların mücadelesini bir diktatörün gitmesi ve eski düzenin birkaç ufak değişiklikle aynı şekilde devam etmesi olarak görenlerin "devrimciliği’ ile Mübarek rejimini yalnızca baskıcı, anti-demokratik bir işleyiş olarak değil, aynı zamanda yoksulluk, işsizlik ve sefalet olarak görenlerin devrimciliğinin uzun süre yan yana gitmesi beklenemezdi.
  “Firavun’un askerleri” söyleminden “emret komutanım” derekesine kadar düşmüş olan İhvan, sermayeyle bağını koparamamış radikal hareketlerin (“dinci” ya da değil) kaderini göstermesi bakımından çarpıcı bir örnektir. Tıpkı bizde olduğu gibi, dünyanın diğer bölgelerinde de İslamcıların burjuva düzenin kurumlarıyla olan sürtüşmeleri bu kurumlardan dışlanmalarından ve bu kurumların başına geçme arzularından kaynaklanmaktadır. Kendileri açısından olumsuz durumu tersine çevirecek bir kapı açıldığında, radikal eleştiriler ve radikal duruş tamamen bir kenara itilmektedir.
   Sermayeyi, ücretli kölelik düzenini sorgulamayan İhvan, kitlelerin bir an önce "uslanmasını" istiyor ve kendisinin daha da öne çıkacağı yeni rejimde kârlarına kâr, şirketlerine şirketler katmanın planlarını yapıyor.
   Ne de olsa herkesin Müslümanlığı bir değil... 

Ha “Halk Devrimi”, Ha İşçi Devrimi mi?

    Her gün bir teori - "Halk devrimi": 
   “Halk devrimi” kavramına teorik dayanaklarını Marx-Engels’te ya da Lenin’de arayanların işe yarar bir malzeme bulamayacaklarını daha baştan söylemek gerekiyor. Marksizmin önderlerinde “halk devrimi” teorisi diye bir şey yoktur.
   “Halk devrimi” proleter devrimini savunmamanın, işçi sınıfının önüne ara iktidar aşamaları koymanın, proleter devrimini başka baharlara ertelemenin adıdır. “Halk devrimi” proletaryanın halk (emekçi halk) içindeki devrimci açıdan üstün ya da ileri konumunu ve devrimdeki öncelikli rolünü muğlâklaştırmanın ve başka dinamikler aramanın adıdır. Marksistler açısından iki devrim türü vardır, biri burjuva-demokratik devrim, diğeri sosyalist proleter (işçi) devrimi. “Halk devrimi”, güya bunların “ötesine” geçmeye çalışarak proleter devrimini burjuva iktidara tabi kılma girişiminin adıdır. "Halk devrimi", emekçileri sınıfsal düşünme tarzından uzaklaştırır. Oysa Marksizm bize sınıfsal düşünmeyi ve dahası işçi sınıfını toplumdaki diğer emekçi kesimlerle bile eşit görmemeyi öğretir.
   Dolayısıyla “halk” devrimi adı altında yeni bir teori geliştirdiğini iddia eden kesimlerin, öncelikle Lenin’le yüzleşmeleri şarttır. Elbette Lenin sonrasında yeni bir teori geliştirilebilir, ama bu “yeni” teorinin Lenin’in ve Marksizmin kurucularının söyledikleriyle ilişkisi açıklanmadan bu teoriye Marksizm çerçevesinde meşruiyet kazandırılamaz.
   Kaynak: "Halk Devrimi" Üzerine, Harun YILMAZ 

24 Kasım 2011 Perşembe

Behzat Ç. ve Kapitalizm

"Behzat Ç.’yi Behzat Ç. yapan popülerliği değil, farklılığıydı, daha doğrusu farklı olmaya çalışmadan farklı olmasıydı.   
Ekranda 'şanlı Türk polisi' güzellemelerinden geçilmezken, Behzat Ç. dizisi popüler kültürde belki de ilk kez polisi neyse o olarak göstermiştir. Belli klişelerden uzak durmuş olması sayesinde, adeta bir alt kültür oluşturmayı başarmıştır.   
Filmde ise Behzat Ç.’nin popülerleşmeye, Marksist terimlerle ifade edecek olursak, piyasalaşmaya çalıştığı çok fazla göze çarpıyor. 
Behzat Ç.’nin dizi versiyonundan film versiyonuna bu geçiş, kapitalizmin işleyişini ve sanata olumsuz etkilerini görmek açısından önemlidir. Elbette dizi versiyonu da kapitalizm koşullarında üretilmiş, bir meta olarak karşımıza çıkmıştır. Bu açıdan dizi ile film arasında bir fark yoktur. Fakat bir ekip az çok kendi bildiği işi yapma olanağı bulup ortaya iyi bir iş çıkarınca, kapitalizm, tıpkı bir telif ya da patent satın alır gibi, müdahalede bulunmuş ve özgünlük büyük oranda kaybolmuştur ('büyük oranda' diyoruz, zira filmde devletin pis işlerinin teşhir edilmesi, devrimcilerin “terörist” değil teröre uğrayan oldukları gibi birçok önemli vurgu vardır).   
   Behzat Ç. artık sermaye için hem bir yağlı kapı, hem de 'tehlikeli' yanları öyle ya da böyle, er ya da geç törpülenmesi ya da massedilmesi gereken bir şey haline geldi. Kapitalizm her şeyiyle zarar, insanca yaşam için ve gerçek sanat için kapitalizmin, meta ekonomisinin kaldırılması şart."   

23 Kasım 2011 Çarşamba

Başbakan'dan "Ben Yapmadım Miki Yaptı" Açılımı!

   Başbakan Erdoğan günlerdir süren Dersim polemiğinde atağa geçerek, "Dersim olayları ile ilgili devlet adına özür dilemek gerekiyorsa, ben özür dilerim ve diliyorum" dedi.
  Dersim katliamının bir devlet politikası olduğunu gizleyen ve suçu sadece CHP'ye (hatta CHP'nin de bir kısmına) atan bu tutum, "Başbakan cumhuriyet tarihini reddetti de bizim mi haberimiz yok?" sorusunu akla getirdi. 
 Dersim bir TC (devlet) politikasıdır, devlet ise o gün CHP'de cisimleşmiştir. Elbette hükümet ile devlet her zaman aynı şey değildir, fakat o devleti kuran ve yıllarca yöneten partiyi devletten ayrı tutmak popülizmdir, üstelik o devleti sahiplenip, onun mirasına dayalı bir milliyetçi-inkarcı çizgi izlemeye devam ederken.
  Başbakan ne kadar eğip bükerse büksün, gerçeği değiştiremez: 1920-30'larda CHP demek Türkiye cumhuriyeti demektir. Hem TC tarihini ve M. Kemal'i sahipleniyorum diyip, hem de "katliamı devlet değil, CHP yaptı" demek demagojidir.
   Ama Erdoğan'a bu fırsatı veren CHP'dir: Muhalefetin Kılıçdaroğlu gibi biri olursa, Erdoğan da "ben yapmadım Miki yaptı" diyerek oyunu artırır tabii... (bkz. Uçurtmayı Vurmasınlar)
Dersim'de yapılan devlet politikasıydı, hangi burjuva partisi olsa benzer bir çizgi izleyecekti. Bu katliam temelde burjuvazinin demokratik dönüşüm sorununu çözmekten aciz bir sınıf olmasından kaynaklanmaktadır.
  Bugün biz devrimcilere düşen görev AKP'yi sağdan değil, soldan eleştirmek olmalıdır. Bunun yolu da "AKP bu çıkışı gündemi değiştirmek için yaptı, hiç samimi değil" vs. demek yerine, "katliamı devlet yapmıştır, devlet (ve CHP) özür dilesin ve özrünün gereğini yapsın" demek, bu bağlamda devletin işlediği tarihi ve güncel diğer suçlara işaret etmek olmalıdır.

Nur Serter, Ahmet İnsel ve Mekanik Materyalizm

  Yıllarca İstanbul Üniversitesi'nde devrimcilere kan kusturan ve ödülünü CHP milletvekili olarak alan milliyetçilerin şahı Nur Serter "hoca"nın siyaset dersleri sürüyor. Kendisi bir haber programında, "CHP Dersim'de katliam yaptıysa nasıl bu kadar yüksek oy alıyor?" demiş. 
   İnsan sormaz mı, "Peki, AKP burjuva partisiyse, nasıl oluyor da işçiler AKP'ye oy veriyorlar?" diye!
Zamanında Ahmet İnsel de işçi sınıfı-sosyalistlik için böyle bir mantık yürütmüş ve "ezilen olmanın ezilen bilincini beraberinde getirmediğini" ve "bu nedenle(!)" "sınıf indirgemeci politikalardan uzaklaşılması ve yeni dinamiklere yönelinmesi gerektiğini" söylemişti. Bir İMD'li de kendisine Komünist Manifesto üzerinden bir yanıt vermişti (bkz. "Ahmet İnsel mi Daha Bilinçli Bülent Arınç mı?"). 
   Her iki yaklaşımda da yanlışlık, toplumsal varlığın bilinci doğrudan belirlediği şeklindeki mekanik bir materyalizm anlayışından kaynaklanmaktadır. Oysa toplumsal varlığımız bilincimizi doğrudan değil, dolaylı olarak belirler ve hiçbir şekilde tek belirleyici değildir. Bilincin belirlenmesinde bir "çoklu belirlenim" söz konusudur. Toplumsal varlığımız son kertede belirleyendir.

22 Kasım 2011 Salı

Sağlıkta Grev!

   Çapa ve Cerrahpaşa hastaneleri ile Haseki Kardiyoloji bölümüne bağlı sağlık çalışanları 22 Kasım'da "Tıp eğitimi ve sağlıktaki yıkıma karşı GÖREVde olacağız" şiarıyla greve çıktılar.
  Cerrahpaşa ve Çapa hastanelerinin bahçesinde yapılan yürüyüşün ardından Fındıkzade'ye doğru yürüyüşe geçildi. Geniş katılımın yanı sıra, tıp öğrencileri ve taşeron işçilerin de desteği sayesinde kalabalık ve coşkulu bir kitlenin olması oldukça sevindiriciydi.
  Fındıkzade'de tüm grevciler buluştuktan sonra Çapa'ya doğru geri yüründü. Burada bir basın açıklaması yapıldı ve İlkay Akkaya ve Grup Yorum konseriyle grevin eylem kısmı sona erdi.

21 Kasım 2011 Pazartesi

Sahte Solcular

  Taraf gazetesi yazarı Mehmet Baransu (ve ardından Emre Uslu) Müslümanlığa hakaret edildiği gerekçesiyle ekşi sözlük'ün kapatılması için kampanya başlattı ve suç duyurusunda bulunacağını açıkladı. 
   Demokratlığı, solculuğu kimseye bırakmayan Taraf'ın hali gerçekten içler acısı...
   Mehmet Baransu'nun çıkışı belki Neo-Hürriyet'in artmayan tirajını artırır. Bu feci içerikle soldan daha çok okur bulacak halleri yok, mevlalarını belki böyle bulurlar.
Biz ne diyebiliriz bu konuda? Neo-Hürriyet daha uzun yıllar yaşasın ki, "sol ya devrimcidir ya da hiçtir" sözünün doğruluğunu görmek için İspanya seçimlerini yaşamayalım.
   Dünkü İspanya seçimlerinde reformist (bile olmayan) "Sosyalist" Parti bir kez daha geniş kitlelerin sol seçenekten soğumasına ve sağa yönelmesine yol açtı. İbretlik değil mi?
   Sola "sol" görünümlüler kadar zarar veren var mı acaba? Sol ya işçi sınıfı perspektifiyle devrimci, enternasyonalist bir mücadele yürütür, ya da hiçtir!

Uğur Kaymaz Ölümsüzdür!

21 Kasım 2004'te Mardin Kızıltepe'de daha 12 yaşındayken devlet güçlerinin "terörist" olduğu şüphesiyle 13 kurşunla (hem de sırtından!) öldürdüğü Uğur Kaymaz ölümsüzdür...
"Sürekli Devrim en demokratların bile neden demokrat olamadıklarını, demokratlıklarının tutarsız olduğunu, asla belli sınırların dışına çıkamadıklarını anlama olanağı sunar. Sürekli Devrim teorisi bize gerçek bir demokratik dönüşümün (münferit demokratik adımların değil) ancak işçi devrimiyle gerçekleşebileceğini gösterir. Bu sayede, örneğin onca 'demokrat'ın çok değil beş-on yıl önce Kürt sorununda geveledikleri şovenist sözleri hatırladığımızda şaşırmayız. Ancak ondan sonra, 12 yaşında bir Kürt çocuğun yaşından fazla kurşunla sırtından vurularak öldürülmesine onlarca demokratın dostlar alışverişte görsün tarzında birkaç haber ve yazıyla 'tepki' göstermenin ötesine neden geçmediğini, neden böyle bir sorunda ortalığı ayağa kaldırmadıklarını anlayabiliriz. Ancak ondan sonra İstanbul’un en gösterişli caddelerinden birinde tüfeklerle gezen polislere neden burjuva kamuoyunda doğru düzgün ses çıkarılmadığını anlayabiliriz."
Kaynak: Sürekli Devrim Üzerine Mülahazalar (3. Bölüm), Sinan KARASU

İşçi Direnişleri

İşçiler direniş mücadelesine ilk atıldıklarında mücadeleyi ayakta tutan şey duygulardır, kalptir. Patronun davranışları işçiyi öfkelendirmiştir, yoksulluk canına tak etmiştir, hakkının yendiğini düşünüyordur… Bu listeyi uzatmak mümkün. Her halükarda işçilerin çoğunluğu direnişe bu haklı duygusal tepkilerle çıkarlar. İlk günlerde mücadelenin motor gücü bu olacaktır. Fakat bu araba yalnızca bu benzinle gitmez!
Mücadeleye atılan işçilerin duyguları ilk günkü ateşini koruyamaz. Bu nedenle benzin takviyesi şarttır ve bu takviye de işçiyi “gaza getirmek”, daha da ateşlendirmek değil, bilinçlendirmek olmalıdır. İşçi sınıfı, mücadeleye kalbiyle başlar, aklıyla devam ettirirse yolun sonuna varabilir.
Bu nedenle, şu ikisi kol kola gitmelidir: 1) Devrimciler, işçilerin kendi ayaklarına gelmesini beklememeli, direnişlere gitmelidirler. 2) İşçiler de “biz kendi yağımızda kavruluruz” demek yerine, mücadele deneyimlerini aktarmak adına gelenlere kucak açmalı, söylenenleri kendi akıl süzgeçlerinden geçirerek mücadelelerine yansıtmalıdırlar.
Kaynak: Direnen İşçiler Yenilmezler!, Deniz KÖKSAL

19 Kasım 2011 Cumartesi

Delikli Şiir

                                     DELİKLİ ŞİİR
                              Cep delik, cepken delik,
                              Kol delik, mintan delik,
                              Yen delik, kaftan delik,
                              Kevgir misin be kardeşlik! 
Orhan Veli KANIK

Suriye'ye müdahale meselesi

Suriye'yle ilgili birkaç gündür dış basında çıkan haberleri kısaca şöyle özetlemek mümkün: Türk ordusu, Suriye'ye gir! Nitekim bugünkü Radikal'de Hillary Clinton'ın "ağzındaki baklayı çıkardığı" ve "Suriye'ye baskıyı Türkiye yapmalı" dediği yazıyor.
Tüm bunlar Türk burjuvazisinin kirli bir savaşa alet olabileceğine dair sinyallerdir. Türkiye işçi sınıfı bu duruma baktığında öncelikle şu dersi çıkarmalıdır:
Türk burjuvazisi kabına sığmıyor, Türk burjuvazisi emperyalistleşmiştir. Öyle ki elindeki sermayeyi kullanmak adına birçok yere uzanmaya çalışırken, tıpkı diğer büyük güçler gibi, başını belaya sokuyor, diğer emperyalist güçlerle karşı karşıya geliyor ve bedelini işçi-emekçilere ödeteceği kanlı savaşlara göz kırpıyor.
Bu durum kimi sol çevrelerce yine çarpıtılarak, Türkiye'yi "emperyalistlerin taşeronu, maşası" vb. gösteren söylemlere kapı aralıyor. Bu yanlışlık emperyalizmin yanlış kavranmasından kaynaklanmaktadır. Türkiye bir emperyalist devlettir!
Emperyalistleşmek demek, o ülke burjuvazisinin kafasına estiği gibi hareket etmesi değildir. ABD bile bu olanaktan mahrumdur.
"İşbirlikçi TC" derken, eğer TC'nin de diğer emperyalist güçler kadar (ancak o kadar) bağımsız bir emperyalist çıkara sahip olduğu anlaşılmıyorsa, bu milliyetçiliktir.

Sol pragmatizm, ya da CHP tabanına sağdan oynamak

  Her gün bir teori: Sol pragmatizm, ya da CHP tabanına sağdan oynamak.
  Burjuva siyasetinde sol şeridin boş olmasına güvenip emek-sermaye çelişkisinden uzaklaşarak siyaset yapılabileceğini ve solun tabanının genişletilebileceğini düşünen, devrime giden “kısa yollar” vaaz eden kesimler, burjuva ideolojisine verdikleri bu tavizle seçimlerde aldıkları birkaç oyun, kazandıkları birkaç insanın ileride ellerinden uçup gittiğini, üstelik yanlarında başkalarını da götürdüğünü üzülerek izleyecekler. Sosyalist ideolojiyi kısa vadeli çıkarlarına feda eden “sosyalistler”, solcu yurtseverliğin dik âlâsını burjuvazinin yapabildiğini yaşayarak görecekler. Kitleler aynı söylemleri dile getiren partiler içinde her zaman daha büyük olanını tercih ederler. Yurtsever CHP varken yurtsever “sosyalist”lerin yüzüne kimse bakmaz! Gericilik döneminde kendisini işbilir zannedip devrimci teoriden taviz verenler, uyanık geçinmenin bedelini bir koyup üç kaybederek ödeyecekler.

18 Kasım 2011 Cuma

Almanya'da Faşist Cinayetler ve Enternasyonalizm

Almanya'da neo-Naziler (aşırı milliyetçiler, yani faşistler) göçmen Türk emekçileri öldürmeye devam ediyorlar. Son dönemde bu saldırılar daha da artış gösterdi. Dünyanın başka ülkelerinde de göçmenlere yönelik benzer saldırılar var.
Economist dergisinin verilerine göre, dünyada şu an ilk kuşak göçmen sayısı 215 milyon, yani dünya nüfusunun yüzde üçü. Sadece Çinli göçmenlerin sayısı Fransa'da yaşayan Fransızlardan fazla. 
Kapitalizmde enternasyonalleşen ekonominin ayrılmaz bir parçası da bu. Burjuvazinin yarattığı enternasyonal yaşam sermaye için yeni yeni kârlar ("küreselleşme"); işçi ve emekçiler için ise ölümler, kölece çalışma koşulları, kaçak hayatı vb. demek. 
O halde, Sosyalist Enternasyonalizm nedir? 
Almanya’da neo-Nazilere karşı Türkleri, Türkiye’de de şovenistlere karşı Kürtleri savunmaktır. Lenin buna “olumsuz” görev diyor, yani ezilenlere bir vaatle (“olumlu” ya da "yapıcı" görev) gitmeyiz, öncelikle ezenlere karşı dururuz. Sorunlarımızın kaynağını göçmenlerde ya da "öteki"lerde değil, egemen sınıfta, yani sermaye cephesinde ararız. 
İşçi sınıfının her ülkede bu enternasyonalist bilinci edinmesi burjuvaziden bağımsızlaşması için temel koşullardan biridir.

17 Kasım 2011 Perşembe

Cihan Kırmızıgül'e Özgürlük!


Öyle bir ülke ki, puşi taktığınız için “şüpheli” konumuna düşebiliyorsunuz. Üniversite öğrencisi Cihan Kırmızıgül bu gerekçeyle 22 aydır tutuklu ve son duruşmasında da tahliye çıkmadı, aksine yeni savcısı 45 yıl hapsini istedi. 
Puşi taktığı için bir insana 40 küsur yıl hapis isteyen bir yargı var. Utanç verici! Cihan Kırmızıgül'e özgürlük!
Geçen seneki referandumdan demokrasi çıkacağını düşünenlerden hiç ses çıkmıyor. 
İMD olarak o dönemde de dediğimiz gibi, yargıda vb. nispi de olsa somut bir demokratikleşme yaşanacak olsaydı, değişikliği kimin yaptığına bakmadan "evet" dememiz gerekirdi, ama referandumun bununla bir alakası yoktu: 
"Referandumun niteliği, anayasa değişikliği ya da 12 Eylül’e karşı olup olmamak değildir. Burjuvazinin bizi ittiği tuzağa düşerek, anayasa maddelerini tartışmaya çalışmak ve bunlara dair değerlendirmeler üzerinden karar vermek kabul edilemez" demiştik. Neden?
8 yıldır iktidarda olan bir burjuva partisine oy verip, onun toplumsal tabanını iyiden iyiye güçlendirdikten sonra, onun otoriterleşme vb. değil, demokratikleşme adımları atacağını düşünmek ("görece daha demokratik" bir işleyişin olacağı vehmine kapılmak) Marksizm değil, Birikim'ciliktir de ondan!
Şimdi, referandum sonrası TC'de ne var? KCK komploları, tutuklu yazarlar, yargısız infazlar, infazcı yargı, medya tekeli vb.

Türkiye'de Kobaylık ve Kapitalizm

İngiliz Independent gazetesinin iddiasına göre Türkiye'de 2006-2010 yılları arasında 893 kişi (716 klinik deneyde) dev ilaç şirketlerinin kobayı olarak kullanılmış.
Vatan’daki habere göre Türkiye’de öğrenciler 200-300 TL’ye ilaç şirketlerine kobaylık (insan denekliği) yapıyor. Farmakologlar da diyorlar ki, insan denekliğinde zorlama olamazmış. Oysa bu sistemde en büyük "zorlama" ekonomik "zor"! Kapitalizmin alametifarikası bu zaten.
Doğrudan şiddete başvurmak tüm egemen sınıfların özelliğiyken, kapitalizmin piyasa sistemi -bu doğrudan "zor"un yanı sıra- insanları en kötü işleri yapmaya zorlamaktadır

Burjuva Medyadan Yalanlar

NTV de “terör örgütünde çözülmeler başladı” haberlerine başlamış, hayırlı olsun! 
Türkiye’de görece bağımsız bir burjuva medya kuruluşunun (elbette "görece bağımsız" derken burjuvaziden bağımsız olması değil, burjuvazinin çıkarlarını nasıl savunacağı konusunda "görece bağımsız" olması kastedilmektedir) düzene tamamen eklemlendiğinin göstergelerinden biri de budur: Yıllardır güya çözülmeye devam eden terör örgütünden kaçışların başladığı haberleri. 
Hem lafa gelince "BDP-KCK-PKK hepsi aynı" diyeceksiniz, bu nedenden ötürü insanları hapse tıkacaksınız, hem de Kürtler yüzbinlerce oy almışken "çözülmeler"den bahsetmeye devam edeceksiniz! İnsanı aptal yerine koymaktır bu.
Yıllardır TRT'de duymaya alışmıştık, şimdi NTV de yeni döneminde bu kervana katıldı. En iyisi NTV ile Samanyolu TV birleşsin!

16 Kasım 2011 Çarşamba

Devlet Nedir?

Her gün bir teori: Devlet nedir?
Devlet, toplumda üretim araçlarını elinde bulunduran sayıca azınlıkta olan sınıfın çoğunluk üzerindeki siyasi zor aygıtıdır. Sınıf mücadelesinin yükseldiği dönemlerde toplumdaki her şey gibi kökünden sarsılıp sınıfsal niteliği ya da biçimi bakımından farklılıklar gösterse de, olağan dönemlerde devlet burjuvazinin devletidir. İşin doğası gereği devlet birtakım ek görevlere (kamu işleri, ekonomik görevler) sahip olabilir, fakat devleti devlet yapan bir baskı aracı olması, bir sınıfın diğer sınıf üzerindeki egemenlik aygıtı olmasıdır. Devlet kamu işlerini yerine getirmediğinde devlet olmaktan çıkmaz. Oysa siyasi tahakküm görevi görmeyen bir devlet düşünmek mümkün değildir. Bu anlamda devlet, Engels’in sözleriyle, “özel silahlı insanlar topluluğudur”, yani ordudur, polistir, jandarmadır, hapishanelerdir, mahkemelerdir.
Kaynak: Laiklik, Ordu ve Burjuva ÇıkarlarHarun YILMAZ

Ayakkabı Sembolizmi ve Mısır

Geçen Cuma namazı çıkışı Mısır’ın yeni diktatörü Tantavi’nin ayakkabısı çalınmış. Hükümeti çalmanın diyetini ödüyor deniyormuş sosyal medyada!
Ayakkabının sembolik anlamı son yıllarda epeyce arttı. Bush'a, IMF başkanına vb. ayakkabı fırlatıldı. Ayakkabı fırlatma ilk çıktığında Arapların geçmişinde şöyle şöyle bir anlama sahiptir deniyordu, ama bu “ulusal kültür” çoktan uluslarararasılaştı, özgün anlamını aştı. Yani ayakkabı kapitalizmin işleyişini görmek için de iyi bir sembol. Kapitalizm "ulusal" öğeleri alıp ortak ürün haline getiriyor. 
Tantavi ise burjuvazinin demokratik sorunları çözmekteki basiretsizliğinin, bir adım ileri iki adım geri tutumunun sembolü. Mısır'da ciddi demokratik dönüşümler bir tarafa, seçimler konusunda bile yan çizme had safhada.

15 Kasım 2011 Salı

TÜYAP yolcusu devrimcinin kitap listesi

TÜYAP'a gideceklere bazı teorik kitap önerileri:

1- Lenin külliyatı (özellikle de Devlet ve Devrim ve "Sol" Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı) Lenin, Agora Kitaplığı

2- Alexander Rabinowitch, Bolşevikler İktidara Geliyor, Yordam Kitap

3- Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Engels, Sol Yay.

4- Hayatım ve/veya Rus Devrim Tarihi, Troçki, Yazın Yay.

5- Lenin Döneminde Leninizm, M. Liebman, Belge Yay.

6- E.H. Carr, Bolşevik Devrimi, Metis Yay.

7- Marx'ı Okumak, Michael Löwy vd., Versus Kitap

8- E.H. Carr, Lenin’den Stalin’e Rus Devrimi, Yordam Kitap 

9- İhanete Uğrayan Devrim, Troçki, Alef Yay.

10- Eric Hobsbawm Serisi, Dost Kitabevi

Vicdani Red

Adalet Bakanı Ergin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yaptırım ihtimalinden ötürü, en geç önümüzdeki hafta Vicdani Red konusunda karar aşamasına gelinebileceğini açıkladı. Düzen cephesinden, CHP de vicdani rede olumlu yaklaştığını söyledi.
Marksistlerin zorunlu askerliğe ilkesel olarak karşı çıkmamaları (karşı çıkmazlar, çünkü devrim yapmak için milyonlarca işçinin silah kullanmayı öğrenmesi şarttır), vicdani rede karşı çıkacakları anlamına gelmez. Fiili bir savaşın olduğu bir ülkedeyiz. Vicdani red şovenizme karşı mücadelede bir geçiş sloganı olarak çok değerli bir içeriğe bürünebilir. Esas mesele tıpkı "barış" sloganı gibi tamamlayıcı unsurları unutmamak: Kapitalizmde silahsızlanma imkansızdır, barışçıl devrim (burjuvazinin iktidarı altın tepside sunması) hayaldir vb.

Taraf Gazetesi 4 Yaşında

Taraf gazetesinin dört yılı dolmuş, yandaş medya olmadıklarına dair dört yıldır aynı iddia: Biz AKP'yi de sık sık eleştiriyoruz, onlarla mahkemelik bile olduk vb.
Muktedirliğin verdiği yozlaşma o kadar ilerlemiş ki, Zaman gibi bir şey anlıyorlar yandaş medya derken, daha aşağısı kurtarmıyor. Oysa Zaman kelimenin gerçek anlamıyla "yandaş medya" değildir; Zaman parti yayın organıdır, hak bir Allah bir hesabı AKP'nin her şeyine "evet" dediği için. Star ve Taraf ise yandaş medyadır, zira eleştirinin ya da muhalefetin bile "ayarını", "ölçüsünü" belirlemeye soyunmuşlardır. Böyle bir işbölümü söz konusu...

"İslami Facebook ve Komünist Manifesto Ne Alaka" mı?

  İslami Facebook'u Komünist Manifesto'da Marx ve Engels öngörmüştü:
  Ürünleri için sürekli genişleyen bir pazar ihtiyacı, burjuvaziyi yeryüzünün dört bir yanına kovalıyor. Her yerde barınmak, her yere yerleşmek, her yerde bağlantılar kurmak zorundadır.

  Burjuvazi, dünya pazarını sömürüsüyle, her ülkenin üretim ve tüketimine kozmopolit bir nitelik verdi. Gericileri derin kedere boğarak, sanayinin ayakları altından üzerinde durmakta olduğu ulusal temeli çekip aldı. Eskiden kurulmuş bütün ulusal sanayiler yıkıldılar, hâlâ da gün gün yıkılıyorlar. Eski yerel ve ulusal kapalılığın ve kendi kendine yeterliliğin yerini, ulusların çok yönlü ilişkilerinin, çok yönlü karşılıklı bağımlılığının aldığını görüyoruz. Maddi üretimde olan zihinsel üretimde [kültürde] de oluyor. Tek tek ulusların zihinsel yaratımları, ortak mülk haline geliyor. Ulusal tek yanlılık ve darkafalılık giderek olanaksızlaşıyor ve sayısız ulusal ve yerel yazından ortaya bir dünya yazını çıkıyor. Bütün ulusları, yok etme tehdidiyle, burjuva üretim biçimini benimsemeye zorluyor; onları medeniyet dediği şeyi benimsemeye, yani bizzat burjuva olmaya zorluyor. Tek sözcükle, kendi suretinde bir dünya yaratıyor.” (s. 120-21)

   Kapitalizm bir dünya sistemi kurarken sosyalistlerin halen “Her Ülkenin Şartları Farklı” demeleri abestir. 

"Derin" Meseleler: İnsanın Özü Nedir?

Her gün bir teori: İnsanın “özü” nedir?
Marksizm bütün felsefi anlayışlar gibi insanın özünün ne olduğunu araştırır. Fakat tarihüstü bir insan özü olamayacağı tespitinden hareket eden Marksizmde bu soru farklı şekilde karşımıza çıkar: Birbirinden büyük farklılıklar gösteren çağların ve ve bu çağlarda yaşayan insanların ortak temeli nedir? 
Marksizm bu sorunun cevabını insanların düşüncelerinden, inançlarından ve dahası eylemlerinden de önce maddi koşullarda arar. İnsan kavramı tek başına büyük bir soyutlamadır, çünkü o yaşadığı maddi koşullardan bağımsız bir varlığa sahip değildir. İnsanın özü sorusu bilimin emekleme çağında olduğu, diğer bilgi dallarından ayrılmadığı döneme ait bir önyargının ürünüdür. Evrenin merkezine insanı koyan anlayış insanın doğa karşısındaki güçsüzlüğünü telafi etme çabasının bir ifadesiydi. Freud insanı dünyanın merkezine koyan bu anlayışın dünyayı da evrenin merkezine koyduğunu söylemişti. Oysa modern bilim bu bakış açısını ıskartaya çıkarmıştır. Marx'a göre, “insanların varlığı, onların gerçek yaşam süreçleridir.” İnsan bir muhitte doğar, onunla etkileşim içinde şekillenir...

14 Kasım 2011 Pazartesi

Van Depremi - Depremle Terbiyeye Devam!

Van’ı unutma! SkyTürk 13.30 haberleri, mızrağın çuvala sığmadığını gösteriyor. Van'da halen yazlık çadır bile alamamış insanlar var, ilaç ve içme suyu sıkıntısı had safhada, salgın hastalıklar özellikle de çocukları vuruyor. Van'da öksürük şurubunun bile eksikliği hissediliyor.
Devletin her türlü melanete parası var, depremzedeye gelince “kaynak yok”. İkiyüzlülük, alçaklık…

MİLİTAN İŞÇİ MARŞI


Kolları birleşerek büyüyor
Esareti yıkacak selimizin
Sömürünün temelini sarsıyor
Adımları militan işçilerin

Yürüyoruz,
Onurlu bir dünya kurmaya
                              Yürüyoruz,
Özgür bir tarihi yazmaya
Sokaklara,
       Meydanlara,
              Göklere,
                   Ufuklara
Sığmıyor haklı mücadelemiz

Batmayacak bir güneş doğuyor,
Beş bin yıl karanlığın üstüne
Hür yüreklerimiz birleşiyor
Yön veriyor hür bir geleceğe


"Derin" Meseleler: Ergenekon ve Liberaller

  Her güne bir teori: Bugün “derin” meselelere eğilelim, “Ergenekon ve Liberaller Üzerine”: 
  Liberallerin ana argümanı Ergenekon’un, ta İttihat ve Terakki’ye kadar uzanan bir “derin devlet” örgütlenmesi olduğu yönündedir. İlk bakışta radikal görünse de, bu yaklaşım devletin yaptıklarını teşhir etme konusunda radikal bir tutum olmak şöyle dursun, pisliklerin üstünü örten bir niteliğe sahiptir. Kuşkusuz darbeci, kontrgerillacı güçlerin kökeni çok gerilere uzanmaktadır. Fakat Ergenekon adı verilen yapılanmanın sırf bu nedenden ötürü geçmişin devamı olarak görülmesi kabul edilemez. Bu tür illegal örgütleri, temsilcisi oldukları sermaye kanadından bağımsız ele alamayız. Ergenekon’u 12 Eylül öncesine dayandıranlar, 12 Eylül öncesindeki tüm resmi ve yarı-resmi katliamları bu devletin içindeki bir odağın, “derin devlet”in üzerine yıkarak, bizatihi yüzeyde olan devleti ve burjuvaziyi aklamaya çalışmaktadırlar. Buna gerekçe olarak da, kişilerin, yöntemlerin, örgütlenme ya da eylem tarzlarının vb. hemen hemen aynı olması gösterilmektedir.
   Kaynak: Ergenekon ve Liberaller Üzerine, Harun YILMAZ