1 Mart 2016 Salı

İçeride-Dışarıda Büyüyen Savaş ve İşçi Sınıfı

17 Şubat’ta, son bir yıl içinde gerçekleşen beşinci bombalı saldırıyla (Diyarbakır, Suruç, Ankara Garı, Sultanahmet ve yine Ankara) karşı karşıya kaldık. Genelkurmay Başkanlığı’na 300 metre, TBMM'ye 500 metre yakınlıkta saldırı gerçekleşti. Her zamanki gibi önce yayın yasağı geldi, ardından savaş çığırtkanlığı...

Erdoğan saldırıdan sonra şu açıklamada bulundu: "Birliğimize, beraberliğimize, geleceğimize yönelik olarak sınırlarımızın dışında ve içinde gerçekleşen saldırılara misliyle karşılık verme konusundaki kararlılığımız, bu tür eylemlerle daha da güçlenmektedir. Türkiye'nin meşru müdafaa hakkını, her zaman, her yerde ve her durumda kullanmaktan çekinmeyeceği bilinmelidir." Saldırının faili olarak YPG gösterildi. YPG'den buna yalanlama geldi. Türkiye bu saldırıyı YPG'nin yaptığını uluslararası kamuoyuna kanıtlayamadı. Ardından TAK saldırıyı üstlendi.

Bombalı saldırılar politik hayatın sıradanlaşan bir parçası haline geldi. AKP siyasi arenada ne zaman çıkmaza ve zora girse, savaş politikaları, bombalı intihar saldırılarıyla kendine politik arenada alan açmaktadır. İşçi sınıfının katliam ve kıyımla yazılı tarihinden öğreniyoruz ve biliyoruz ki, büyük usta Lenin’in de dediği gibi "hiçbir diktatör iç savaş çıkarmadan gitmez.”

AKP hükümeti, Halep-Türkiye arasındaki geçiş hattının kapandığı, YPG'nin Rusya ve ABD'den açık destek aldığı, Erdoğan'ın Suriye politikasının çıkmaza girdiği bir dönemde bu saldırıyla başkanlık, Kürt hareketini sindirme ve Suriye üzerindeki emperyalist emellerini daha yüksek sesle dile getirmeye başladı. Altı ay içerisinde Kürdistan'da yedi il yirmi bir ilçede süren çatışmalar sonucunda binden fazla kişi devlet terörüne kurban gitti. 200 bin kişi evlerinden göç etmek zorunda bırakıldı. Erdoğan’ın başkanlık hırsı, Kürdistan'da sömürgeci savaş politikaları, Suriye'ye dönük emperyalist hedeflerinin tüm iştahıyla artması, onu ölüm makinesine çevirmiştir. Böylece diktatör, ölümler ve katliamlar üzerinden toplumu kutuplaştırmakta, savaş propagandası birimine dönmüş olan medyası aracılığıyla, militarist, faşist, ırkçı bir rüzgâr estirmektedir.

Neoliberal saldırganlığın ülke sınırları içerisindeki en iyi uygulayıcısı bugün AKP hükümetidir, tüm bu olup bitenlerse, diğer nedenlerin yanı sıra, kapitalizmin dönemsel krizlerini emperyalist savaş üzerinden çözmeye çalışmasıyla açıklanabilir. Savaş işçi sınıfına, çok daha yoğun emek sömürüsüyle birlikte, daha fazla baskı ve kıyım getirir. Erdoğan diktatörlüğü, her geçen gün daha fazla artan bir otoriter yönetim anlayışıyla yalnızca ülke içinde değil, ülke dışında emperyalist hedeflerini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Savaş endüstrisi için hayati önem taşıyan insan gücünü bu sisteme işçi sınıfı sağlamaktadır. Fakat emperyalist savaş gündeme geldiğinde zaten çok kısıtlı olan grev, toplu sözleşme ve sendika kurma hakkı da askıya alınacak. Zaten ülkede yasal grevlere sadece toplu sözleşme dönemlerinde ücretler konusunda bir uzlaşmazlık çıktığında izin verilmektedir. Geçtiğimiz yıl Mayıs ayında metal işçilerinin büyük grev ve direnişleri başta olmak üzere Greif süreci de işçi sınıfının yasallığı aşan fiilî ve meşru mücadelesi üzerine inşa edilmişti.

Adı bugüne dek “düşük yoğunluklu çatışma” olsa da ülke sınırları içinde bir iç savaş yaşanmakta. Bununla birlikte sermayenin çıkarları için gerçekleştirilecek bir sınır dışı müdahale -daha açık bir deyişle Suriye topraklarına bir müdahale- gerçekleştiği zaman işçi sınıfının en küçük bir hak arama talebi de “ulusal güvenlik” gerekçesiyle yasadışı ilan edilecek, vatan hainliğiyle mahkûm edilecek, dahası protestolar kıyım ve kanla bastırılacaktır.

Bu yüzden biliyoruz ki: "Gerçek düşman içeride!"

Ülkeyi kan gölüne çeviren Erdoğan diktatörlüğü, gerçek düşmandır. Zenginlerin saraylarına savaş, yoksulların evlerine barış istiyoruz, ama kalıcı bir barış, yalnızca, işçi sınıfının sömürü düzenine son vermesiyle hayata geçebilir.

İşçi sınıfı ve ezilen emekçi kitleler olarak, mücadelemizi kendi ülkemizdeki kapitalist-emperyalist egemenliğe karşı örgütlemeliyiz. Kendisine karşı savaşmamız gereken düşman, ülkemizdeki bu sınıf düşmanımızdır. Yani Erdoğan diktatörlüğüdür. Aksi takdirde, kendi varoluşumuzun yıkımını izlemek zorunda kalacağız.

Ya sosyalizm ya barbarlık!


Bursa’dan İMD’li Bir İşçi

SGK'dan Yeni Uygulama: Sigara İçene Kanser İlacı Yok!

SGK, 3 Şubat’tan itibaren akciğer kanseri olan hastaların ilaç parasını karşılamak için "sigara içmemiş olma" şartı getirdi. Hızını alamayan SGK bununla da kalmadı, multiple skleroz (MS) hastalığında kullanılan fingolimod etken maddeli ilacın ödenmesi için başka bir ilacın bir yıl süreyle kullanılmasını şart koştu.

SGK'nın bu uygulaması, temel yaşam hakkı olan sağlık hakkına karşı bir saldırıdır. Milyonlarca işçinin ücretinden kesilen primlerle ekonomisini sağlama alan SGK, geniş emekçi kitlelerin zaten kısıtlı olan sağlık hakkını kullanmasını sağlayan, sınırlı kazanımlarımıza karşı bir saldırı başlattı. Süreç, sağlığın her geçen gün piyasalaştığı ve ticari bir hizmete dönüştürüldüğü; sağlık emekçilerine ise esnek, güvencesiz çalışmanın dayatıldığı, "sağlıksızlık sektörüne" evrildi. SGK bu uygulamanın gerekçesinin tasarruf amaçlı olduğunu belirtti.

SGK'nın kâr hırsı işçi sınıfına ölüm getirmektedir. Sağlık sorununu çözmekle ve hastanelerde kuyrukta beklememekle övünen AKP hükümeti, hızla sağlık alanını ticarileştirmekte ve parası olmayana hastane kapılarını kapatmaktadır. Sağlık, tüm vatandaşlar için ulaşılabilir bir kamusal hizmet olması gerekirken, kapitalistler ve onların hükümetleri için iyi kâr getiren bir yatırım alanına dönüşmüştür. İnsanların sağlık problemleri üzerinden zenginliğine zenginlik katan bir sistemdir kapitalizm. Herkesin eşit, ulaşılabilir, parasız, nitelikli bir sağlık hizmeti yalnızca işçi sınıfının iktidarıyla hayat bulacaktır.

Kapitalizm öldürür, kapitalizmi öldürelim!

Bursa'dan İMD'li Bir İşçi


Modern Kölelikte Yeni Bir Sayfa: "Özel İstihdam Büroları"

AKP hükümeti, 1 Kasım seçimlerine savaş politikaları ve istikrar vaadiyle girdi. 1 Kasım seçimlerinden zaferle çıkan AKP, savaş politikalarına hız kesmeden devam etti. Kürt illerini Suriye kentlerine çeviren siyasi iktidar, kendini, tüm muhalefeti bastıran, hiçbir farklı sese nefes aldırmayan bir konuma taşıdı. Kürt illerinde devletin sömürgeci geleneğini devam ettiren AKP, batıda toplumsal muhalefeti etkisizleştirdikçe, işçi sınıfının tüm kazanımlarına şiddetli bir saldırı operasyon başlattı. Kıdem tazminatının hedef tahtasına alınmasından sonra, şimdi de Özel İstihdam Büroları’na "günlük işçi kiralama" yetkisi veren tasarı TBMM'ye sunuldu. Bu tasarıyla şirketlerin asgari ücret üzerinden işçi çalıştırıp, istihdam ettikleri işçileri başka patronlara bir eşya gibi kiralaması mümkün hale gelecek. Bu uygulama işçilerin tüm kazanılmış haklarına karşı yapılmış topyekûn bir saldırıdır. Sendikasız, tazminat hakkı olmaksızın, güvencesiz ve esnek çalışmayı iş hayatının kuralı haline çevirmeyi amaçlamaktadır.

Türkiye'ye Özel İstihdam Büroları Nasıl Girdi,  ÖİB’ler Ne İş Yapar?

Özel İstihdam Büroları her şeyden önce işçi simsarlığının yasal bir statüye kavuşmasıdır. Türkiye'de işçi simsarlığı yıllardır var. Lâkin bu durumun yasal bir statüye kavuşması 2003 yılına tekabül eder. 2003 yılında çıkarılan yasayla, ÖİB’nin faaliyet alanları şimdilik özel sektörle sınırlı tutulmuştur. ÖİB, patronların işçi bulmasına aracılık yapan, özel hukuka tâbi olan, kâr amacı güden ticari işletmelerdir. ÖİB’lerin faaliyet alanlarını genişleten bu yasa, her şeyden önce İŞ-KUR’un özelleştirilmesi girişimidir. İŞ-KUR'un yokluğunda doğacak boşluğu, mesleği işçi simsarlığı olan böylesi şirketlerle doldurma girişimidir. Bu uygulamayla işçi simsarlığı, patronlar için iyi gelir getiren yatırım alanına dönüşecektir. Bankaların son yıllarda yoğun şekilde bireysel emeklilik kampanyaları yapmaları ve bunu yaygınlaştırma çabaları, gelecek yıllarda SGK'nın özelleştirilmesi ve sosyal sigortaların özel şirketlere devrinin hazırlık çalışmasıdır.

ÖİB işçi sınıfının bütününü ilgilendirmektedir. İşçiyi alınıp satılan, kiralanan bir köleye dönüştürmektedir. Bu durumu dünya emperyalist-kapitalist sisteminin, her geçen gün barbarlaşmasından bağımsız olarak ele alamayız. Suriye ve Ortadoğu üzerinden kutuplaşan emperyalist paylaşım savaşı, ırkçılığı ve milliyetçiliği güçlendirmekte, bunun sonucu olarak işçi sınıfının içinde ırk ve mezhep temelli bölünmeler yaratmaktadır. Savaş politikaları derinleştikçe, işçi sınıfına yapılan saldırılar da o oranda artmaktadır. Sur, Silopi, Cizre işgal edilmiş kentlere dönüştükçe, işçi sınıfının gündelik hayatında da sosyal yıkımlar gerçekleşmektedir. Bu durumun en önemli nedeni işçi sınıfının örgütsüzlüğü ve politik bir önderlikten yoksun oluşudur. Savaşı ve sosyal yıkım politikalarını yalnızca işçi sınıfının örgütlü, militan mücadelesi püskürtebilir.

Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!

                                                                                                              Bursa'dan İMD'li Bir İşçi