30 Mayıs 2012 Çarşamba

Çapa Direnişinde 100. Gün


Taşeron İşçileri Yardımlaşma Derneği’nin İstanbul Tıp Fakültesi’ndeki (Çapa) direnişinde 100. gündü bugün. Taşeron işçilerini bilgilendirmek, gelecek saldırılara karşı uyarmak için kurulan çadır 1 Nisan’da 196 işçinin işten çıkarılmasıyla bir direniş çadırına dönüştü.

Saldırılar bitmiyor. Yapılan basın açıklamasına göre: “1 Temmuz’dan itibaren geçerli olacak ihale şartnamesinde çalışanların sayısı yüzde 20 azaltılacak. Temizlik ve güvenlikten işçi çıkarılacak. Çalışmaya devam eden taşeron işçilerinin yol ücretleri kesilecek ve ücretlerinde yüzde 5’ten yüzde 30’a kadar eksiltme yapılacak.”
Taşeron işçileri Çalışma Bakanlığı’na da seslenip, İş Yasasının ikinci maddesinin değiştirilerek (özel istihdam büroları ile) halen güvencesiz, topun ağzında olan işçinin daha da güvencesiz hale geleceğini belirttiler.

Tüm işçileri, yüreği emekten yana atanları ve geleceğinden endişe duyanları çadırımıza dayanışmaya bekliyoruz! Biz haklıyız biz kazanacağız!

27 Mayıs 2012 Pazar

Katliamlar Sürerken, Çorum Katliamını Unutma!


12 Eylül öncesindeki faşist katliamlardan biri de Çorum’da gerçekleştirilmiştir. Bu katliam öncesinde de resmi faşist güçler sıkı hazırlıklar yapmış, Çorum valiliğine, emniyet müdürlüğüne ve diğer önemli mevkilere faşist-sağcı isimler yerleştirilmiş ve dizginler ele alınmıştır.
27 Mayıs 1980’de MHP’nin önde gelen isimlerinden Gün Sazak’ın öldürülmesini bahane ederek sokaklarda terör estirmeye başlayan ülkücü faşistler, Alevilerin yoğun olarak yaşadığı mahallelere ve Alevilerin işyerlerine saldırmaya, etrafa ateş açmaya başlarlar. Saldırılar 5 Temmuz’a kadar aralıklarla devam eder. Devlet bir kez daha faşistlerle kol kola hareket eder; devletin TRT’sinden polis panzerlerine kadar birçok silahı katliamda rol oynar, ama hepsinden de öte solcuların ve Alevilerin katledilmesine müdahale etmeyerek katliama katılmış olur.
Lafa gelince ortalıkta darbe mağduru olarak gezmeyi iyi bilen Süleyman Demirel, gazetecilere, “Siz Çorum’u bırakın da, Fatsa’ya bakın” diyerek demagoji yapar. Çorum’daki katliamın daha da büyümemesinin tek nedeni, halkın (ülke genelinde hiçbir ders almadığını kanıtlayan “devrimci” örgütlere inat) önceki katliamlardan ders alarak barikatlarla kendi öz savunmasını gerçekleştirmesidir. Yine de çok ağır kayıplar verilir: 57 ölü, 200’ün üstünde yaralının yanı sıra, yüzlerce ev ve işyeri tahrip edilmiş ve binlerce aile Çorum’dan göç etmek zorunda kalmıştır.
İşçi sınıfı olarak bu katliamların hesabını henüz sorabilmiş değiliz. Dahası biz soramadığımız için ve soramadığımız oranda, burjuvazi ve onun ideologları pervasızlaşmakta, bir yandan Uludere/Roboski'de olduğu gibi katliamlara devam ederken, diğer yandan 1 Mayıs 1977 gibi katliamların suçunu bize atmaktadır. Bu nedenle, yatıp kalkıp hatırlamalı, hesabını sorana kadar unutturmamalıyız.
Kaynak: 12 Eylül Faşizmi Üzerine, Sinan KARASU

24 Mayıs 2012 Perşembe

Bir Piknikle İMD’nin Foto-Hikayesi

İMD’de yaz dönemi başlıyor. Bize yaz kış mücadele, ama yaz demek aynı zamanda daha çok boş zaman demek! O halde?
“Hep mücadele hep mücadele, hep sınıf hep sınıf sıkılmıyor musunuz?” diyen dostlar: Hayır, sıkılmıyoruz, çünkü İMD ile hayatın her alanındayız!
Tiyatro atölyelerimiz devam ediyor. 1 Mayıs pikniğinde ikinci oyununu da çıkaran ekibimizin çalışmaları, bu hafta 4'te İMD Avrupa yakasında ve yakında Anadolu yakasında. Hevesi olan herkesi bekliyoruz...



Tiyatrocularımız daha fazla seyirciyi hak ediyor!

Gitar kurslarımız başlıyor. Kursu profesyonel isimlerle çalışan gitarist yoldaşımız Hasan verecek. Bu Cumartesi 4'te İMD Fındıkzade şubesinde.



Müziksiz mücadele olmaz!


 


Piknikte voleyboldan beklenen verimi alamadığımız için(!), bu Cumartesi 13.30'da (İMD Fındıkzade’de buluşup) sahaya iniyoruz.


Haydi yediklerimizi eritmeye!




Özellikle de "hep futbol hep futbol, yeter" diyenleri bekliyoruz. Hem basketbol hem de voleybol oynayacağız.

Ama bilinçlenme ve eğitim çalışmaları olmadan da olmaz! Haftada iki gün kendi sınıfımızın sorunlarına dair teorik ve politik toplantılar yapıyoruz.




İMD'de sadece haklarımız için mücadele etmiyoruz, saklı cevherleri de keşfediyoruz!


  Dil, din, ırk, renk, millet, cinsiyet, yaş vb. farkı bilmeyiz, sanki doğduk bir anadan!






Emeğin safında olan herkesi İMD'ye katılmaya, hakları için mücadele edip hakkı olan hayatı yaşamaya çağırıyoruz!


Bursa'da Kamu Emekçileri Grevi


Bursalı İMD’liler olarak bizler de kamu emekçisi kardeşlerimizle birlikte greve katıldık. Bugünkü grev daha önce katılmış olduğumuz kamu emekçileri grevinden daha coşkulu ve daha kitleseldi. Yaklaşık 4.000 kişinin katıldığı greve BES, DİSK, Birleşik-Metal, TÜMTİS, TMMOB, TÜRK-İŞ Sekizinci Bölge ve diğer emek örgütleri, üniversite öğrencileri  ve sosyalist partiler destek verdi.
Saat 11’de Ünlü Caddesi’nde toplanmaya  başlayan kitle saat 11.30'da yürüyüşe geçti. Grevin başlamasıyla birlikte Bursa’da emekçiler hayatın merkezi haline geldi. Yürüyüş  esnasında sık sık “AKP Zammını Al Başına Çal”, “Toplu Sözleşme Hakkımız Grev Silahımız”, “Direne Direne Kazanacağız”, “Zam Zulüm İşkence, İşte AKP”, “İşçiler Birleşin İktidara Yerleşin”, "Yaşasın Sınıf Dayanışması, “Yüzdelik Zam Değil, Toplu Sözleşme!”, “Sefalete Teslim Olmayacağız!” sloganları atıldı. 
Yürüyüşe Memur-Sen’in 1 Mayıs’taki tavrına tepki duyan Memur-Sen üyesi kamu emekçileri de katıldı. Yapılan basın açıklamasında başbakanın, “Burası Yunanistan gibi mi olsun?” söylemine karşı, “Biz alanları doldurarak burasını Yunanistan, İspanya yapacağız! Kamu emekçileri hakları için alanları terk etmeyecek” denildi. Grev sorunsuz bir şekilde, çekilen halaylarla, horonlarla ve söylenen marşlarla son buldu.
Ülkenin dört bir yanında gerçekleştirilen bu grev sadece bir başlangıç olmalı. Daha iyi örgütlenmiş bir grevle AKP hükümetini sarsmak ve sadakası verirken bir daha düşündürmek mümkün. Bunun için de işyerlerinde daha iyi çalışma yürütmek ve diğer işçi ve emekçileri de sürece katarak grevi genel greve dönüştürme hedefini önümüze koymak gerekiyor.
Bunun için ilk adım, grevin gücünü yasalardan değil, emekçilerin meşru mücadelesinden aldığını kamu emekçilerine anlatmaktır. Greve çıkacak bir emekçi üstlerine açıklamada bulunmak zorunda değil, bakan Çelik’in “soruşturma açılmayacak” diye lütfetmesini beklemek zorunda değil. Hem uluslararası sözleşmelerle bağlı olduğumuz yasalar hem de emsal teşkil eden Danıştay kararı bize grev hakkını tanıyor. Bu yüzden, her emekçiyi greve çekmek için dil dökerek, hakkın mücadele ederek alınacağını anlatarak, eğer mücadele vermeseydik kamu emekçilerine sendikanın bile yasak olacağını hatırlatarak çabalamamız ve bu grevi daha kitlesel, daha militan bir şekilde tekrarlamamız gerekiyor.    
Bursa’dan bir grup İMD’li             

22 Mayıs 2012 Salı

Kendi Hakkını Aramayana Devrimci Denir mi?


Ben sağlıkta özelleştirilmiş, taşeronlaştırılmış ASM'de (Aile Sağlık Merkezi) çalışan örgütlü işçilerden bir tanesiyim. Bağlı olduğum taşeron, benim tabirimle "kan emiciler'' hakkımı gasp etmeye çalışırken verdiğim mücadeleyi bir proleter devrimci olarak anlatmak istiyorum.   
Maaşım geciktiği için kan emici taşeron firmasını aradım ve “neden size ödeme yapıldığı halde yatırmadınız maaşımı?” diye sorduğumda bugün yatırıyoruz diye diye 4 günün sonunda yatırdılar. Ama bankadan maaşımı çekerken eksik olduğunu fark ettim, ayrıca her ay düzenli olarak yatırılan yemek ücretinin de yatırılmadığını gördüm. Biraz sinirle şirketi aradım, telefonda tartışmanın bir yere varmayacağımı anlayınca çareyi bir yoldaşımla beraber şirkete gitmekte buldum.
Şirkete vardığımızda muhasebe bölümünde çalışan işçi arkadaşla uzun uzun hesap yaptık. Onun hesabına göre her şey doğruydu, atladığı birkaç şey dışında. Hesap yaparken ben de atladığı yerleri kafamda not düşüyordum, biraz da sabırsız bir şekilde hesap yapma sırasının bana geleceği ânı bekliyordum. Nihayet sıra bana gelmişti, içimde haklılığımın verdiği öz güvenle anlatmaya başladım ve birkaç itirazdan sonra yaptığım hesabın doğru olduğunu kabullenmişti, ben de asgari ücretle çalışan bir işçi olarak 200 TL + yemek parasının hakkım olduğunu ve ne pahasına olursa olsun bunu alacağımı göstermiştim ona.
İlk önce özür dileyerek hemen şimdi yatıracağını, ama ilk önce patronla (kodaman) görüşmesi gerektiğini söyleyip üst kata çıktı. Ben ve yoldaşım aşağıda bekleme salonunda beklerken yüksek ses tonuyla aşağıya inen muhasebeci, yavuz hırsız gibi, “hesapta bir yanlışlık yok, hatta senin bize borcun var” diyerek baskın çıkmaya çalıştı o tahrik edici ses tonuyla. Beni sinirlendirmeyi başarmışlardı. Kendimi toparlamak için birkaç saniye düşündüm. Mücadele veren bir proleter olarak yapmam gereken kendimi toparlayıp haklı olduğumu ve emeğimin karşılığını söke söke alacağımı akılcı bir mantıkla dillendirmekti. İtiraz ettim, az önce hesapta bir yanlışlık olduğunu, hemen bu hatanın düzeleceğinden bahsediyordu da patronla görüştükten sonra neden bu şekilde haksızlık ettiğini sordum. Çözümün beni patrona götürmekte buldu, kendisinin de bir işçi olduğunu unutarak.
İçeri girer girmez patron, “sen artist misin, elini kolunu öyle öfkeyle sallıyordun, sizi kameradan izliyordum” dedi. Ben de “sözlerine dikkat et, karşında çocuk yok, insanların kendini ifade edebilmek için dil kadar benden diline de ihtiyacı vardır” dedim. Böyle bir gerekçeyle konuyu açmasının iyiye işaret olmadığını anlamıştım ve beni bu şekilde psikolojik baskı altına alarak kafamı başka yöne sürüklemeye çalışıyordu. Karşılığı direk alınca afallamıştı.
Birden ses tonunu yükselterek konuşmaya başladı. “Biz seninle yapamayacağız, zaten kıdem tazminatın da yok, bu işi bitirelim” deyince, “Bir dur orda bakayım” diyerek ses tonumu yükselttim Baskıcı bir ses tonuyla çıkışmaya başladım. “Bu sana üzücü bir haber olacak ama 1 senemi devirdim, kıdem tazminatına hak kazandım, keyfi bir şekilde işten atamazsın, üstelik hakkımı gasp etmeye çalışırken bunları yapmanız bir suçtur” dedim. İçeride ne hakkım varsa bir bir sıraladım.
Sınıf bilinçli bir işçiyle karşı karşıya olduğunu fark edince, “ben şeker hastasıyım bana bu şekilde bağırma, ben senin işvereninim” diyerek kendini avutmaya çalıştı. “Sizlerin bu laf salatasına karnımız tok, işçileri nasıl sömürürüm diye düşüne düşüne şeker hastalığına yakalanmışsınızdır” dedim içimden.
Dayanacak gücü kalmamıştı artık. Beni odadan çıkarmaya çalıştı, o da bir patron olarak sınıf bilinçli olduğundan, “istemiyorsan çalışma, dışarıda iş arayan çok insan var” dedi. Ben de, “işten çıkmıyorum ve hakkım olanı alacağım, eğer siz beni çıkartıyorsanız kıdem tazminatımı da söke söke alacağım sizden” diyerek çıktım.
Arkamdan geldi aşağıda tekrar bunun tartışmasını yaşadık. Ben “sizinle yaptığım sözleşmenin nüshasını istiyorum” diye diretmeye başladım. Dosyaları karıştırırken kendileri de fark etti ki, haklıydım, ama yine de kabullenmediler. Israrla sözleşmeyi almayı direttim ve yalanlarının ortaya çıkacağını anlayınca, “şirketin özel dosyalarını isteyemezsin, bunları sana verme gibi bir zorunluluğumuz yok” dedi. Öfkelendim. “Sizin özel dediğiniz evrakların içinde ismin geçiyorsa ve sizler buna özel evrak diyorsanız benim şahsi bilgilerimi hangi emellere alet ediyorsunuz?” diye çıkıştım. Sonra patron biraz saçmaladı. Yasal işlemlerle alacağımı söyleyerek ayağa kalktım.
O anda sanki her şey kamera şakasıymış gibi gülümsemeye başladılar, Bir an kameraya el salla demelerini bekliyordum 180 derece döndü diye buna denir. “Tamam tamam, paranı yarın yatıracağız. Sen üzülme” diyerek aşağı indik beraber.
Kapının önüne indiğimizde son atışmalarımızda da kendisinin bir kan emici burjuva olduğunu bir kez daha gösterdi. “İhtiyacın varsa eğer vereyim sana 200 lira, bu diyalogların hiç gereği yok. Ben 200 lirayı bir gecede yiyorum, n’olcak canım” deyince tepem attı. “Sen kimin parasını yiyorsun, o para benim hakkım. Kimin parasını kime veriyorsun? Benim kazandığım senin gasp ettiğin para o, söke söke alacağım senden emeğimin karşılığını” diyip ayrıldım oradan ve şu an yasal işlemlere başlıyorum.
Şimdi soruyorum herkese ve özellikle de mücadeleci işçilere! “Aman ne olmuş, 200 lira sizin olsun, başımın gözümün sadakası olsun” mu demeliydim? Böyle yapsaydım, 1 Mayıs günü İşçi Bayramı`nı alanlara inip kutlamak için patronundan izin hakkını alamayan ya da almayan, yasal bir hak olduğu halde gelmeyen ve ertesi gün 1 Mayısların önemini anlatan devrimcilerden ne farkım kalırdı ki? Başkalarına, hakkınızı aramalısınız sizler üretensiniz, yaratansınız diyip kendi hakkını aramayan devrimciye devrimci mi dersiniz? Kendi hakkını aramayan, kendine hayrı olmayanın sınıfımıza ne hayrı olabilir? Ben onlara oportünist diyorum. Unutmayın bu pastayı üreten bizsek ve pastadan sadece kırıntılar düşüyorsa bizlere, buradaki haksızlığa başkaldırmalı, serhıldan demeliyiz. O pastayı üreten de yiyen de biz olmalıyız.          
Bütün Ülkelerin İşçileri, Birleşin!
DİRENEN İŞÇİLER YENİLMEZLER!

20 Mayıs 2012 Pazar

İMD Avrupa Yakasında Bugün


Fındıkzade İMD’de bugün çok hoş bir dönem başlangıcı yaptık. Aramıza yeni katılan arkadaşlarımız için İMD’nin ve işçi sınıfı mücadelesinin ne olduğunu konuştuk. 1 Mayıs’ta yakaladığımız ivmeyi sürdürebilmek adına önümüze bir dönem programı hazırladık. Programımızda iş kanunu seminerlerinden teori çalışmalarına, tiyatro atölyesinden müzik derslerine kadar birçok etkinlik yer alıyor. Güzel havaları değerlendirip futbol, basketbol, voleybol turnuvası yapacağız. Hepimiz çok heyecanlıyız, çünkü planlarımızı gerçekleştirmek konusunda kendimize güveniyoruz. Herkesi derneğimize bekleriz.

Derneğimizde Darbe (İki Arkadaş) Filmini İzledik


Bugün derneğimizin Kartal şubesinde film etkinliğimiz vardı. 1976 yapımlı filmin adı Darbe olmasına rağmen günümüz kapitalizminden darbe yiyerek İki Arkadaş adını almış. Cüneyt Arkın ve Fikret Hakan başrolde oynuyor.


Filmin konusu: Sözleşme zamanı geldiğinde taraflar, yani sendika (Maden-İş) temsilcileri ile patronlar masaya oturur, oğluna Avrupa’dan son model araba getirmeye para bulan patron zam yapmaya yanaşmayınca işçiler grev kararı alır.
Fabrikanın 23 yıllık muhasebecisi rolündeki Cüneyt Arkın grev hakkını savunan sendikacı oğluna karşıdır. Oğlunun haklı olduğunu öğrendiğindeyse artık oğlu grev alanındaki saldırıda hayatını kaybetmiş, kendisi de askerlik arkadaşı Fikret Hakan’la birlikte can vermek üzeredir.

Sanatsal açıdan çok başarılı bir film olmasa da, birlikte olmanın da verdiği keyifle heyecan içinde izlediğimiz, aramıza yeni katılan arkadaşlar için yararlı bir film etkinliği oldu. Bundan sonra da film ve belgesel etkinliklerimizi sürdüreceğiz. 
Filmdeki Cüneyt Arkın bize ders olsun, iş işten geçmeden, yumurta kapıya dayanmadan örgütlenelim, sınıfımızın saflarında mücadeleye atılalım!  

18 Mayıs 2012 Cuma

İbo'nun Anısına - Eisler, “Lenin Ağıtı”


   Türkiye devrimci hareketinin Deniz ve Mahir’le birlikte üç büyük sembol isminden biri olan İbrahim Kaypakkaya 39 yıl önce bugün, 18 Mayıs 1973'te burjuva devletinin zindanlarında işkenceyle katledildi. “Ser verip sır vermeyen yiğit”in, İbo’nun anısına bir sosyalistin ürettiği en güzel ağıtlardan biri: Brecht'in mesai arkadaşlarından Hanns Eisler'e ait Lenin'e Ağıt.


İbrahim Kaypakkaya, tıpkı çağdaşı diğer devrimciler gibi, devletin zulmüne uğramış, buna karşın hayatlarını ortaya koymaktan çekinmemiş ve bu militan kişilikleriyle bugüne kalmışlardır. Burjuvazi bir yandan bu isimleri -değişen derecelerde ve uydurabildiği oranda- "zararsız ikonlar" haline getirmeye çalışırken (tıpkı dünya burjuvazisinin Che'ye yaptığı gibi), diğer yandan işkenceci, katil geçmişiyle yüzleşmekten korkmaktadır. 
Sol harekete Stalinizmin damga vurmuş olması ve Denizlerin, Mahirlerin, İboların Stalinizmden (ya da bir çeşidi olan Maoizmden) kopmamış olmaları bu devrimci değerleri ve kavgada yitirdiklerimizi sahiplenmediğimiz anlamına gelmez; onların "ilk yüz metreyi koştukları" unutulmamalıdır. Kapitalizme ve burjuva devletine karşı dövüşerek ölenler, yanlışlarıyla doğrularıyla devrimci mirasımızdır ve burjuvaziye karşı (hattâ kimi zaman da, onları yanlış politikalarına alet edenlere karşı) eğip bükmeden savunulmayı hak etmektedirler.

Facebook ve Twitter Üzerine


Dünyanın en büyük sosyal paylaşım sitesi olarak bilinen facebook bugün borsaya giriyor. 18 milyar doların üstündeki hisse satışıyla Amerika’da ikinci sırada yer alacak.
İslami facebook ya da helal facebook olarak bilinen İstanbul merkezli selamworld ise Ramazan ayında yayına başlıyor.
Facebook ve twitter'ın sosyalistler açısından tahlilini Mısır Devrimi’nin Dersleri’nden aktaralım:
Ortadoğu’daki devrimci dalganın ilk gününden itibaren burjuvazi tarafından “facebook”un bu kadar öne çıkarılması boşa değildir. Bazı iddialara göre, her şey “facebook” ve “twitter” üzerinden oldu. İnsanlar bu kanallar aracılığıyla örgütlendiler ve sokaklara indiler, bu kanallar sayesinde muhalefet ettiler vb. Öyle ki kimileri buradan daha da ileri sonuçlara varıp, bu kanalların artık gerçek mücadele alanı olduğunu söyleyecek kadar “uçtu”!
Kuşkusuz bu araçlar devrimci süreçte belli bir rol oynadı ve her devrimci hareketin bu araçlardan yararlanması ve mücadelesini bu yollarla çeşitlendirmesi gerekir. Fakat “Arap Baharı”nda “facebook”un öne çıkarılması başka, çok daha büyük bir anlam taşımaktadır.
“Facebook”, kapitalizmin son çeyrek yüzyılına damgasını vuran enformasyon teknolojisini simgeliyor. “Facebook”, bu ülkelerin kapitalist piyasa ekonomisine daha fazla açılmaları ve bu ülkedeki işçi ve emekçilerin tüketim çılgınlığına daha da teşvik edilmelerini simgeliyor. “Facebook” kullanımının artması, yani bilgisayar, internet, cep telefonu vb. kullanımının artması daha fazla tüketen, uluslararası kapitalizmle daha içli dışlı olan bir toplumun ortaya çıkması demek. …
Marx kapitalizmde demokrasiyi tarif ederken, insanların düşüncelerini söylemesine izin verebildiğine, zira son sözü hep tekellerin söylediğine dikkat çekmişti. Bugün özellikle de Mısır’da kapitalizm alabildiğine gelişmiştir ve tekeller son sözü söyleyebilecek olmanın verdiği güvenle, kitlelere daha fazla söz söyleme serbestliği tanıyabileceklerine inanıyorlar. Burjuvazi bu yolla, kitlelerin tüketim alışkanlıklarının çeşitleneceğini, piyasanın büyüyeceğini düşünüyor ve kendi cephesinden bakıldığında haksız sayılmaz. Bu noktada Türkiye’ye bakmak ne kastedildiğini görmek için yeterlidir.
Burjuvazi bu kanalları henüz istediği gibi tekel altına alabilmiş değil. Geleneksel medyadaki (gazete ve televizyon) tekelinin aksine bu kanallar devrimcilere çok daha iyi propaganda fırsatı sunmaktadır. Zaten burjuvazi de bundan rahatsızdır. (Zaman gazetesinden bir örnek için, bkz. “Zaman”e Solcuları – Kto Kovo?)
Burjuvazinin bu rahatsızlığını gidermek için boş durmayacağı açıktır. İnsanların hayatında her geçen gün daha fazla yer tutmaya başlayan sosyal paylaşım sitelerini tam bir tekel altına almaya çalışıyor. Borsaya açılmak “halka açılmak” değil, bu adımlardan birisidir. Gerçek mücadele alanının sokaklar, esas bağ kurma aracının sözlü propaganda ve ajitasyon olduğunu unutmadan, biz devrimcilerin de bu kanallardan yararlanması gerekiyor. 

15 Mayıs 2012 Salı

TOGO Direnişi: Gözaltılar Bizi Yıldıramaz!


TOGO Ayakkabı’da 27 Nisan’dan bu yana TOGO işçileriyle omuz omuza sürdürdüğümüz direnişimiz  gözaltılara rağmen kararlı bir şekilde devam ediyor. Patron, işçileri yıldırmak ve direnişi kırmak için geçtiğimiz hafta perşembe ve cuma günleri polisin direnişçi  işçilerin üstüne saldı ve polis işçileri gözaltına aldı. Ancak biz devrimci öğrenciler alanı terk etmeyerek direnişi canlı tuttuk. İşçiler de gözaltından daha kararlı ve güçlü bir şekilde döndüler.

Ancak bunlar TOGO patronunun ne ilk ne de son saldırılarıydı. Bu sabah (Pazartesi) yeni bir gözaltı ihtimaline karşı bizler de bazı arkadaşlarla erkenden direniş alanına geldik. Yanılmamıştık. Saat 10’a gelirken birden polisin etrafımızı sarmaya başladığını gördük. Önce işçileri, ardından da alanı terk etmediğimiz için biz öğrencileri gözaltına aldılar. 21 TOGO işçisiyle beraber 35 kişiydik gözaltına alınan. Direniş alanına dönmemizi engellemek için de diğer gözaltılar da olduğu gibi akşam saatlerine kadar serbest bırakmadılar.
Bırakıldığımız vakit, fabrikanın mesai saati dolmuştu. O nedenle biz de direniş alanında (fabrika önü) bekleyen arkadaşlarımızın da katılımıyla Kızılay’da Atatürk Bulvarı üzerindeki TOGO mağazasının önünde basın açıklaması gerçekleştirdik.


Elbette yılmadık, yılmıyoruz... Direnişimizin kaderini sizin saldırılarınız değil, bizim kararlılığımız belirleyecek. Yarın sabah (Salı) ile birlikte her sabah TOGO fabrikası önünde direnişimize inatla devam edeceğiz.
Direnişimizi güçlendirmek ve sınıf mücadelesini yükseltmek için işçilere, öğrencilere ve tüm emek dostlarına çağrımızdır: Direniş alanını dolduralım, patronlara ve onların saldırılarına karşı birlikte duralım.
GÖZALTILAR BİZİ YILDIRAMAZ!
YAŞASIN SINIF DAYANIŞMASI!

13 Mayıs 2012 Pazar

Radikal, Vatan, Ergun Babahan... ÇAPSIZLAR


Radikal ve Vatan gazeteleri bugün "bulvar gazeteleri"nin bile yapmadığını yaparak Galatasaray’ın şampiyonluğunu "fetih" manşetiyle vermeyi tercih etmiş, gerçekten çok radikal!
Radikal lafa gelince şovenizme, militarizme vb. karşı olduğunu söyler, diğer burjuva gazetelerin çizgisini eleştirir. Bir de güya karşı çıktığınız görüşleri destekleseniz ne yapardınız acaba?
Akşam gazetesi ise futboldaki gerilimi daha da kaşımak adına “2012 Kadıköy’ün Fethi” demiş. Bir takımın şampiyonluğu birçok güzel manşetle verilebilir. Ama onların aklına Fetih 1453 filmi geliyor! Burjuva gazetelerin başında entelektüel çapı Fetih 1453’ten öteye geçemeyen insanların olması neyle açıklanır?
Son olarak Ergun Babahan. “Demokrasinin yılmaz bekçisi”, yani AKP'nin yılmaz savunucusu. Twitter’dan küfürlü bir “tweet” atınca Today’s Zaman (küfrün Gülen’i hedef aldığı söyleniyor) kendisinin yazılarına son verdiğini açıkladı.
Bir futbol maçı medyamızdaki saklı cevherleri ortaya sermeye yetiyormuş.
Ne diyelim, böyle konuya böyle başlık: Çapsızlar!

8 Mayıs 2012 Salı

2 Yıl Üst Üste 1 Mayıs'ta Taksim Yollarında, Ama...


Eğer yanlış hatırlamıyorsam uyandığımda 11.30 civarıydı. Akşamdan kalmaydım. Günlerden pazardı ve harika bir bahar günüydü. Arkadaşlarımla basketbol oynamak için sözleşmiştik. Kısa şortumu ve kolsuz tişörtümü üzerime geçirip aceleyle evden çıktım. Metroya binip Taksim’e geçecek, oradan tekrar otobüse binip basketbol sahasının önünde inecektim. Evin sokağını geçerek merdivenleri çıktım, Mecidiyeköy Cevahir AVM’nin yanından geçerken sokakta bir gariplik olduğunu fark ettim. Sokak sessizdi. Neredeyse hiç araba sesi yok. Metronun giriş kapısının önündeki kepenkler kapalıydı. Saati şaşırdığımı, evden çok erken çıktığımı düşündüm. Saate baktığımda 12’yi biraz geçiyordu. Metroda bir arıza olmalıydı. Neyse ki Taksime otobüsle de gidebilirdim.



Caddeye çıktığımda işler daha da garipleşti. Tek bir tane araba yok ve tek tük gençler slogan atarak caddenin ortasında sallana sallana yürüyordu. Bir an, “acaba hâlâ rüya mı görüyorum?” dedim. Vanilla Sky filminde Tom Cruise’un bomboş New York sokaklarında koşturduğu sahneyi anımsadım. Gençlerin ne söylediğine kulak kesildim; “..tuluş yok.. tek başına.. ya hep...” Böyle bir şeylerdi sanırım. Bir anda günlerden 1 Mayıs olduğunu anladım. Telefonuma bakıp tarihi teyit ettim. Evet, 1 Mayıs.
Taksim’e yürüyerek gitmekten başka bir çarem olmadığını, oraya gitsem bile beni basketbol sahasına götürecek bir otobüs bulamayacağımı anladığımda her yerimi bir öfke dalgası sardı. Yani “bu adamlar yürüyecek diye ben basketbol oynayamayacak mıydım”?
Caddenin tam ortasından yürümeye başladım. Umutsuzca bir taksi arıyordum. Özgürlüğümün elimden alındığını düşünüyordum. Bir pazar günüm vardı ve ben o tek pazar günümü bomboş bir caddede umutsuzca yürüyerek geçiriyordum. Belediye neden yolları kapamıştı? Bu 1 Mayıs uzak bir meydanda kimseyi rahatsız etmeden de kutlanamaz mıydı? Neyse ki Bomonti’nin arka sokaklarında bir taksi yakaladım ve basketbol sahasına taksiyle gittim. Bu da bana 40 TL’ye patladı!



Tam 365 gün sonra yine aynı evde uyandığımda saat sabahın altısıydı. İMD’li yoldaşlarımla bayraklarımızı alarak evden çıktık. Saat 6.30’da bütün siyasetlerin temsilcileri Mecidiyeköy’den Taksim’e uzanan caddede kendilerine ait olan yerlere bayraklarını diziyorlardı. Biz de kortejde kendimize ait yeri bulduk ve tek tek bayraklarımızı dizdik. Şöyle geri çekilip caddeye baktığımda gördüğüm manzara harikaydı.
Yarım saat sonra tüm yoldaşlarımız geldi. Bayraklar, pankartlar ve her türlü sol siyasetten önlüklerini giymiş binlerce işçi. Neredeyse 700 bin kişiymiş! Bağırıyordum “Kurtuluş yok, Tek başına, Ya hep beraber, Ya hiç birimiz!” Bir sene önce anlayamadığım ne varsa şimdi anlıyordum. Bir kabustan uyanmak gibiydi. Kaçırdığım şey çok basitti aslında. Onlar yürüdüğü, onlar mücadele ettiği için benim kendime ayırabildiğim bir pazar günüm vardı. Onlar sokaklara döküldüğü için çocuklar basket oynuyordu. Belediye, ya da devlet –her neyse– o sokakları kapatmayı çok denemiş, işçilerin örgütlü bir bütün olarak güçlü olduğunu bildiği için polisini askerini ayağa kalkanın üzerine salmıştı. Çünkü işçiler bir defa ayağa kalkarlarsa burjuvaziyi beş dakikada devirecek, doğru bir önderlik ile çocuklar-gençler her gün basketbol oynayabilecek, işçiler kendilerine, sevdiklerine, eşlerine ayıracak daha fazla zaman bulabilecek ve yüzyıllardır süren bu sömürü düzenine son verebilecekti. Devlete karşı kazanılmış bir zaferdi 1 Mayıs yürüyüşü. Belki de bir başlangıçtı. Daha öncesinde kapitalizmin uyuttuğu benim gibi biliçssiz işçileri uyandırmanın bir yoluydu 1 Mayıs. Kendisini sağcı zanneden, ama özünde solcu olduğunun farkında olmayan bilinçleri aydınlatmanın bir fırsatıydı. Pankartımızda yazdığı, Marx ve Engels’in de söylediği gibi: Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin!





Başta beni uyandıran tüm İMD’li yoldaşlarıma, sonra 1 Mayıs’ta Taksim’i dolduran sosyalist bilinçli herkese çok teşekkür ediyorum. Yaşasın 1 Mayıs! 

Beyaz Yakalı Bir İMD'liden 


7 Mayıs 2012 Pazartesi

Ankara TOGO Ayakkabı Direnişinden Notlar


Ankara’da, Eskişehir yolu üzerinde ODTÜ’nün tam karşısında yer alan TOGO Ayakkabı fabrikası işçileri, çalışma koşullarını daha iyi hale getirebilmek için Mart ayı sonunda sendikalaşma kararı aldılar. Bu kararın ardından hemen örgütlenme çalışmasına başlayıp TÜRK-İŞ’e bağlı Deri-İş sendikasına üye oldular. Sendika Nisan ayı başında fabrikada çoğunluğu sağlayıp bakanlığa yetki başvurusunda bulundu. Ancak yeni iş yasasının meclis gündemine gelmesi sebebiyle bakanlık yetki tespitlerini vermeyi reddetmekte, yasanın geçmesini beklemektedir.



Fabrikadaki sendikalaşmayı haber alan patron 27 Nisan Cuma günü sendikaya üye olan 9 işçiyi işten çıkardı. Bunun üzerine işten çıkarılan 9 işçi sendika önlüklerini ve şapkalarını giyip fabrika önünde direnişe başladılar. İçerideki işçiler de iş yavaşlatarak, binadan sloganlar atarak dışarıdaki sınıf kardeşlerine destek verdiler. İşçilerin bu dayanışması karşısında afallayan patron bu sefer de kalan işçilerden 26’sını “izne çıkarttı”. Ardından da izne çıkarttığı işçilere işten atılacaklarına dair ihbarnameler yollamaya başladı.
Bir kısmı kayıt dışı çalıştırılan ve 35’i fabrika önünde direnişte olan toplam 55 işçinin çalıştığı TOGO Ayakkabı’da üretim durmuş vaziyette. İşçiler fabrika önünde mesai saatinin başlangıcından sonuna (sabah 7-akşam 7) pankartlarıyla, sloganlarıyla, destekçileriyle birlikte sendikalı olarak işe geri alınmak için direnişlerini sürdürüyorlar.
Diğer taraftan patron ise direnişi kırmak için türlü yollar deniyor. Fabrika önüne onlarca polis yığarak sözde “binanın güvenliği” gereği işçileri korkutmaya ve mücadeleden vazgeçirmeye çalışıyor. O kadar ki, bugün (4 Mayıs) bizlerin, ODTÜ’den bir grup öğrenci ve akademisyenin, direnişe destek vermek için fabrika önüne geleceğini duyan polis, işçiler arasında şöyle bir dedikodu yaymaktan da geri kalmamış. Neymiş efendim, “ODTÜ’den bir grup marjinal gelip olay çıkartarak direnişe zarar verecek”miş. “Bunların işi gücü bu”ymuş! Tüm bunlara rağmen direniş alanında bizleri sloganlarla karşılayan işçiler, bizleri bölmeye çalışan düşmanlarımıza gereken cevabı vermişlerdir.




Direniş alanında konuştuğumuz işçiler, 800 TL gibi düşük bir ücretle hiçbir güvenceleri olmadan 12 saat çalıştırıldıklarını, yol paralarını bile kendi ceplerinden karşıladıklarını, fabrikada verilen öğle yemeğinin de patron tarafından “onu da kaldırırım ha!” diyerek bir tehdit malzemesi olarak kullanıldığını söylediler.
Patronların yalnızca kendi ceplerini düşündüklerini ve bizlerin bizden başka dostu olmadığını belirten işçilerle direnişi güçlendirmek, sınıf dayanışmasını arttırmak ve patron tarafından direnişi kırmaya yönelik gelecek olan saldırılara karşı örgütlü bir şekilde mücadele etmek için, biz de İMD olarak TOGO Ayakkabı önünde direnişe omuz vermeye devam edeceğiz.
YAŞASIN SINIF DAYANIŞMASI!
DİRENEN İŞÇİLER YENİLMEZLER!
TOGO İŞÇİSİ YALNIZ DEĞİLDİR!

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Orduda Demokratikleşmenin En Büyük Örneği


Rusya’da 1917 yılında işçiler, köylüler, askerler (“üniformalı işçi ve emekçiler”) Şubat ayında ayaklanır ve krallarını (“Çar”) devirirler. Ama onların tek derdi kral değil, aynı zamanda kraldan çok kralcılardır.
I. Dünya Savaşı’nda üç yıldır milyonlarca insanını kaybetmiş ordu da devrime katılır. Orduda ünlü “bir numaralı prikaz” kabul edilir. Troçki’nin “devrimci ordunun özgürlük tüzüğü” adını verdiği bu emirname, üniformalı işçi ve emekçiler olarak askerlerin kendi inisiyatiflerinin bir ürünüydü. Bunu bir haysiyet bildirgesi olarak da okumak mümkündür. Ordunun subay kademesine güvenmeyen askerlerin kaderlerini kendi ellerine alma girişimidir. Orduda seçimle işbaşına gelen komitelerin kurulması, ülkeyi yönetecek meclislere (Sovyetlere) asker temsilcilerinin gönderilmesi, silah stoklarının asla subayların eline bırakılmaması gibi maddeler de içeren emirnamenin can alıcı noktası askerlerin eşitlik çığlığıydı. Askerler görev sırasında disiplini kabul etmekle birlikte, talimler dışında üstünü her gördüğünde ayağa kalkmak ya da selam vermek zorunda olmayı reddediyor, subayların askerlere saygılı davranmasını şart koşuyor, örneğin “sen” diye hitap etmesini, küfretmesini vb. yasaklıyordu.
Devrimin sözde önderleri sonradan bu emri feshetmek için çok çeşitli girişimlerde bulunmuş olsalar da, askerler bu prikaz’dan vazgeçmediler. Devrim özgürlük demekse, prikaz bu özgürlüğün adıydı!

4 Mayıs 2012 Cuma

1 Mayıs Görüntülerimiz

1 Mayıs bayram değil, mücadele günüdür, sloganlarımızı haykırma günüdür!
Yaşasın Militan Mücadelemiz, 
Cinsel, Ulusal, Sınıfsal Sömürüye Son, 
Savaşa Değil Eğitime Bütçe, 
AKP Elini Kıdemimden Çek, 
Susma Haykır Taşerona Hayır, 
Tayyip Elini Suriye’den Çek, 
Sermayenin Askeri Olmayacağız, 
Güvenceli İş Güvenceli Gelecek İstiyoruz, 
Devrim Şehirleri Ölümsüzdür, 
Taksim Kızıldır Kızıl Kalacak, 
Yaşasın Devrim ve Sosyalizm!



Ama halaysız 1 Mayıs da olmaz! 


Paranın Satın Alamayacağı Şeyler Vardır - Oral Çalışlar ve Halil Berktay


1 Mayıs 1977 katliamını solcular yapmış, devlet değil!
2 Mayıs 1977 sabahı sağcı bir gazetenin manşeti değil bu. Ya da AKP hükümetinden veya MHP’den iflah olmaz bir sağcının son üç seneki kitlesel 1 Mayısları görüp yaşadığı hazımsızlığı dışavurması da değil. Bu hafta içinde iki eski solcunun, hiçbir zaman devrimci olmamış, solculuğu da eskilerde kalmış iki burjuva ideoloğu yazarın (Halil Berktay ve Oral Çalışlar’ın) dillendirdiği bir görüş bu: 1 Mayıs 1977’yi solcular yaptı!     
Bu adamlar para için, şöhret için, kariyer için, Şamil Tayyarların izinden giderek bir vekillik, bir bakanlık koltuğu kapmak için yalan söylüyor olabilirler mi? Elbette olabilir, ama Taraf’taki vb. yeni ya da genç yazarlar için bu tespitte bulunmak daha doğru olacaktır. Fakat meşum ikilinin derdi salt kariyerizm olmasa gerek. O halde Oral Çalışlar’ın, Halil Berktay’ın bu tavrını neyle açıklamak lazım?
Paranın satın alamayacağı şeyler vardır! Bu insanları parayla satın alamazsınız. Çalışlar ve benzerlerinin tavrını Troçki’nin 1920’lerin başında İtalyan Sosyalist Partisi’nin İtalyan Komünist Partisi’ne dönüştürme tartışmaları içinde uzlaşmacı Turati üzerinden açıklamıştı. “Turati neden ihanet etsin, ne amacı olabilir?” diye soranlara, bazıları parayla bile satın alınamaz, kendi çapında ideolojileri vardır, o yeter, cevabını vermişti:

Turati bakanlık koltuğu kapmaktan başka derdi olmayan basit bir kariyerist değildir. Turati iflah olmaz bir uzlaşmacı ve uzlaşmaz bir devrim düşmanıdır, ama kendi çapında ideolojisi olan bir siyasetçidir. Ne pahasına olursa olsun burjuva-demokratik “medeniyeti” kurtarmak ve böylece işçi sınıfı içindeki devrimci eğilimi dize getirmek istiyor.

Al Turati'yi vur Çalışlar'a! 90 yıl öncesinin hain sosyalistlerini zamanda ilerletince Oral Çalışlar'a, Halil Berktay'a varıyor: Oral Çalışlar’ın kendi çapında bir ideolojisi var. Bu öyle bir ideoloji ki, AKP'nin servet için yarattığı bu pisliği bıraksanız Çalışlar (ya da Berktay) kendi entelektüel dünyasında yaratabilirdi. Geçmişte yazdıkları, yaptıkları her şey yanlış çıkmış olmasına karşın, onlar aynı inançla yollarına devam ediyorlar. Devrimci fikirlere, devrimci harekete olan düşmanlığın tecessümü olan ideolojileri öyle “güçlü” ki, parayla yaptırılamayacak başarılara imza atabiliyorlar. Üstelik dün yazdıklarının tam tersini söylemeye bile çekinmeden.
Emperyalist hiyerarşinin tepesinde maazallah Türk burjuvazisi olsa, Oral Çalışlar gibiler 1 Mayıs’ı, 8 Mart’ı vb. doğuran olayları da bize yıkardı.
Devrimcilere sıkça sorulan “neden anmalar yapıyorsunuz, bunu yapmakla eleştirdiğiniz sağcılara benzemiyor musunuz?” sorusu bugün daha bir anlamlı. Mirasına, geçmişine sokakta, mücadeleyle sahip çıkmayanlar, acılarının üstünü örtmek bir tarafa daha da geriye sürüklenirler. Bugün 4 Mayıs 1937 Dersim ve 4 Mayıs 1985 Terzi Fikri (Sönmez). Acılarımıza sahip çıkalım, yarın bir gün ihalesi yine devrimcilere kalmadan...