22 Mayıs 2012 Salı

Kendi Hakkını Aramayana Devrimci Denir mi?


Ben sağlıkta özelleştirilmiş, taşeronlaştırılmış ASM'de (Aile Sağlık Merkezi) çalışan örgütlü işçilerden bir tanesiyim. Bağlı olduğum taşeron, benim tabirimle "kan emiciler'' hakkımı gasp etmeye çalışırken verdiğim mücadeleyi bir proleter devrimci olarak anlatmak istiyorum.   
Maaşım geciktiği için kan emici taşeron firmasını aradım ve “neden size ödeme yapıldığı halde yatırmadınız maaşımı?” diye sorduğumda bugün yatırıyoruz diye diye 4 günün sonunda yatırdılar. Ama bankadan maaşımı çekerken eksik olduğunu fark ettim, ayrıca her ay düzenli olarak yatırılan yemek ücretinin de yatırılmadığını gördüm. Biraz sinirle şirketi aradım, telefonda tartışmanın bir yere varmayacağımı anlayınca çareyi bir yoldaşımla beraber şirkete gitmekte buldum.
Şirkete vardığımızda muhasebe bölümünde çalışan işçi arkadaşla uzun uzun hesap yaptık. Onun hesabına göre her şey doğruydu, atladığı birkaç şey dışında. Hesap yaparken ben de atladığı yerleri kafamda not düşüyordum, biraz da sabırsız bir şekilde hesap yapma sırasının bana geleceği ânı bekliyordum. Nihayet sıra bana gelmişti, içimde haklılığımın verdiği öz güvenle anlatmaya başladım ve birkaç itirazdan sonra yaptığım hesabın doğru olduğunu kabullenmişti, ben de asgari ücretle çalışan bir işçi olarak 200 TL + yemek parasının hakkım olduğunu ve ne pahasına olursa olsun bunu alacağımı göstermiştim ona.
İlk önce özür dileyerek hemen şimdi yatıracağını, ama ilk önce patronla (kodaman) görüşmesi gerektiğini söyleyip üst kata çıktı. Ben ve yoldaşım aşağıda bekleme salonunda beklerken yüksek ses tonuyla aşağıya inen muhasebeci, yavuz hırsız gibi, “hesapta bir yanlışlık yok, hatta senin bize borcun var” diyerek baskın çıkmaya çalıştı o tahrik edici ses tonuyla. Beni sinirlendirmeyi başarmışlardı. Kendimi toparlamak için birkaç saniye düşündüm. Mücadele veren bir proleter olarak yapmam gereken kendimi toparlayıp haklı olduğumu ve emeğimin karşılığını söke söke alacağımı akılcı bir mantıkla dillendirmekti. İtiraz ettim, az önce hesapta bir yanlışlık olduğunu, hemen bu hatanın düzeleceğinden bahsediyordu da patronla görüştükten sonra neden bu şekilde haksızlık ettiğini sordum. Çözümün beni patrona götürmekte buldu, kendisinin de bir işçi olduğunu unutarak.
İçeri girer girmez patron, “sen artist misin, elini kolunu öyle öfkeyle sallıyordun, sizi kameradan izliyordum” dedi. Ben de “sözlerine dikkat et, karşında çocuk yok, insanların kendini ifade edebilmek için dil kadar benden diline de ihtiyacı vardır” dedim. Böyle bir gerekçeyle konuyu açmasının iyiye işaret olmadığını anlamıştım ve beni bu şekilde psikolojik baskı altına alarak kafamı başka yöne sürüklemeye çalışıyordu. Karşılığı direk alınca afallamıştı.
Birden ses tonunu yükselterek konuşmaya başladı. “Biz seninle yapamayacağız, zaten kıdem tazminatın da yok, bu işi bitirelim” deyince, “Bir dur orda bakayım” diyerek ses tonumu yükselttim Baskıcı bir ses tonuyla çıkışmaya başladım. “Bu sana üzücü bir haber olacak ama 1 senemi devirdim, kıdem tazminatına hak kazandım, keyfi bir şekilde işten atamazsın, üstelik hakkımı gasp etmeye çalışırken bunları yapmanız bir suçtur” dedim. İçeride ne hakkım varsa bir bir sıraladım.
Sınıf bilinçli bir işçiyle karşı karşıya olduğunu fark edince, “ben şeker hastasıyım bana bu şekilde bağırma, ben senin işvereninim” diyerek kendini avutmaya çalıştı. “Sizlerin bu laf salatasına karnımız tok, işçileri nasıl sömürürüm diye düşüne düşüne şeker hastalığına yakalanmışsınızdır” dedim içimden.
Dayanacak gücü kalmamıştı artık. Beni odadan çıkarmaya çalıştı, o da bir patron olarak sınıf bilinçli olduğundan, “istemiyorsan çalışma, dışarıda iş arayan çok insan var” dedi. Ben de, “işten çıkmıyorum ve hakkım olanı alacağım, eğer siz beni çıkartıyorsanız kıdem tazminatımı da söke söke alacağım sizden” diyerek çıktım.
Arkamdan geldi aşağıda tekrar bunun tartışmasını yaşadık. Ben “sizinle yaptığım sözleşmenin nüshasını istiyorum” diye diretmeye başladım. Dosyaları karıştırırken kendileri de fark etti ki, haklıydım, ama yine de kabullenmediler. Israrla sözleşmeyi almayı direttim ve yalanlarının ortaya çıkacağını anlayınca, “şirketin özel dosyalarını isteyemezsin, bunları sana verme gibi bir zorunluluğumuz yok” dedi. Öfkelendim. “Sizin özel dediğiniz evrakların içinde ismin geçiyorsa ve sizler buna özel evrak diyorsanız benim şahsi bilgilerimi hangi emellere alet ediyorsunuz?” diye çıkıştım. Sonra patron biraz saçmaladı. Yasal işlemlerle alacağımı söyleyerek ayağa kalktım.
O anda sanki her şey kamera şakasıymış gibi gülümsemeye başladılar, Bir an kameraya el salla demelerini bekliyordum 180 derece döndü diye buna denir. “Tamam tamam, paranı yarın yatıracağız. Sen üzülme” diyerek aşağı indik beraber.
Kapının önüne indiğimizde son atışmalarımızda da kendisinin bir kan emici burjuva olduğunu bir kez daha gösterdi. “İhtiyacın varsa eğer vereyim sana 200 lira, bu diyalogların hiç gereği yok. Ben 200 lirayı bir gecede yiyorum, n’olcak canım” deyince tepem attı. “Sen kimin parasını yiyorsun, o para benim hakkım. Kimin parasını kime veriyorsun? Benim kazandığım senin gasp ettiğin para o, söke söke alacağım senden emeğimin karşılığını” diyip ayrıldım oradan ve şu an yasal işlemlere başlıyorum.
Şimdi soruyorum herkese ve özellikle de mücadeleci işçilere! “Aman ne olmuş, 200 lira sizin olsun, başımın gözümün sadakası olsun” mu demeliydim? Böyle yapsaydım, 1 Mayıs günü İşçi Bayramı`nı alanlara inip kutlamak için patronundan izin hakkını alamayan ya da almayan, yasal bir hak olduğu halde gelmeyen ve ertesi gün 1 Mayısların önemini anlatan devrimcilerden ne farkım kalırdı ki? Başkalarına, hakkınızı aramalısınız sizler üretensiniz, yaratansınız diyip kendi hakkını aramayan devrimciye devrimci mi dersiniz? Kendi hakkını aramayan, kendine hayrı olmayanın sınıfımıza ne hayrı olabilir? Ben onlara oportünist diyorum. Unutmayın bu pastayı üreten bizsek ve pastadan sadece kırıntılar düşüyorsa bizlere, buradaki haksızlığa başkaldırmalı, serhıldan demeliyiz. O pastayı üreten de yiyen de biz olmalıyız.          
Bütün Ülkelerin İşçileri, Birleşin!
DİRENEN İŞÇİLER YENİLMEZLER!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder