31 Aralık 2012 Pazartesi

Şişecam İşçisi Direniyor – “Kılıçlar Kınından Çıkmadı Daha!”


Dün İMD olarak direnişteki Şişecam işçisinin yanındaydık. Eylemleri sırasında ve sonrasında bol bol sohbet etme fırsatı bulduğumuz işçilerin direnişi üzerine aldığımız notları sıcağı sıcağına paylaşmak istedik.
 
 
Kristal-İş sendikasının örgütlü olduğu Şişecam işçileri Cuma günü işgal ettikleri Topkapı Şişecam fabrikasını terk etmiyor!

Şişecam’ın büyüdüğü gerekçesiyle Topkapı’daki fabrikanın artık patrona küçük gelmesi ve buna ek olarak patronun hem istihdamı teşvik yasasından yararlanmak için genç işçi çalıştırmak istemesi, hem de sanayiyi İstanbul dışına çıkarmaya çalışması neticesinde hükümet ve büyükşehir belediyesinin de desteğiyle fabrikayı Eskişehir’e taşıması kararı alacağı senelerdir Şişecam’daki örgütlü işçilerin duyduğu bir söylentiydi. Bu kararın işçilere fabrikaya asılan ve üzerinde fabrikanın Eskişehir’e taşınacağını, isteyen işçilerin asgari ücretle orada çalışabileceğini bildiren bir duyuru kağıdıyla bildirilmesi üzerine işçiler emin oldukları kıyım sürecine karşı kağıdı yırtarak fabrikayı işgal ettiler.

Şişecam’da çoğunluğu Kristal-İş sendikasında örgütlü 580 işçi çalışıyor. İşçilerin çoğunluğu 20 yıldır Şişecam’da çalışan, emeklilik için gün sayan işçiler. Patron tarafından bildirilen bu karar işçiler için birçok olumsuzluğu beraberinde getiriyor. Fabrikaya istediklerini seçerek kısıtlı sayıda işçiyi alacağını söyleyen patron, işçilere duyurusunda şunu dayatıyor: Seçilen işçiler ya asgari ücretle çalışacak, ya da 31 Aralık günü işlerine son verilerek kapıya konacak, yani işçi ile patronun yeni yıl “kutlaması” da apayrı olacak! Beyaz yakalı işçiler ve teknikerlerse Eskişehir’e götürülecek. Yıllardır bir arada üreten ve bir arada mücadele eden işçiler, mevcut maaşlarına iyileştirme beklerken asgari ücretle çalışmaya zorlanmaya ve patron tarafından bölünerek bir kısım şanslı olmayan işçinin mağdur olmasına karşı mücadele ediyorlar. Fabrikanın kapatılması üzerine eylemine devam eden işçiler direnişlerini sürdüreceklerini söylüyorlar.
 
 
Kapatılma kararının duyulmasıyla birlikte işçilerin bir kısmı teşvikten yararlanırken çalışmaya devam etmek isteyen işçilerin büyük çoğunluğu (300 kadar işçi) fabrikada nöbete devam ediyor. İşçilerin haklı talepleriyse, mevcut ekonomik koşullarından geriye düşmeden Şişecam fabrikalarına yatay geçiş yaparak çalışmaya devam etmek.

İşçiler düzeltilmesini bekledikleri ekonomik koşullara ek olarak çalışma koşullarının da insani olmamasından şikayetçi. Fabrikada üçlü vardiya sistemi ve yoğun çalışma koşulları, aşırı sıcakta çalışma zorunluluğu ve bu ısıya karşı duyarlı kıyafet, maske vb. olmaması, cam yanıkları, iş kazaları vb. konularda önlemsizlik gibi değişmesi için mücadele ettikleri sağlığı tehdit eden koşullar da mevcut.

İşçilere Aile ve Yakınlarının Önemli Desteği!

Direnişteki işçilere en büyük destek sayıları 200’ü bulan işçi eşleri, çocukları ve komşularından geliyor. Bugün Paşabahçe önünde yapılan eyleme katılan aileler fabrikaya dönüşte işçiler tarafından alkış ve sloganlarla karşılanarak fabrikaya giden kortejin ön saflarına alındılar.
 
 
Bol bol sohbet etme imkanı bulduğumuz ailelerden bir işçinin eşi “Zamanında TEKEL’i küçümsemeyip gitmiş olsaydık belki bugün bu halde olmayacaktık” sözünü defalarca kez tekrarlayarak, bizlerin de amacı olan direnişlerden çıkarılan derslerin aktarılmasının ve sınıf dayanışmasını bir zorunluluk olarak görmenin önemini belirtti. Ailelerle birlikte fabrikaya yürürken “Ölmek var, dönmek yok, Biz bu yola baş koyduk!”, “Direne direne kazanacağız!”, “Kılıçlar kınından çıkmadı daha!” ve “Biz bir aileyiz, bizi kimse bölemez!” sloganlarını atarak yürüyen kortej fabrikanın içinde de eylemine devam etti.

Fabrikaya girerken patronun emriyle bizleri engellemeye çalışan güvenliğe karşı işçiler “destekçilerin girişini engelleyemezsiniz, çekin ellerinizi!” diyerek bizleri içeri aldılar, bunun için sınıf kardeşlerimize bir kez daha teşekkür ederiz. Zorunlu gördüğümüz dayanışmamızı sürdüreceğiz ve bir aksilik olmazsa yeni yılı tıpkı 3 sene önce Saraçhane’de direnen itfaiye işçileriyle yaptığımız gibi direniş çadırında karşılayacağız!
 
 
 
Bizler direnişleri her zaman işçi sınıfı için iyi birer okul olarak gördük, bundan sonra da böyle göreceğiz. Daha önceki direnişlerde olduğu gibi Şişecam’a da, kendi fabrikasına sendika getirmek için direnmiş ve kazanmış yoldaşlarımızla gelerek deneyimlerini aktarmasının ne kadar yararlı olduğunun bilinciyle çıkardığımız dersleri paylaştık. Bundan sonra da devam edeceğiz.

Şişecam işçileri bugün yılbaşına aileleriyle girmek üzere fabrikada olacak. Tüm sınıf kardeşlerini bekliyorlar!
 
Yaşasın Şişecam Direnişimiz!

Direne Direne Kazanacağız!

İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek!

 

30 Aralık 2012 Pazar

Hindistan'da Otobüste Toplu Tecavüz Ölümle Sonlandı


Irzına geçilmiş, kirletilmiş, kanda yuvarlanan pislik akan; işte burjuva toplumun hali bu!” Rosa Luxemburg

16 Aralık’ta Hindistan’da bir otobüste toplu tecavüze uğradıktan sonra işkence edilip aşağı atılan tıp öğrencisi Amanat hayatını kaybetti.
 Bu olay üzerine sadece 6 kişiyi gözaltına alan devlet sokaklara dökülen binlerce eylemciye, kadınları “korumak” için önlemler alma sözü verdi. 
Mücadele eden bir kadın olarak en azından hemcinslerime sormak istiyorum, her fırsatta devrimci mücadele verenleri kendinize uzak, “radikal” görürken her gün okuduğunuz tecavüz, işkence, katliam haberlerini nasıl yorumluyorsunuz? Ben her okuduğumda mücadele etmenin vicdani rahatlığını taşıyor olmama rağmen dünyayı, dünyanın erkek-egemen liderlerinin başına yıkasım geliyor da siz nasıl rahat durabiliyorsunuz? Sizin yaşamak istediğiniz toplum çocukların ve kadınların eve tıkıldığı, devletin ya da devlet destekli erkeklerin bizlere rahatlıkla tecavüz ve işkence edebildiği, bizleri katledebildiği, çözüm olarak da “kol kanat germeyi” önerdikleri toplum mu?!
Her gün öldürülmekten daha kötü olan şey sanırım ölümlere alışmak. Ben tecavüze, işkenceye, ölümlere, hatta geri plana itilmeye alışamayan bir kadın olarak sizleri mücadeleye çağırıyorum! Küçük haklarla, koruma kollama yasalarıyla tatmin olmamaya, hesap sormaya çağırıyorum! Bu erkek-egemen sınıflı toplumu erkek-egemen burjuvazinin başına yıkıp kadın ve erkeğin eşitlendiği yepyeni bir toplum yaratmaya çağırıyorum! 
Bu toplumu işçi kadınların ön safta olduğu bir sosyalist devrimle yıkmaktan başka çaremiz yok; bize katılmak zorundasınız! 
İMD’li bir öfkeli kadın 

29 Aralık 2012 Cumartesi

Roboski/Uludere Katliamında Öldürülen Kürt Emekçileri Anıldı


Taksim’de Anma

Türkiye’de burjuva cumhuriyetinin gerçekleştirdiği en kanlı katliamlardan biri olan Roboski/Uludere katliamından bu güne tam bir yıl geçti!

Başta Roboski olmak üzere Türkiye'nin birçok yerinde katledilen 34 Kürt emekçisi anıldı. Birçok kurumun destek verdiği Taksim'deki anmaya yüzlerce kişi katıldı. Yürüyüş 18.30 gibi başladı. Tünel'den meydana kadar yapılan meşaleli yürüyüşte, kitlenin öfkesi sloganların gür bir şekilde atılmasında ifadesini buldu. Yaşanan sürecin anlatıldığı basın açıklamasının ardından anma ve protesto sona erdi. 

Yürüyüş sırasında sıkı sık "Roboski'yi unutma, unutturma!", "Katil devlet hesap verecek", "Roboski'nin katili AKP hükümeti!", "Kürdistan goristan ji bo faşistan", "Kürdistan faşizme mezar olacak!", "Biji bıratiya gelan!" "Yaşasın halkların kardeşliği!" sloganları atıldı.

 
 

34 Dakika Roboski İçin Adalet!

Saat 9'u gösterdiğinde ise tramvay durağında Adalet Nöbeti başladı. Yapılan oturma eyleminde en önde, katledilenlerin fotoğraflarının bulunduğu, çevresi yanan mumlarla çevrili bir afiş yere serildi. Bir yandan çalınan ağıtlar dinlenirken, bir yandan 34 Kürt emekçisini tek tek anlatan şiir dinletildi.

Daha sonra  Roboski ile ilgili çeşitli sloganların ve taleplerin yazılı olduğu ateşli balonlar gökyüzüne salıverildi. Anma etkinliği sloganlarla sona erdi.
 

Kartal’da Anma

Geçen yıl 28 Aralık’ta ekmek parası için bedenlerini dağa vuran köylülerin devlet tarafından hunharca katledişinin sebebiyle benzer bir eylem de Kartal’da yapıldı.
 

34 can 34 fidan katledildi sebepsiz ve nedensizce!

Ölüm onların alnına yazılmıştı sanki...

Katliamın üzerinden tam bir yıl geçti ve tek bir adım atılmadı!

Roboski’yi anmamıza bile izin vermedi devlet!

Biz bugün İMD olarak Kartal’da Roboski’yi unutmadığımızı, bu işin peşini bırakmayacağımızı, bu olayın kaza değil, katliam olduğunu haykırdık. Katılım oldukça iyiydi.

28 Aralık 2012 Cuma

Roboski/Uludere Katliamı - Hesabı Sorulmadıkça Ne İlk Ne Son!


Geçen sene bugün, 17’si çocuk 34 Kürt genci katırlarına yükledikleri mazot ve şekerle Irak sınırından köyleri Roboski’ye (Uludere’ye) dönerken T.C. devletinin savaş uçakları tarafından bombalanarak katledildiler.

Katliamdan sonra bölgeye sağlık ekiplerinin girişi saatlerce yasaklandı. Bombaların yaktığı bedenlerle katliamdan sağ kurtulmasına karşın soğuktan donarak ölenlerin cenazeleri yakınlarının elleriyle sarmalanıp taşındı.

Hükümet temsilcileri olayla ilgili önce “Aralarında silahlı teröristler vardı”, daha sonra ise “Terörist olmasalar da orası teröristlerin geçtiği bir yol ve geçenler zaten kaçakçıydı” açıklamalarını yaptı. Olay sonrasında bölgede yapılan araştırmadaysa sadece insana ve katırlara ait yanık et ve kemik parçaları, gıda, şeker ve zeytin-ekmek koyulmuş poşetler bulundu, silah yoktu!

Katliamdan birkaç ay sonra insansız hava araçlarının çektiği heron görüntülerinde katırların üzerinde giden silahsız insanların net bir şekilde tespit edildiği ortaya çıkmasına yönelik “kazadır, olur” dışında bir şey söylenmedi.

Bölge halkının kaçak mal getirme ve sınır ticaretiyle geçindiğini bilmezden gelen devlete, bir önceki katliamını, 33 kurşun olayını hatırlatırsak belki yardımcı oluruz.

Roboski’yle ilgili hâlâ ne operasyon öncesi ve sırasındaki görüşme kayıtları, ne araştırma komisyonunun talep ederek incelediği belgelere dair hükümet ya da TSK tarafından bize sunulan tek bir veri var. Sadece şunlar var: Devlet katliamını yaptı, “kaza” diye nitelendirerek bir kuru özür bile dilemedi, katliamdan ”teröristlerin” çoğunlukta yaşadığı bölge halkını sorumlu tutacak kadar pervasızlaştı (katledilenlerin çoğunluğu koruculukla geçinmekteydi ve katliamdan bugüne değin işsiz olduklarını belirtiyorlar), hesap soranlara “parası neyse verelim, susun” diye açıktan kan parası teklif etti, katliamdan sorumlu tutacak kişiler bir türlü bulunamazken öfkeli ailelerin kaymakama hesap sormasını fırsat bilip aileleri yargılamaya kalktı!

Özetle aradan bir yıl geçmiş olmasına karşın hakkında soruşturma olanlar, vur emrini veren sorumlular değil, katliamda yakınını kaybedip hesap sormaya çalışan ve bir yıldır devletin tarafından tek bir muhatap bulamayan aileler!

Devlet tüm bunların dışında, 27 Aralık 2012’de katliamı anmak için Roboski’ye gidenlerin yoluna kolluk kuvvetlerini yığdı, geçişleri yasakladı, yani Kürt halkının çocuklarını anmasına dahi izin vermedi!

Gün geçtikçe yönetme aygıtlarını daha fazla eline alan AKP, göğsünü gere gere “Kürtleri istediğim gibi katlederim, özür dahi dilemem, parası neyse verir sustururum” diyor!

Bizler ne devletin katliamı araştıran sözde komisyonuna, ne de göz göre göre katledilenlerin “kaçakçılığına” vurgu yapan burjuva medyanın şeffaflığına inanıyoruz. Katliamın sorumlusu, ilk günden suçu utanmadan ölülerin ve yakınların kimliğine atmaya çalışan T.C. devleti ve özel olarak AKP’dir.

Roboski’de katledilen canları her şeyden önce insan olmanın vicdanıyla anıyoruz.

Bizler sustukça, bu devlet yasal bombalarıyla meşru katliamlar yapmaya devam ederek ya canımızı alacak, ya kanımızı donduracak.

Roboski katliamından hareketle, herkesi burjuva devletin ezilen halklar ve kendi elleriyle yoksullaştırdığı işçi sınıfının karşısındaki konumunu sorgulamaya, zalim karşısında saf tutmaya çağırıyoruz!

Devlete karşı yaşama hakkımızı savunmak için İMD saflarınaa!

Hepimiz Kürt’üz, hepimiz “kaçakçı”yız!

Roboski’yi unutma, unutturma!

26 Aralık 2012 Çarşamba

VİCDANA VE SERBEST PİYASAYA DAİR


16 Ton

şimdilerde kimileri
insanın çamurdan yapıldığını söylüyor.
oysa fakir bir insan kas ve kandan
kas ve kandan, deri ve kemikten
eksik bir akıl ve sağlam bir sırttan ibaret.

on altı ton yükledin de eline ne geçti?
bir gün daha yaşlandın, biraz daha borçlandın.
aziz peter, çağırma beni, gelemem,
zira borçlandım ruhumu şirketin satış mağazasına.

günün ışımadığı bir sabah doğdum ben.
küreğimi kapıp madenin yolunu tuttum.
dokuz numaralı ocaktan
on altı ton kömür çıkardığımda
patronun köpeği “ruhum şad olsun” dedi.

on altı ton yükledin de eline ne geçti?
bir gün daha yaşlandın, biraz daha borçlandın.
aziz peter, çağırma beni, gelemem,
zira borçlandım ruhumu şirketin satış mağazasına.

doğduğum sabah yağmur çiseliyordu.
kavga ve belâ göbek adımdı.
en dipte, bir anne kucağında büyüdüm.
itin tekiydim ama bir kuzu kadar da asildim.

on altı ton yükledin de eline ne geçti?
bir gün daha yaşlandın, biraz daha borçlandın.
aziz peter, çağırma beni, gelemem,
zira borçlandım ruhumu şirketin satış mağazasına.

geldiğimi görürsen kenara çekil.
çekilmeyenlerin çoğu geberip gitti.
bendeki yumruk demirden çelikten.
hakkını almazsan başkaları alır bunu bil.

on altı ton yükledin de eline ne geçti?
bir gün daha yaşlandın, biraz daha borçlandın.
aziz peter, çağırma beni, gelemem,
zira borçlandım ruhumu şirketin satış mağazasına

Merle Travis, 1946

 

16 Ton belgesel gösterimi, İMD İşçi Komitesi’nin 4 Aralık Dünya Madenciler Günü dolayısıyla organize etmiş olduğu bir çalışmanın ürünüdür.

Sınıf bilincini ve sınıfımızın sorunlarını çalışma arkadaşlarımıza anlatabilmek için İMD çatısı altında sürekli ve disiplinli bir şekilde bu türde etkinlikler düzenliyoruz.

İşçi komitesi bu zamana kadar yapmış olduğu tüm toplantı ve çalışmalarını, işçi arkadaşlarına işçi sınıfını anlatmanın bir yöntemi olarak görmüştür. Derneğimizin bloğundan takip edilebileceği gibi, işçilerin sorunları bitmek bilmez ve çok çeşitlidir. Bu bağlamda maden işçilerinin yaşantısını ve sınıf içerisindeki yerini anlatan 16 Ton belgeselinin çok öğretici olduğunu düşünüyoruz. Belgeseli hazırlayan, kendi deyimiyle hamaliyesini üstlenen Ümit Kıvanç’a teşekkürü bir borç biliriz. Emeğine sağlık!

Davetimize fabrikalardan ve semtlerden katılan arkadaşlarımıza da ayrıca teşekkür ediyoruz.

Belgesele dair birkaç şey söylemek gerekiyor.

Madenler çağı denilen çağlardan, kapitalistlerin deyimiyle “gelişim çağı” denilen barbarlık çağına, nasıl geldiğimizin kısa bir özetini veriyor belgesel.

Keşifler çağıyla beraber madenlerin bulunarak ilk madencilerin nasıl ortaya çıktıklarını ve kimler olduklarını öğrendik.

Çocuk işçiler hem daracık maden tünelinde ilerliyor hem de çok düşük ücretlerle çalıştırılıyorlardı.

Ünlü “16 Ton” şarkısının neden yazıldığını, kimi nasıl zengin ettiğini, serbest piyasa ekonomisinin ne olduğunu belgesel içerisinde bulabiliyoruz.

Ayrıca madenlerde sendikalaşmayı, deyim yerindeyse, hak arama mücadelesini sırasıyla izledik.

Yaşadığımız topraklarda madencilik, Zonguldak (uzun Mehmet efsanesi) direnişleri, ölümler, grizular çok özel bir sunumla ve 16 Ton şarkısının onlarca yorumuyla birlikte anlatılmış. Burada ancak çok küçük bir kısmını özetleyebiliyoruz. Ümit Kıvanç adeta tüm dünyayı ve onu yaşanacak bir yer haline getiren biz işçi sınıfının tarihini bu belgesele sığdırmış. Hâlâ izlemeyen varsa tekrar düşünsün isteriz, şiddetle tavsiye ederiz.

Belgesel izlendikten sonra her zaman yaptığımız gibi gösterim hakkında sohbet ettik. Belgesele dair fikirlerin paylaşılması çok faydalı oldu. İlk sözü emekli maden işçisi bir arkadaşımız aldı. Konuşmasında sendikaların 4 Aralık manzaralarını anlattı. Kimi yerde yemeli içmeli yapılan kutlamalar, kimi yerde neredeyse hiç hatırlanmıyor bile. Etkinliğimizin (bir arkadaşımız gösterimden önce 4 Aralık konulu kısa bir sunum da gerçekleştirdi) ve belgeselin çok iyi hazırlandığını dile getirdi. Sohbet bölümünün sonunda ise tartışmaların çok yapıcı geçtiğini ifade etti.

Zonguldak büyük madenci direnişinden, sendikal tecrübelerinden ve çalışma şartlarından bazı örnekleri bizimle paylaştı. Geçmişteki hakların çoğunun şimdi kuş olup uçtuğundan bahsetti. Ayrıca maden kazalarının en önemli sebebinin iş yeri güvenliğinin sağlanmaması olduğunu ayrıntılı bir şekilde anlattı.

Bunca hak gaspının, iş kazasının ve iş cinayetlerinin olduğu yerde örgütlü mücadele etmenin önemini tarihsel örneklerle anlatması genç işçi arkadaşlarımız için ön açıcı ve yol gösterici oldu.

Tuzla tersanelerinde çalışan arkadaşlarımızın benzer süreçler geçirdiğini kendi ağızlarından duymak manidardı.

Yeni tanıştığımız işçi arkadaşlarımızın belgeselden etkilendiklerini paylaşmaları bizi ayrıca sevindirdi. Bir metal işçisi arkadaşımızın “tüm hataları bize ödettiriyorlar, fakat kârlarını ve kazançlarını paylaşmıyorlar” tespiti kapitalist çalışma tarzının bir özetiydi. Başka bir işçi arkadaşımızın serbest piyasa denilen kavramı burada anladığını söylemesi bizim etkinliklerimizin ayırt edici özelliğindendir. İMD ufuk açar!

Çıkarılan ortak sonuç, işçi sınıfının tüm iş kollarında örgütlü olarak mücadele etmesi gerektiği ve bunun her işçi tarafından iş yerlerine taşınması gerektiğidir.

Sohbetimizin sonuna doğru işçi komitemizin önümüzdeki haftalarda yeni bir çalışması olacağından bahsedip çağrısını yaptık. Sendikal alanda deneyimli bir yoldaşımızın katılacağı atölye çalışması yapmak istediğimizi katılan konuklarımıza ve yoldaşlarımıza açıkladık. Bu vesileyle de tüm sınıf dostlarımızı bu atölyeye katılmaya çağırıyoruz.

İMD İşçi Komitesi olarak son tahlilde işçi sınıfının sorunlarına madenci gözünden bakmak biz sınıf bilinçli işçilerin bilincini tazeledi.

Sorunların teker teker iş kollarında olmadığı gün gibi ortadadır. (Bugünlerde inşaat sektöründe yaşanan iş cinayetlerinin artıyor olması gibi acı örnekler bu sözü doğrulamaktadır).

HEY Tekstil, BEDAŞ (kazanıldı), DARKMEN Tekstil vd. umudumuzu yeşerten işçi direnişleri bize moral oluyor. Devletin, yani burjuvazinin tüm engellemelerine rağmen işçi sınıfı kendi tarihini kendi yazıyor.

Biz sınıf bilinçli işçiler, biz İMD üyeleri olarak şunun farkındayız: burjuvaziyle proletarya arasında uzlaşmaz bir savaş vardır. İşte bu sebepten dolayı biz safımızı seçtik, hedefimizi koyduk: proletarya saflarında, işçi devrimi!

İMD İŞÇİ KOMİTESİ

 

24 Aralık 2012 Pazartesi

“Bağımsız Yargı” Kimden Bağımsız?



Ankara’da, 2009’a girerken yani yeni yıl gecesi Bilkent Üniversitesi’nde okuyan 7 öğrenci doğalgaz sızıntısından dolayı hayatlarını kaybetmişlerdi. Aradan 4 yıl geçti, ama haberin medya üzerinde yansımalarını özetini hatırlarsak: Uyuşturucu-alkol-yılbaşı kutlaması-kadın ve erkek, sonuç: ölüm!
Evet, yetkililer aynen bunları söylemişlerdi:  “İçki içip alem yapıyorlardı”, “Yarı çıplak halde onları bulduk.”
Bu kendinden menkul ahlakın yargısının tam 4 yıl sonra verdiği karar ise şu oldu: Özgür Attila'nın annesi Okşan Attila, “evi kiralarken gereken özeni göstermediği” gerekçesiyle 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ceza 18 bin 200 lira paraya çevrildi. Doğalgaz firması yetkilileri ise ceza almadı. Müteahhit, ev sahibi, kiracı, kombi firmasının sahibi ve kombi firmasının çalışanına 2 yıl 6 aydan, 5 yıl 10 aya kadar değişen hapis cezaları aldı.
Nasıl bir rapordur ki bu, 4 bilirkişi raporu “Başkent doğalgaz kusurlu” dediği halde, yargı 5.bilirkişi raporunu dikkate alıyor ve bu rapora göre de “Başkent doğalgaz kusursuz” diyor? Nasıl bir yargıdır ki bu, 4 raporu dikkate almayıp, sadece tek bir raporu dikkate alıyor? Neden 4 yıl sonra sonuçlandı bu dava? 5. bilirkişi raporunu beklemek için mi? Doğalgaz A.Ş ve AKP sermayesinin de, bilirkişi raporlarını etki edebilecek kadar muktedir olmasını beklemek için mi? “Okşan Atilla’yı nasıl suçlarız da, Doğalgaz A.Ş’yi aklarız?”ı bulmak için mi?
Kim Suçlu: Olay gerçekleşmeden önce aynı apartmandan farklı bir daire gaz sızıntısını fark ediyor ve yetkililere bildiriyor. Yalnız yetkililer sadece o daireyi kontrol ediyorlar. Yetkililer tekrar şikayet üzerine geliyorlar, 7 gencin olduğu kapıyı kimse açmayınca geri dönüyorlar. Olay incelemesinden sonra, Makine Mühendisleri Odası’nın açıklaması: “Kombiyi bacaya bağlayan fleksible boruda delik ve yırtılmalar olmuş. Boru atık gazı emerek içeri sızdırmış. Herhangi bir eve gaz sızıntısı olması durumunda, gazın kesilmesi gerekmektedir.”
 
Her seferinde devrimci-demokratlara sözlü ve fiziki olarak saldıran AKP, hiç vakit kaybetmeden bizleri gündemine alan AKP, bu konuda ne diyor? AKP sermayesi, AKP yargısı, Doğalgaz A.Ş’nin sarsılmaz dostluğu bu örnekte de karşımıza çıkıyor. Tekrar kurtarıyorlar kendilerini.  Peki, zarar görenler kim? Ölen 7 genç ve ailesi. Eğer bu sonuca müdahale edemezsek sırada ölecek diğer gençler ve aileler de zarar görecek. Sanırım yargının kimden bağımsız karar verdiğini, kimin yargısına ve adaletine karar verdiğini yine, yine, yine görüyoruz.
Maltepe'den İMD'li Bir İşsiz
 

 

Tayyip sen yaşa 740 liraya…

İnsani bir büyüme, eşit dağılım
Ekonomik gelişmenin, ekolojik dengeyi tahrip eden, toplumsal kaynakların yağmalandığı, gelir dağılımının bozulduğu, işsizliğin kalıcılaştığı bu biçimiyle sürdürülmeye çalışılması, insani ve sosyal gelişme açısından son derece olumsuz bir sonuç doğurmaktadır.
Ekonomik gelişme, herkesin zenginleştiği, kaynakların adilce bölüşüldüğü, çevreye dost, insana yakışır bir çalışma yaşamının hâkim olduğu bir gelişme olmalıdır, yoksa servetin birilerinin elinde hızla toplandığı, çalışma koşullarının ağırlaştığı, çevrenin tahrip edildiği, haksızlıklar üzerinde yükselen bir büyüme olmamalıdır. 

Asgari ücret onurlu yaşama engel değil, destek olacak düzeyde olmalıdır!
Asgari ücret, işçinin ailesi ile birlikte gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücrettir. Bu olması gereken asgari ücret tanımıdır, oysa günümüz asgari ücreti bize nasıl bir yaşam sunmakta hepimiz biliyoruz.
Kapitalist sistemin günümüzde insanlara nasıl bir hayat dayattığını görmekteyiz. Sermayenin gözbebeği olan, ülkenin adı konmamış hükümdarı her sözünün sonuna, "uçuyoruz biz şöyle ülke olduk, böyle inşaatlar diktik, köprüler, duble yollar yaptık” diye caka satarken, o köprüyü, inşaatı yolu yapan benim emekçi dostum akşam eve dönerken 3 çocuğuna bir ekmek alamıyor, damında ısınamıyor bile, asgari dahi yaşayamıyor. 
Bu sorunları dile getirmek amacıyla Cumartesi öğlen Dev-Sağlık İş’in düzenlediği asgari ücret eylemine katıldık. Şişli Camii’nin önünde toplandık ve AKP binasına kadar yürüdük. Sloganlarımızla, coşkumuzla AKP’nin sadaka düzenini reddettiğimizi haykırdık.
 
İnsanlığın kurtuluşu sosyalizmde!
Ben buradan Amerika yeniden keşfe çıkmayacağım, insanlığın can çekiştiğini hep birlikte görüyoruz. 
Biz bize bunu reva gören hakim düzenin haddini bildirme peşindeyiz.
Yaşamayı ölümü göze alacak kadar seviyoruz… 
Ve hep birlikte diyoruz ki, 
İnsanlığın kurtuluşu sosyalizmdir!
Çapa’dan İMD'li Bir Sağlık Emekçisi