30 Mart 2012 Cuma

Bursa'da "Kıdem Tazminatımdan Elini Çek" Çalışması

İstanbul merkezli yürüyen “Kıdem Tazminatımdan Elini Çek” kampanyamızı diğer illerde de elimizden geldiğince yaygınlaştırmaya çalışıyoruz.
Bursa’daki İMD’liler olarak dün afiş çalışması ve Pazar günkü panelimizin duyurusunu yaptık.
Bursa Demirtaş Organize

Bursa Demirtaş Organize

Bursa’daki İMD'liler olarak hedefimiz bir sonraki "Kıdem Tazminatı" panelini Bursa'da gerçekleştirmek. Bunun için daha fazla insanın desteğine ihtiyacımız var. 

Panayır Mahallesi
Kıdem Tazminatımdan Elini Çek!
    Yaşasın Militan Sınıf Mücadelesi!


29 Mart 2012 Perşembe

Yeni Eğitim Tasarısı ve Sokakta Muhalefet

AKP’nin “4+4+4” adıyla bilinen eğitimi dizayn etme amaçlı yeni yasa tasarısı toplumun geniş kesimlerinden haklı bir tepki topluyor. KESK ve devrimciler dünden bu yana Ankara’da ve diğer şehirlerde direniyor.
Devlet KESK'in bu ülkede sayısal gücünden daha büyük bir etkiye sahip olduğunu, olabileceğini bildiğinden kamu emekçilerinin demokratik hakkını kullanmasına izin vermiyor. Lafa gelince “1990'lar Türkiye'sine dönüş yok diye atıp tutan AKP, o dönemde  devlet KESK'e ve diğer devrimci-demokrat güçlere ne yaptıysa aynısını yapıyor.
AKP’nin Ankara Valisi “bu gösteri yasal değildir” diyor, sanki gösteri için izin almak şartmış gibi. Keşke referandum döneminde kafa şişiren hukukçularınız ve “uzmanlarınız” yine çıksalar da, anlatsalar “gösteri ve ifade özgürlüğü nedir?”, “demokrasi nedir?”  diye. Ankara valiliği, “yürüyüşe izin yok  diyor, zaten izin isteyen de yok! Sınıf mücadelesi meşruiyetini burjuva yasalardan almaz!
Bu arada, Ankara’da Tandoğan’da demokrat, özgürlükçü kesilen CHP, İstanbul Avcılar’da aynı devletin sözcüsü olduğunu kanıtlarcasına cemevine saldırıyor. CHP'den gelecek hayır mı? Hayır!
AKP bu yasayla 28 Şubat’ın rövanşını (intikamını) almak istediğini, zaten berbat vaziyette olan eğitim sistemini düzeltmek gibi bir derdi olmadığını, İmam Hatip Liseleri konusunda bir hesabı olduğunu gizlemiyor. CHP eksenli “muhalefet” ise yine çarpık bir laiklik savunusu sergiliyor. Gündemde şeriat yine büyük yer kaplıyor.
Bu yasa tasarısına karşı muhalefette eğitim sisteminin baştan aşağıya değiştirilmesi gerektiğini ve mevcut tasarının kesinlikle bu işe yaramayacağını öne çıkarmak gerekiyor. Laiklik konusunda ise, din ve devlet işlerinin tamamen ayrılması, devletin din eğitiminden ve genel olarak din işlerinden tümden elini çekmesi gerektiği konusunda yan çizen birinin bu yasaya karşı çıkması ve laikliği savunması mümkün değildir. Laiklik, Ordu ve Burjuva Çıkarlar yazımızda şunları yazmıştık:
Dini inanca sahip olmayan ya da Sünni olmayanlara zorla din dersi verildiği gibi, almadıkları hizmet için de vergi kesilmektedir. Bunlar laiklik tartışmalarının burjuvazinin cephesinden dile getirilmeyen veçheleridir. Okullarda verilen din eğitiminin tercihe bırakılması sorunu çözmez, tersine aynı ayrımcılığı körükler. Din eğitimi resmi eğitimin parçası olmaktan çıkartılmalı, isteyen istediği eğitimi kendi cebinden verdiği ücret mukabilince almalıdır. Böylece hem “laik” kesimin hem de “dinci” kesimin “istediği” olacak, imam ya da hatip ihtiyacı duymayanlardan para toplanarak okullar açılamayacaktır. Laiklik her şeyden önce devletin din işlerine karışmaması ve dolayısıyla kaynak aktarmamasıdır. Laiklik, devletin ihtiyaçlarına göre kitlelere “münasip” dozlarda din şırınga edilmesi değildir. Oysa TC’nin uyguladığı “laiklik” her zaman bu olmuştur.

28 Mart 2012 Çarşamba

Kıdem Tazminatı Bildirilerimizle Tuzla'daydık!

İMD olarak “Kıdem Tazminatımdan Elini Çek” kampanyamızı sürdürüyoruz. 1 Nisan Pazar günkü panelimiz için çalışmalarımızı son bir hafta bilhassa artırmış durumdayız. Bu sabah da Tuzla’daydık!  


Mesai bitiş saatleri birbirlerine uymayan ve ayrı ayrı çıkan tersane işçilerine bildirileri ancak sabah işe girişlerde dağıtabilirdik. Bu nedenle saat 7.30’da Tuzla Tersanesi’nin önünde buluştuk. Bildirilerimiz alındı, yer yer hükümet aleyhine sözler söylendi. Arabaları yanımızda durdurup bildiri alanlar oldu. İşlerine bisikletle gelen işçiler, yanımızda durup, bildirileri ceplerine koyduktan sonra uzaklaştılar yanımızdan.
Ayrıca buradan tersane girişi karşısındaki büfeci ağabeye de gerek yönlendirmeleri, gerek okunması için büfesine bıraktığımız bildiriler, gerekse de taze çayı için buradan bir kez daha teşekkür ederiz!


Tüm işçi ve emekçileri 1 Nisan’da Kartal Eğitim-Sen’deki panelimize bekliyoruz. 

23 Mart 2012 Cuma

Bir Gün...

Bir Gün
Beynimde beni kasıp kavuran o sorulara cevap için gittiğim beyin fırtınası yerde acil müdahale ekibi beni beklemekteydi, ben daha soruları sormadan onlar teşhisi koymuşlardı.
Tedaviye geçmeden önce içimdeki acıyı, öfkeyi bir kenara bıraktım bir daha almamacasına! Oradaki ortam inanılmazdı merak ediyorsunuz biliyorum iyileştim beynim de bedenim de çok iyi, nerede benim gibi birini görsem hemen oraya götürüyorum, bu arada sayımızda arttı bize hayalperest diyenler bizimle olmak için can atıyorlar.
Bugünlük bu kadar, devamı gelecek hoşça kalın dostlarım…

21 Mart 2012 Çarşamba

Zinovyev ve Bolşevik Parti Tarihi

Zinovyev’in Rusya Komünist Partisi Tarihi 20 yıl sonra yeni bir baskı yaptı. Zinovyev Bolşevik Parti tarihinin ilk büyük tahrifatçısı olarak sivrilir. Lenin’in ölümü sürecinde parti içi mücadeleye parti tarihi hakkında çarpıtmalar eşlik etmiş, Zinovyev yıllarca Lenin’in sağ kolu olmanın verdiği prestijle muazzam çarpıtmalara girişmiştir.
Örneğin Zinovyev kitapta Troçki’nin sürekli devrim teorisine saldırır. Lenin’in daha birkaç yıl önce basılan Toplu Eserler’inde övgüyle bahsedilen bu teorinin “Tamamıyla boş ve gerçekten uzak” olduğunu iddia eden Zinovyev, sonradan klişe haline gelen Troçki’nin “köylülüğün rolünü tamamıyla bir kenara atması veya büyük ölçüde küçümsemesi” suçlamasını da bu eserinde ifade eder (Rusya Komünist Partisi Tarihi, Akış Yayıncılık, Ankara 1991, s. 108).
Zinovyev’in teorik meziyeti kısıtlıdır, ama hitabetinin güçlü olmasıyla bilinir.  Türkçede henüz yayınlanmamış olan Almanya’da Komintern adına yaptığı uzun konuşma basılmayı hak eder. 


Rusya’da yıllarca Çarlık Rusya'sına karşı birlikte ve karşı karşıya mücadele ettikleri Menşevik Martov’la bu kez Almanya’da Alman Bağımsız Sosyal-Demokrat Partisi'nin tarihi kongresinde kapışırlar. CHP’li vekil kadar uzun olmasa da, 4 saatlik konuşmayla Zinovyev “efsane” olur. 

19 Mart 2012 Pazartesi

Bursa'da Bosch İşçileri Ayakta

Bursa’da Metal işçileri yıllardır süren Türk metal ablukasını kırmaya başladılar. Bunun için de ilk hamle Bursa’da üretim yapan Bosch fabrikasında başladı ve işçiler DİSK’e bağlı Birleşik Metal sendikasına gruplar halinde katılmaya başladılar. Yıllardır metal işçileri üzerinde bir korku imparatorluğu oluşturarak onları yöneten işbirlikçi, faşist Türk Metal’den ayrılmak için aylardır örgütlenme yapan 6 bin işçinin çalıştığı Bosch fabrikası işçileri sonunda başardılar.
23.30-07.30 vardiyası çıkış saatinde yüzlerce metal işçisi, patron yardakçılarının ve işbirlikçilerinin bütün baskı ve engelleme çabalarına rağmen, sarı sendikanın ablukalarını yürüye yürüye aşarak üyeliğin yapıldığı salona ulaşmaya başladı.


Yapılan açıklamada, “Metal işçisi, Bosch işçisi kararını verdi! Yıllardır baskı ve işten attırma tehditleriyle metal işçisini sefalet ücretlerine, kötü çalışma koşullarına mahkum eden Türk Metal’in tehditleri bu kez sökmedi” denildi. Türk metal işçilerin üyelik işleminin yapıldığı salona kiralık adamlarını yollayıp tehditle savurduysa da, para etmedi. İşçiler yılmadılar, gruplar halinde salona girdiler. Ayrıca üstlerine salınan faşist güruhu da geri püskürttüler. Bu da işçilerin örgütlü hareket ettikleri zaman hiçbir baskının onları durduramayacağının göstergesidir 
İşçilerin giderek daha kitlesel gruplar halinde aralarından geçerek sendikaya üye olmaya gelmeye başlamalarıyla birlikte, diğer fabrikalarda da yeni hareketlilikler olacağı kesin. Bu iş sendika değiştirmeyle bitmeyecek, bitmemeli, çünkü Bursa’da metal fabrikalarındaki çalışma şartları kötü ve ücretler yetersiz.


Bursalı metal işçileri için yeni bir mücadele başlıyor. Biz de Bursa’daki İMD üyeleri olarak bu sürecin takipçisi olacağız.
Yaşasın Militan Sınıf Mücadelesi!

16 Mart 2012 Cuma

8 Mart Mitinginden

8 Mart tasfiye edilmeye çalışılıyor. Bir yandan meseleyi cinsiyet sorununa indirgeyerek 8 Mart'ı "Kadınlar Günü" yapmaya çalışanlar, diğer yandan ortak mücadeleyi "savunmasına" karşın eylem gününde alanlarda yerini almayan, işçi sınıfının en önemli iki mücadele gününden biri olan 8 Mart'a var güçleriyle katılmayanlar eliyle tasfiye edilmeye çalışılıyor.



Biz İMD olarak her iki yanlışa inat bu sene de alanda yerimizi aldık. 8 Mart mitingi cumartesi günü olduğundan, çağırdığımız ve katılmak isteyen birçok insan gelemedi. Yine de eyleme geçen senekiyle hemen hemen aynı sayıda insanı katmayı başardık. 



Şimdi sıra 1 Mayıs'ta! 1 Mayıs'ta önümüzde bir teknik engel de yok. Çok daha kalabalık ve Militan bir kortej için çalışmaya şimdiden başlayalım!





12 Mart 2012 Pazartesi

Dünya Emekçi Kadınlar Günü Ne Anlama Geliyor?

Biz kadınlar işçi sınıfı tarihinde önemli bir yere sahibiz. Bunu tarih bizlere gösterdi ve göstermeye devam ediyor. Bundan tam 155 yıl önce New York’ta dokuma işçisi kadınlar 8 saatlik işgünü, eşit işe eşit ücret ve çalışma koşullarının değişmesi için eylem yaptılar. Devlet ve burjuvazi işbirliği ile yürüyüşü engellemek istedi. Bir kısım kadın işçi yürüyüşü engelleyebilmek için fabrikaya kilitlendi, o sırada içeride çıkan yangın sonucunda 129 kadın işçi yanarak yaşamını yitirdi. 8 Mart 1857 tarihe sınıf mücadelesinde kadın işçilerin ilk kitlesel eylemi olarak geçti. O günle birlikte elde edilen kazanımlar bize miras kaldı.
Bugün ise burjuvazi “emekçi” kavramını çıkartarak aslında işine gelen anlamıyla kullanmaya başladı. Bugün yaklaştığında dikkat edelim, medya kadına yönelik hediye kampanyaları, “haydi bir gün de eşlerinizi sevindirin” gibi kavramlar kullanıyor. Toplumda az çok yer etmiş kadınlar kendi başarılı yaşamlarını anlatıyor, “kadın-erkek ilişkisinde üstünlük hangi tarafta?” tartışmaları başlatılıyor.
Biz kadın işçiler şunu biliyoruz: Her ülkede kadına yönelik şiddet, cinayet, cinsel sömürü gitgide artıyor. Bununla ilgili en ufak bir çalışma yok! Geçen gün haberlerde bakan Fatma Şahin’in aile konusunda açıklamalarına yer verildi. Bakana göre, kadını evle ilişkisi daha da güçlendirilecek kadınlara yönelik bilgilendirmek toplantılar olacak ve böylece “mutlu evliliğin yolu” sağlanmış olacaktı. Kadının toplumda ayrı bir birey olması, kendi fikir dünyası, kişiliği olması mevzu bahis olmuyor.
Eşinden şiddet gören kadın çare olarak güvenlik güçlerine gittiğinde beklediğinin tam tersi muameleyle karşılaşıyor. Polis herhangi bir sebepten dolayı şiddet uyguluyor. Bazen de yemek ısmarlayıp, “haydi bakalım barışın diyor”! Bu kadar utandırıcı bir durum daha var mıdır? Kadın nedenlerini belirtip koruma tahsis edilmesini istediğinde maddi gücü sorgulanıyor! Kanunlar bir anda değişebiliyor. Erkek vuruyor devlet koruyor!
Kadın bu toplumda tam bir pasif öğe olarak kullanılmak isteniyor. Bu soruna bir de ekonomik açıdan bakmak gerekir. Bugün bir Arzuhan Doğan Yalçındağ’la benim sorunlarım bir olamaz. Ben kadın işçi olarak eve gelip yemek yapıp, çocuk bakımını yapmak zorunda bırakılıyorum. Karşı taraf ise bunları herhangi birisine para karşılığında yaptırıp yaşamını idame ettiriyor.
Bizler emekçi kadınlar olarak bu toplumu yaratanlarız. Toplumun bizlere dayattığı zincirlerden kurtulmanın vakti gelmiştir. Birçok yük omuzlarımıza birikmiş durumda, bize dayatılan görevler üstümüze zimmetli gibi gösteriliyor. Bu durumda yapılması gereken kendi gücümüzün farkına varmak olmalı. Çalıştığımız yerlerde düşüncelerimizi olabildiğince dile getirmeliyiz. Her şeyi değiştirmek bizlerin, kadın-erkek işçilerin ellerinde!

8 Mart 2012 Perşembe

YAŞASIN 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ!

Yaşadığımız toplumda emekçi kadınlar yalnızca emekçi kimliklerinden ötürü değil, kadın kimliklerinden ötürü de sömürülüyor, eziliyor, yok sayılıyorlar. İşte 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü bu katmerli sömürüye bir tepkidir.



1857 baharı New York’ta çok düşük ücretler karşılığında günde 12-14 saat çalışmaya mahkûm edilen dokuma işçisi kadınların “8 saatlik işgünü, eşit işe eşit ücret ve daha iyi çalışma koşulları” talepleriyle çıktıkları grevle başladı. 40 bin dokuma işçisi kadının katıldığı eylemler polis saldırısıyla durdurulmaya çalışıldı ve greve katılan kadınlardan bazıları yürüyüşü engelleyebilmek için fabrikaya kilitlendi. Bu sırada çıkan yangında içeride kilitli olan kadınların 129’u yanarak hayatını kaybetti. 8 Mart 1857 tarihe sınıf mücadelesinde kadın işçilerin ilk kitlesel eylemi olarak geçti.
Bundan 51 yıl sonra, 8 Mart 1908’de New York’taki binlerce iplik işçisi kadın, yangında kaybettikleri sınıf kardeşlerini anmak ve uzun çalışma sürelerini ve insanlık dışı çalışma koşullarını protesto etmek için yine direnişe geçtiler. 1909 8 Mart’ında da yinelenen eylemlerde dillendirilen bir diğer talep ise kadınlara oy hakkıydı. 1910 yılında işçi sınıfının uluslararası örgütü olan İkinci Enternasyonal’e bağlı Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda, bu günün “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” ilan edilmesine karar verildi. Bunun ardından her yıl Mart ayının başında kutlanmaya başlanan gün işçi sınıfının kadın sorununa verdiği cevap açısından önemliydi: Kadın işçiler ölülerini unutmamış ve sınıf kardeşi hemcinslerini mücadele ederek anmaya karar vermişlerdi.



Yani 8 Mart Güler Sabancı’sından Emine Erdoğan’ına kadar tüm kadınların günü değil, emekçi kadınların, ezilen kadınların günüdür.
8 Mart, Anneler Günü gibi, Sevgililer Günü gibi tüketim çılgınlığına kapılacağımız bir gün değil, bizi yok sayan, açlıkla, dayakla, çürümüş ahlakıyla vb. terbiye etmeye çalışan ücretli kölelik düzenine karşı mücadele günüdür. Tam da bu yüzden, tarihteki ilk işçi iktidarını kuran devrim bundan tam 95 yıl önce Rusya’da bir 8 Mart gösterisiyle başlamıştır.
İşçi sınıfı olarak 8 Mart’ta kadın-erkek el ele sorunu kökünden halletmek üzere meydanlara inmeli, evde, sokakta, işyerinde köleliği reddettiğimizi haykırmalıyız.



Belli başlı taleplerimiz:

  • Eşit işe eşit ücret, işyerinde her türlü eşitsizliğin kaldırılması,
  • “Ev kadınları” olarak anılan milyonlarca emekçi kadının ücretli işçi kapsamında sosyal haklara kavuşturulması,
  • Kadınlara yönelik ayrımcı yasaların tümüyle kaldırılması ve bu tür davranışların ağır suç kapsamına alınması,
  • Yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada önemli bir yer kaplayan, “namus” kisvesi altında işlenen suçlara ağır-caydırıcı cezalar getirilmesi,
  • Ücretsiz kreşler, çamaşırhaneler, aşevleri.


İŞÇİ MÜCADELE DERNEĞİ

5 Mart 2012 Pazartesi

Gündeme Dair: Patlayan Bombalar, AKP Yalanları ve Üniversitelerde Hemşehricilik

Bu sabaha Ankara’da Yargıtay binası önünde bir bomba patladığı haberiyle uyandık. Nedeni bilinmemesine karşın, hemen ardından AKP kafası devreye girdi. Medya tekeli olunca, birinin işaret fişeğini diğerleri takip ediyor ve aynı hikaye üretildikçe üretiliyor.
AKP kafasıyla dünyayı anlamak gerçekten çok kolay. Meşhur "Yeni Konsept"e göre, “Asker-polis el ele, ‘terör’ü bitiriyoruz", "‘terör’ örgütünün kaçacak deliği, saldıracak gücü kalmadı, iş bu kez tamam" deniyor ve bizden inanmamız bekleniyor. Her gün televizyonlardan PKK’nin verdiği ağır kayıpları duyuyoruz. Bugün Yargıtay önünde olduğu gibi, metropollerde bomba patladığında zamansa, "bunlar son çırpınışlar, can havliyle saldırıyorlar, ne yapacaklarını bilmez haldeler..." masallarını duyuyoruz.
Kısacası eskinin masallarını yeni ağızlardan dinliyoruz.
AKP'nin başarısının sırrı biraz da burada. Malum birkaç haftadır 28 Şubat’la, 1990’larla yatıp kalkıyoruz. (Pasif) siyasi yaşama 2000'lerde uyanmış, bu nedenle anti-90'lar furyası karşısında 90'ların ne olduğunu pek bilmeden yanıt veren ya da vermeye çalışan bir kitle var ve AKP bu tabana da yaslanıyor. Oysa AKP eski burjuva siyaset anlayışını büyük oranda yeniden üreten bir parti.
Örneğin hemşehricilik Türk siyasetinde ezelden beri güçlüdür. Aynı eğilim AKP döneminde de sürüyor. Dün akşam haberlerinde birçok vilayetimizin kurtuluş törenlerini ve AKP’lilerin bu törenlerdeki gösterilerini izledik. Hemşehricilik üzerinden siyaset bugün de üniversitelere siyasetçi ismi verilmesiyle yeniden üretiliyor. Buna göre, Rize Üniversitesi (Kasımpaşa’ya bir üniversite açılana kadar) Recep Tayyip Erdoğan adını alacak, Kayseri Abdullah Gül’ün, Konya Necmettin Erbakan’ın adını alacak!
Türkiye’de burjuva siyaseti isimler konusunda oldum olası takıntılıdır zaten. Oldu olacak tüm ilköğretim ve liselere Atatürk adını, bütün üniversitelere de yerli malı hakiki bir siyasetçinin ismini verin, siz de rahatlayın biz de...

Kartal'da 8 Mart Toplantısı

Dün İMD Kartal şubesinde 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ etkinliği yapıldı. Etkinlik biz erkeklerin de kıyasıya eleştirildiği, yeni şeyler öğrendiğimiz, verimli bir tartışma ortamı vardı.
Mücadelemizde yitirdiğimiz yoldaşlarımız için bir dakikalık saygı duruşundan sonra, bir kadın yoldaşımız sunum yaptı. Sunumda enine boyuna birçok konuya değinildi. Erkeğin fiziksel üstünlüğü-toplumsal üstünlüğü bağı, kapitalizm ve kadın, 8 Mart’ın tarihi ve son bir yıl içindeki gelişmeler gibi başlıkların bulunduğu sunum akıcıydı.
Sunumun hemen arkasından James Oppenheim’in o muhteşem şiiri “Ekmek ve Güller” okundu. Arkadaşımız şiiri o kadar güzel okudu ki, birçok arkadaşımız kendisini tebrik etti
Verilen kısa aranın ardında tartışma bölümüne geçildi. İki soru soruldu ve önce erkek arkadaşların yanıt vermesi rica edildi. Sorular şöyleydi: Evde bulaşığa, temizliğe yardım etmek vs. kadın sorununu çözdüğümüz anlamına gelir mi? Ve bir erkek ya da kadın erkek egemen toplumu reddettiğini göstermek için ne yapmalı?
Elbette ateşli bir tartışma ortamı doğdu. Bazı anlarda biz devrimci erkekler de hâlâ bazı noktalarda eksik ya da yanlış tavır koyduğumuzu görmüş olduk.
Çıkarılabilecek en büyük ders, kanımca, devrimci olmanın mekanik bir şekilde kadın sorununu anlamak/çözmek anlamına gelmediğiydi.
Bunun dışında birçoğumuzun hemfikir olduğu bazı sonuçlara vardık. Aklımda kaldığı kadarıyla yazacak olursam:
-Kadın sorunu ismen kapitalizmde ortaya çıkmakla birlikte, bu sorunun çözümünü devrime ertelemek doğru bir tutum değildir. Kadın sorunu elbette ki tam anlamıyla kapitalist toplumun yıkılmasıyla çözülecektir. Ancak o güne gelene kadar kadın sorununu sahiplenmek ve acil sorunların çözümünü talep etmek elzemdir. Kadın sorunu, tıpkı Kürt sorunu gibi, devrim sonrasına havale edilemez.
-“Ev işlerine yardım etme” mantığı bile, erkek egemen bakış açısını yansıtır, çünkü "bu işi aslında kadın yapar, erkek de yardım eder” anlamına gelir. Söz konusu olan ortak ve eşit yaşam vurgusu olmalıdır.
-Çözülmesi gereken en önemli sorunlardan biri de “dil sorunu” dur. Erkek de kadın da, kadını aşağılayan, küçümseyen, ikinci sınıf muamelesi yapan dilden uzak durmalıdır.
İlk planda aklıma gelenler bunlar.
Etkinliğin sonunda ise, 8 Mart’ı birlikte ya da ayrı kutlamaya dair tutumumuzu soran yeni bir arkadaşımıza, 8 Mart’a kadın-erkek birlikte katılmayı savunduğumuzu, bunun doğru tutum olduğunu anlattık. 
Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!
Kadın Erkek Birlikte Militan Mücadeleye!

4 Mart 2012 Pazar

HEY Tekstil Direnişinden Notlar

İMD olarak dün öğle sularında HEY Tekstil direnişçilerinin yanındaydık. Toplandığımız kafeden 100 küsur kadar direnişçiyle ve desteğe gelenlerle beraber HEY Tekstil’in ana kapısına kadar yürüyüş yaptık, sloganlar attık. Ana kapı önünde burada olduğumuzu, taleplerimiz kabul edilinceye kadar buradan ayrılmayacağımızı haykırdık.
Bugünkü eylem HEY Tekstil patronu Aynur Bektaş’ın yaşadığı söylenen evinin önüne gitmek için düzenlenmişti. Evi Hadımköy yolu üzerindeki (Arslanlı Tekstil’e de yakın) ACARKENT 2003 villalarının olduğu sitenin içindeymiş. Evinin 4 dönümlük bir araziye kurulduğunu oradakilerden duyduk. Saat 14.15 gibi  araçlar geldi. 100 küsur kadar kişi araçlara bindik, yola koyulduk.


Saat 15.00 gibi Acarkent 2003 villalarının ordaydık, araçlardan indik. En önde pankartımız, ellerimizde dövizlerle kortej oluşturup yürüyüşe geçtik, sloganlar attık. “İşçiler Burada, Aynur Bektaş Nerede”, “Sadaka Değil, Hakkımızı İsteriz”, “İşten Atmalar Yasaklansın", "Hizmet Ödülü Geri Alınsın”, “Hükümet Uyuma, İşçilere Sahip Çık”...
Yürüyüşümüz siteye giriş kapılarından birinin önüne kadar devam etti. Kapı önünde polisler, sivil polisler, özel güvenlikler, site sorumluları barikat kurmuşlardı. Kişi başına neredeyse 1 polis düşüyordu. Kortejimiz Aynur Bektaş’ın evi olduğu söylenen 4 dönümlük villanın 50-60 metre yakınına kadar sürdü, buradan sonrasına bırakılmadık. Orada megafonla işçi bir arkadaş kendi süreçlerini bir daha anlattı, arada sloganlar da atıldı. Hiçbir şekilde davalarından vazgeçmeyeceklerini söyledi. Kendilerinin “terörist” olmadıklarını, yalnızca haklarının verilmesini istediklerini belirtti.
Açıklama sonrası sloganlar, alkışlar eşliğinde araçlara bindik. 16.30 gibi tekrar direniş alanındayız. Pazar günü ve sonrası yapılacak işler için kalanlar kaldı, geri kalan arkadaşlar evlerine gitti. Biz de bir süre sonra alandan ayrıldık. Bundan sonra da HEY Tekstil işçilerinin mücadelelerinde yanlarına olmaya devam edeceğiz. 


Dünkü mücadele bizler için başka bir açıdan daha önemliydi. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nün yaklaştığı şu günlerde, her kadının sorununun aynı olmadığını, kadın sorununa da sınıf perspektifiyle sahip çıkmak gerektiğini bir kez daha, üstelik sınıf mücadelesinin tam ortasında görme olanağı elde ettik. 
Kadınların kadın kimliklerinden ötürü yaşadıkları sorunlara gözümüzü kapatmadan ama sınıf perspektifini de kaybetmeden işçi sınıfının yolunda yürümek gerekiyor. Aynur Bektaş'la HEY Tekstil direnişinin en ön safında yürüyen kadın işçilerin sorunları ortak değil, mücadeleleri de ortak olamaz. 

2 Mart 2012 Cuma

Urfa’dan bir İMD’li: İlk İşçi Eylemim!

Size o anları nasıl anlatabilirim bilemiyorum açıkçası... Bu hayatımın ilk işçi eylemi oldu ve bu yüzden o büyüsü üzerimden hiç silinmeyecek. Küçücük bir yer, hatta bir köy diyebileceğim Ceylanpınar’ın en büyük meydanındayız. 750 kişi, bir de ben! O koca koca adamların gözlerinde gördüğüm inanç aynı, hepsinin yüreği bir. Babamla birlikte ilk kez babamın ve diğer işçilerin hakkını savunmak için toplandık.
Tüm işçiler TİGEM’e ait olan mavi renk ceket ve tabii ki beyaz yeşil şapkalarıyla oradaydı. Ortada bir haksızlık vardı ve buna karşı hepimiz oradaydık. Polisler dört bir yanı çevirmişti, o kadar çok polis vardı ki eylemcilerden çok onları gördüm desem abartı olmaz! Bu şekilde yürüyüşe başladık, pankartlar açılmış en ön saflarda duranlar büyük bir gururla taşıyordu onları. En çok hoşuma giden de, “Hiçbir işçi sahipsiz bir köle değildir” yazısıydı.
Tabii babam yanımda olduğu için tam tadına vardım sayılamaz bu coşkunun. İşte bu şekilde Ceylanpınar merkeze doğru yürümeye başladık. Sloganlar göklere erişmekte adeta. Benle babam orta saflarda ilerliyoruz. Söylenenlere eşlik içindeyiz, başımda gururla taşıdığım işçi şapkası...
Böylece merkeze geliyoruz. Dörtyol’a... Konuşma yapılacak:
Biz TİGEM işçileri olarak bu yaşımıza kadar üç kuruş maaş için ömrünü tüketen insanlarız. Bu zamana kadar Türkiye’nin birçok mali geliri bu çiftlikten sağlanmaktaydı. Özelleştirmenin yanı sıra, haklarımızı beyan ettiğimiz sendikamızın bize karşı tutumu durumu iyiden iyiye çıkmaza sokmuştur. Şu an bağlı olduğumuz Tarım-İş sendikasından şu sebeple ayrılıyoruz: Sendika başkanı oy kullanımında yaptığı haksızlıkla başa geçmiş ve TİGEM’in özelleştirilmesi için yapmadığı şey kalmamıştır. Bu kadar yıl çalışan işçi demeden kendi kayırmalarıyla o kişileri sendikaya almış, diğer işçileriyse sebepsiz yere çıkarmıştır. İşte bu sebepten ötürü, yöneticisini zaman içinde bizim seçeceğimiz sendikamıza geçiyoruz, tüm emekçilerimize duyurulur!
Tam olmasa da hatırladıklarımla konuşma aynen buydu. Son cümleyi duyamadım, bir alkış koptu ki sormayın. Arada ezilebileceğim anlar bile oldu. Birden kargaşa çıktı. Polisle konuşmayı yapan işçi tartışmaya girdiler, birdenbire ortalık karıştı, ne olduğunu anlamadım. Sanırım şu an o işçimiz bedeninin tutsak edildiği hapis duvarları arasında mahkemesini bekliyor. Olay büyüktü, bir sivil polis ve bir işçi hastaneye kaldırıldı.
Herkes öfke doluydu o an. Sonrasını göremedim, orada bulunmam bana da zarar vereceği için dernek binasına götürüldüm... Ama şunu söylemeliyim ki, haksızlığa karşı direnmenin ne demek olduğunu benden daha iyi bilirsiniz ve yoldaşlarım bu yoldan asla şaşmayın!
Urfa’dan bir İMD’li