30 Haziran 2015 Salı

Taksim’de Polis Terörü ve Onur ‘Yürüyemeyiş’i

Her yıl haziran ayının son haftasında, tüm dünyada büyük bir coşkuyla LGBTİ Onur Haftası kutlanıyor. Türkiye’de ilk kez 1993’te gerçekleştirilen İstanbul Onur Yürüyüşü bu sene de Taksim’den Tünel’e ıslıklar, sloganlar, rengarenk döviz ve pankartlarla kutlanılmaya hazırlanıyordu ki burjuva devletin polis aygıtı derhal duruma el attı.

Saat 17.00’den önce Taksim’de toplanan coşkulu kalabalığın üzerine bir anda TOMA ve çevik kuvvet polislerinin çökmesiyle beraber kitleler İstiklal Caddesi’nden ara sokaklara dağıldı. Biber gazıyla bayılanlardan, bacağı ezilene, ayak parmakları kırılana kadar onun üzerinde yaralı ile eylem tamamlanamadı. Onur yürüyüşü onursuzların müdahalesiyle adeta bir yürüyemeyişe dönüştü ve gündemin en önemli olayı oldu.

 Tüm dünyada sınıf düşmanı olan kapitalizm bu coğrafyada ayrı bir yüzsüz. Sadece sınıfsal ve siyasi taleplere değil, kendinden olmayan her türlü kültürel mücadeleye de karşı. Seçim bildirgesinde LGBTİ’leri hangi haktan mahrum bıraktım diye güzellemeler yapan taşeron AKP devleti, (zira henüz hükümet kurulmamış olmasına rağmen devletin tüm aygıtlarını elinde bulundurduğu açık) Erdoğan’ın deyimiyle yine destan yazdı. Daha bir gün önce ABD’de eşcinsel evlilik yasalaşmışken dünyanın bir ucunda polisin sadece yürüyen eşcinsellerin bacağını kırması, bir burjuva demokrasisi ile bonapartist polis diktatörlüğü arasındaki farkları da önümüze sermiş oluyor. Buradan çıkan sonuç da ABD’deki rejimi güzellemek değil, tam aksine Türkiye’deki rejimin muarızlarına nazaran ne kadar dengesiz olduğunu göstermektir.

Bundan sonra bizlere düşen görev bulunduğumuz her alanda LGBTİ’lerin mücadelelerini dillendirmek ve örgütlü mücadele şiarını yükseltmek olmalıdır. LGBTİ’lerin kurtuluşu da toplumdaki diğer tüm ezilenlerle beraber örgütlü mücadeleden geçmektedir. Kendisine karşı gelen üç kişinin yan yana gelmesinden korkan AKP, kendisini tarih sahnesinden neyin sileceğini oldukça iyi biliyor.

28.06.2015 | İMD'li bir öğrenci

27 Haziran 2015 Cumartesi

Kamp Armen’i Alacağız!

Bugün Kamp Armen’in yıkılmaması için başlayan direnişin 52. günü. Bizler de İşçi Mücadele Derneği olarak saat 19.30’da Tünel Meydanı’ndan başlayıp Galatasaray Meydanı’na süren yürüyüşe katıldık.


Yürüyüş boyunca “Soykırımın belgesi, Hrant’ın yetimhanesi”, “Biji bıratiya gelan” , “Poghots, baykar, azadutyun” gibi  Türkçe, Kürtçe ve Ermenice olmak üzere üç farklı dilde milliyetçiliğe karşı sloganlar atıldı. Ayrıca yürüyüşte IŞİD’in Kobane’de gerçekleştirdiği katliamlar anıldı. Kobane’de düşene, dövüşene selam yollandı. Galatasaray Meydanı’ndaki konuşmaların ardından eylem son buldu.

Bu Eylemin Önemi
Bu sene Ermeni soykırımın yüzüncü yılı olması ve Ermeni halkına karşı yöneltilen ayrımcı siyasetin had safhaları ulaşması seslerini daha fazla duyurmamızı zorunlu kılıyor. Ayrıca yürüyüşlerin Galatasaray’da değil, Taksim’e varınca biteceği günlere ulaşmak istiyorsak sokaktaki mücadelelerin alevini yükseltmeliyiz.
26.06.2015 | İMD'li bir öğrenci

Eşcinsellerin Mücadeleleri Meyvelerini Topladı

ABD’de eşcinsel evlilik yasallaştı. Eskiden sadece 36 eyalette eşcinsel evliliğin yasal olduğu ABD’de, Yüksek Mahkemenin kararıyla artık 50 eyaletin tamamında cinsel yönelimi yüzünden ezilen insanların hayatlarını birleştirmesinin önündeki engeller kaldırıldı.

İnternetteki bütün sosyal medya sitelerinde milyarlarca insanın konuştuğu bu olay, Türkiye de dâhil olmak üzere diğer ülkelerin LGBTİ aktivistlerini harekete geçirdi. Eskiden sadece Avrupa’da birkaç ülkenin insanlarının kazandığı bu hak, artık sahip olmamız için yalnızca kolumuzu uzatmamızı bekliyor.

Dünya basınında Obama’nın bir zaferi şeklinde sunulan bu karar ise gerçeklikten oldukça uzak. Demokrat partinin yedi yıllık iktidarında böyle bir karara gidilmemesi ve şimdi gündeme oturması, emperyalistlerin Ukrayna, Suriye gibi ülkelerde giriştikleri savaşlardan istediği sonuçları alamayışı ve bunun bir iç basınca dönüşmesiyle de alakalı. Kaldı ki insanoğlunun tüm kazanımlarında olduğu gibi bu hak da ABD’deki LGBTİ’lerin örgütlü mücadelesi sonucunda elde edildi. 70’in üzerinde LGBT dernek ve sivil toplum örgütünün bulunduğu ABD’de Türkiye’deki Onur Yürüyüşleri’ne benzer eylem ve yürüyüşler sıkça yapılmakta.[1] Yine Türkiye’ye nazaran ABD’deki bu örgütlülüğün çok daha fazla oluşu, neden bu kazanımların orada daha önce elde edildiğine dair bizlere ciddi bir ipucu sunuyor.

Türkiye’de HDP’nin seçim kampanyasında LGBTİ haklarına önemli miktarda yer vermesi ve yine Anadolu Partisi’yle beraber bu seçimde Türkiye’nin ilk eşcinsel milletvekili adayını göstermesiyle beraber LGBTİ’ler artık kimse tarafından yok sayılamayacak bir statü kazandı. Bizler de ABD’de elde edilen hakları ve çok daha fazlasını kazanmak için işçi sınıfının öncülüğündeki örgütlü mücadelede yerimizi almalı ve sesimizi duyurmalıyız.

27.06.2015 | İMD’li bir öğrenci

9 Haziran 2015 Salı

Diyarbakır'da Faşist Saldırı Var!



Diyarbakır'da Hizbulkontracı Yeni İhya Der Başkanı Aytaç Baran silahlı saldırı sonucu öldürüldü. En son söylenecek sözü en başta söyleyelim: AKP'nin işidir!

AKP yaratmaya çalıştığı hanedanlığın koltuklarını korumak için her türlü kışkırtıcı eyleme girişecek demiştik. Bu operasyonla verilmek istenen mesaj: "Biz gittik kaos geldi"dir!

Erdoğan, düştüğü iktidarsızlık çukurundan ülkeyi kan gölüne çevirerek kurtulmak istiyor. İşte Amed’deki provokasyonun alt metni budur.



Tam da Erdoğan yaklaşık iki gündür konuşmuyor, sesi soluğu kesildi (RTE'nin ne kadar zamandır konuşmadığını gösteren sayaç: http://www.tickcounter.com/countup/20150607023000pm/w433/President_Erdo%C4%9Fan_Has_Been_Off-Air_For) derken tezgahlanan bu operasyonun amacı, Kürt hareketinin meşru savunma mekanizmalarını harekete geçirip işte yine “terör”e başladılar dedirtmektir. Erdoğan kendi bildiği dilden konuşmaya devam etmektedir: Ben yoksam gerisi tufan!

Ne yazık ki Siyasal İslamcı diye nitelenen kesimin İslamcılık dozu arttıkça ahmaklaştığından bunu yutmaması mümkün değil (yutmaya teşne de denebilir).

Seçimden önce de söyledik şimdi de tekrar ediyoruz: Seçimle gitmeyecek!

Bu pisliğin arkasından kovalayacağını bilen hiçbir AKP’li bu düşüşü demokrasi çerçevesinde vakur bir şekilde kabul etmeyecek.

Erdoğan ve şürekasının Amed’de başlattığı operasyonun seyri şöyle izleyebilir:  Hizbulkontracı öldürülür, Hizbulkontra devlet destekli misillemeyle birkaç can alır, Kürtler meşru müdafaaya geçer, yandaş medya "terörö" başladı der, ama daha önemlisi MHP tabanına oynamaya başlar, ülke bölünüyor, PEKAKA azıttı, sözde milliyetçi Bahçeli halen şartlar öne sürüyor, oysa biz ona Milliyetçi Cephe hükümeti öneriyoruz diye MHP tabanını inceden (inceden? Kalın kalın) işlemeye başlar. MHP yola gelir, 1-2 yıl veya bir süre koalisyon denenir, bu sürede operasyonlara başlanır, terör azıttı vb. Sonra ver elini yeni seçimler, Katil şansını bir daha dener…

PKK'nin bu senaryoya karşı mutlaka yeni bir stratejisinin olması lazım. Seçim sonucunda yeni bir paradigma ortaya çıkmıştır. Eskiden müzakere lazımdı. Oysa Kürtlerin önünde şu an itibarıyla iktidara gelerek/koalisyonla meclis çatısı altında bu işi çözme alternatifi belirmiştir (bugün değil, bir sonraki seçimde). Bunun iyi okunması lazım. Eski hesaptan düşünmeden vazgeçmelidir. Örneğin PKK'nin tek taraflı ve kesinkes silah bıraktığını açıklaması muazzam bir etki yapar, hem AKP'nin pis oyununu bozar hem de bir sonraki seçimde HDP ile CHP'nin oyları yer değiştirebilir, HDP 2. parti olabilir. Eskiden bu alternatif yoktu, şimdi, 7 Haziran'dan sonra artık yeni bir paradigma var. Proaktif davranan bu filmin finalini istediği gibi yazacaktır.

HDP, tıpkı #SeniBaskanYaptırmayacağız'da olduğu gibi önden gitmelidir. AKP'nin işi şiddet sarmalına çekeceği açıktır, bir haftada rüzgar tamamen tersine dönebilir.

2 Haziran 2015 Salı

"Sağlıkta Dönüşüm" Ölüm Demektir!

Samsun Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Hastanesi'nde görevli Dr. Kamil Furtun'un 29 Mayıs günü uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmesi üzerine bugün Edirne Tabip Odası, SES, Türk Sağlık-Sen, Tıp Fakültesi ve diğer sağlık bölümleri öğrencilerinin katılımıyla Edirne Devlet Hastanesi önünde toplanılıp bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Ardından Saraçlar Caddesi'ne yüründü ve burada Edirne Tabip Odası'nın bildirisi okundu. Ne yazık ki yürüyüş ve basın açıklaması boyunca slogan atılmıyordu, "sessiz çığlık"larımızın duyulacağı varsayılarak. Oysa öfkemizi sloganlarla haykırmak bir nefret kusma aracı olmaktan çok daha fazlası; izleyenlere meramımızı anlatma aracı. Katılanlara, çevredekilere en az sözle bu ölümün suçlularını deşifre etmenin yolu. Tek ama vurucu sloganla eylem sona erdi: "Sağlıkta Dönüşüm ölüm demektir!"



17 Nisan 2012'de Gaziantep'te Dr. Ersin Arslan, ölen dedesinin emekli maaşını almaya devam edebilmek için dedesinin öldüğünün resmi olarak gösterilmemesini isteyen bir katil tarafından bıçaklanarak öldürüldü. 30 Kasım 2012'de İstanbul Samatya Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde görevli Asistan Dr. Melike Erdem 48 saatlik nöbeti sonrası Alo 184-SABİM (Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezi) hattına yapılan bir şikayet üzerine savunması istendiğinde, elinde savunma kağıdıyla intihar etti. 11 Kasım 2005'te İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi'nde görevli Dr. Necip Göksel Kalaycı ölen hastasının yakını tarafından öldürüldü. Hekime şiddetin simgeselleşen bu isimleri hayatını kaybedenler; daha şanslı olanları darp ediliyor, sözlü saldırıya uğruyor. Hekimlere ve diğer sağlık emekçilerine şiddet sağlık sektöründe gündelik hayatın bir parçası haline geldi. Sağlık Bakanlığı 113 Beyaz Kod (şiddete uğrayan sağlık emekçilerinin bu durumu bildirmesi için kurulmuş hat) kayıtlarına göre; 14 Mayıs 2012’den 2015 Mart ayına kadar 31.767 sağlık çalışanı şiddete uğramıştır. Bunların 18 bini hekim 13 bini ise diğer sağlık çalışanlarıdır. Saldırıların üçte biri fiziki saldırıdır. Bunlar sadece bildirilenler, elbette Sağlık Bakanlığı kaynaklarından edindiğimiz bir verinin güvenilirliği üzerine de iki kez düşünmekte fayda var, çünkü bütün bu şiddet olayları münferit vakalar değil. Bunu kavrayabilmek için Tayyip Erdoğan'ın "Doktorlara iğne yaptırmam; çünkü felç olabilirim", "Doktor efendi dönemi bitti", önceki Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın "Doktorların eli hastaların cebinde", "Paracı doktorlar gürültü yapıyor" söylemlerine; "Bugün de bir doktoru halletmişler" diyerek gülen Türkiye gazetesi yazarı Nuri Elibol'a karşılık Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu'nun da gülüyor olmasına; Mayıs 2015'te Samsun Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi'nde görevli Dr. Ersan Şener'i hastane önünde darp eden hasta yakınının hiçbir ceza almaması gibi örneklere bakabiliriz.



AKP'nin Sağlıkta Dönüşüm Programı sağlık hizmetlerinin bir metaya, hasta-hekim ilişkisinin bir satıcı-müşteri ilişkisine dönmesine sebep oldu. Polikliniklerde beş dakikada hastanın öyküsünü alıp muayene edip tanı koymak ve tedavi için yönlendirmek gerekiyor. Servislerde yatak sıkıntısı çekiliyor; sağlık personeli yetersizliği sonucu sağlık emekçileri arasında yetkiler, sorumluluklar karmaşıklaşıyor. Sağlık emekçileri insan hayatının sorumluluğunu 36 saatlik uykusuzlukla taşımak zorunda bırakılıyor. Ortaya çıkan bu niteliksiz sağlık hizmeti, tıp fakültelerinin bir altyapı geliştirme süreci olmaksızın artan kontenjanları neticesinde niteliksiz tıp eğitimiyle de taçlandırılıyor.

Sağlık öğrencileri ve emekçileri olarak; bu kaos ortamına dur demek için, haklarımızın gasp edilmesini engellemek için, insani koşullarda işimizi yapabilmek için, hayatta kalabilmek için birlikte hareket etmek, örgütlenmek zorundayız! Yaşanan sorunlardan sağlık emekçileri hastaları, hastalar sağlık emekçilerini suçluyor. Sağlık sektörünün hasta ve sağlık emekçisi tarafında konumlanışıyla AKP'nin sağlık politikalarının farklı şekillerde ceremesini çeken tüm emekçiler olarak ortak düşmanımızı görmeliyiz: en insani ilkelerle sürmesi gereken hasta-hekim ilişkisini bile maddi bir ilişkiye döndüren esas düşmanlar AKP ve hizmet ettiği sistemdir. Tüm emekçiler olarak katilimizi iyice tanımalı ve bu katile karşı hep birlikte örgütlü bir mücadele vermeliyiz!    


                                                                                             Edirne'den İMD'li bir tıp öğrencisi                                                                         

1 Haziran 2015 Pazartesi

Bursa'da Başlayan Metal Fırtına ve İşçi Sınıfının Güncel Sorunları Üzerine

Bursa'da başlayıp Kocaeli, Ankara, Sakarya, Eskişehir'e yayılan yaklaşık 50.000 işçiyi harekete geçiren metal direnişi işçi sınıfının öldüğü iddiasıyla sınıf dışı dinamikler arayan anlayışlara en güzel cevap olmuştur. Metal greviyle işçi sınıfı kaslarını esnetmeye başlamıştır ve gelecekte yaşanacak toplu bir ayağa kalkışın ana öznesinin kim olduğunu bir kez daha göstermiştir. Kuşkusuz metaldeki bu ayağa kalkış dünya ölçeğinde derinleşme sinyalleri veren kapitalizmin krizinden ve yeşermeye başlayan işçi sınıfı dinamiklerinden bağımsız değildir. Kapitalizm kendi kendini yeniden üreterek işçi sınıfına yeni umutlar vermekte zorlanmaktadır. Tıpkı Türkiye'deki AKP rejimi gibi yönetememe sıkıntıları yaşamaktadır. AKP güç kaybettikçe işçi sınıfının dinamikleri gün yüzüne çıkmaktadır. Önce Renault'ta, ardından Tofaş, Coşkunöz, Mako, Otorim, Ford Otosan ve Türk Traktör'e sıçrayan öfke hâlâ devam etmektedir. Renault'ta başlayan bu ayağa kalkış zincirleme şekilde çığ gibi büyüdü. Temel çıkış noktası faşist Türk Metal’e karşı bir öfke patlamasıydı. Bu grev dalgasıyla işçi sınıfı gücünü göstermektedir. Birleşince neler yapabileceklerini kanıtlamıştır. Kendi işçi komiteleri aracılığıyla temsilcilerini seçen işçiler, “Harranlıyız” söylemiyle hiçbir sendikayı istemeyen, sendikalara güvenmeyen bir tavır içine girmiştir. Kurdukları komiteler ve kendi seçtikleri temsilciler aracılığıyla kendilerini ifade etmenin yollarını aramıştır. Türk Metal ağır darbe almış, tüm itibarı ve saltanatı alaşağı edilmiştir. Bundan sonraki süreç çok önemlidir. Örgütsüz şekilde MESS karşısında durmak imkânsızdır.

Büyük metal fırtınasının açtığı temel tartışma konusu: nasıl bir sendika? nasıl bir örgütlenmedir. Türk Metal artık MESS'in de derdine deva olamayacak düzeydedir. Artık Türk Metal'in olduğu yerde iş barışı olamaz. Bu noktada MESS yeni bir Türk Metal arayışına girecektir. Bu noktada MESS için görünür iki alternatif vardır. Birincisi yola Çelik iş ile devam etmek diğeriyse Toyoto'da uygulanan iş yeri sendikacılığı sistemidir Bir diğer deyişle işçilerin kendi seçtikleri temsilciler aracılığıyla ücret artışı ve iyileştirmeler karşısında patron ile pazarlık yapması. Bu tip bir model görece demokratik görünse de örgütsüzlüğün önünü açan, politikleştirmeyi tıkayan bir süreçtir. Bunun nedeni sürecin sadece işyeri düzeyinde yalnızca ücret ve ekonomik taleplerle sınırlı kalmasıdır. İşçi sınıfı lehine çıkan yasalara, sermayenin saldırılarına karşı seferber olmanın önünde engel teşkil etmektedir. Fabrikalar ve sektörler arası sınıf dayanışmasının önünü kesmektedir. Bu uygulama işçilere demokratik uygulama olarak pazarlanmaktadır ancak MESS gibi güçlü bir örgütün karşısında işçileri güçsüz, birbirinden yalıtık bir duruma düşürecektir.

İşçi Komitelerinin önemi ve Nasıl Bir Sendika?

Sendikalar işçi sınıfının ekonomik temelli mücadele araçlarıdır. Sendikalar işçilerin mücadele ile tanışma yerleridir. Lakin sendikal mücadele tarihi aynı zamanda bürokrasiye karşı da mücadeleyi beraberinde getirmektedir. Sendikalar işçi sınıfının mücadele araçları olduğu gibi işçi sınıfını baskı altında tutma onların mücadelesini genişletme aracı olarak da kullanılmaktadır. Troçki'nin dediği gibi "Günümüzde sendikalar ya işçilere boyun eğdirmek ve onları disiplin altına almak ve devrimin önünü kesmek için emperyalist sermayenin ikincil aygıtı işlevi görecekler yada tam tersine, proletaryanın devrimci hareketinin araçları haline gelecektir.” İşçileri bürokratik bir işleyişle sendikaya yabancılaştırmanın en önemli araçlarından biri işçi komitelerinin içinin boşaltılmasıdır. İşçi komiteleri bugün Türkiye sendikal hareketinde iş yeri örgütlenmesi sırasında uygulanan bir yönteme indirgenmiştir. Sendikal örgütlenme sırasında bu süreci hızlandırmak ve bir sistematik içerisinde gerçekleştirmek için iş yerinin tüm departmanlarında örgütleme komiteleri kurulur. Sendikal örgütlenme süreci zafer kazanınca bu komiteler kendini iş yeri temsilcisine bırakır. işyeri temsilcileri kimi zaman işçiler tarafından seçilir, kimi zaman sendika tarafından atanır. İşyeri temsilcisinin misyonu, artık işçinin sorunlarını ve taleplerini, iş yeri temsilcisine ve sendika yönetimine bildirmektir. İşyeri komitesinin sürekliliğinin sağlanması işçilerin doğrudan demokrasi yoluyla sendikal yönetimde ve işleyişte söz sahibi olmasını da sağlar. .Bu yolla işçiler sendikanın izleyeceği politikalarda, merkezi kampanyalarda belirleyici olur. İşyeri komiteleri sendikanın karar organları haline geldiği ölçüde bürokrasinin hayat bulması engellenmiş olacaktır. Kendi temsilcilerini kendilerinin seçtiği, istedikleri zaman geri çağırabildikleri, sendika çalışanının aldığı ücretin ortalama bir işçi maaşını geçmediği ölçüde sendikalar işçi sınıfının öz örgütü olacaktır. Sendikalar sadece kendi işkolu için değil, tüm sınıfın çıkarları için talepler geliştirdiği ve bu hatta topyekun mücadele ettiği ölçüde işçi sınıfı mücadelesinde sıçramalar yaşanacaktır. Devlet,  kapitalistlere vasıflı işçi yetiştirmek için mesleki ve teknik okulları yaygınlaştırmaktadır. Bu mesleki teknik okullarda okuyan işçi adayı gençler daha mezun olmadan staj adı altında sömürüye maruz kalmaktadırlar. Sendikalar kalifiye işçi deposu olarak kullanılan mesleki ve teknik okullarda öğrenci örgütlenmeleri oluşturan komisyonlar kurmalıdır.

Metal Direnişinden Çıkarılacak Dersler ve Devrimci Görevler

1) Bursa'da başlayıp 5 şehre hızlı şekilde yayılan metal grevi faşist Türk Metal çetesine karşı birikmiş bir öfkenin eylem haline geçmesiydi. Bu hareketlilik her ne kadar kendiliğinden gelmiş olsa da ve başta Renault olmak üzere istenilen ücret iyileştirmesi alınamamış olsa da kazanımları büyüktür. Her şeyden önce patron-devlet güdümlü faşist Türk Metal çetesi tarihinin en büyük dersini almıştır. Metal sektörü toplu bir kitle grevi görmüştür. Bu grevin yasal olup olmadığı tartışmaları itibar görmemiştir. Fiili meşru  mücadele hattının önü açılmıştır, işçilerin kendi komitelerini kurma, kendi temsilcilerini seçme girişimi kendi öz örgütlenme araçlarını inşa arayışına girdiklerinin göstergesidir.

2)İşçilerin ana taleplerinden biri olan greve katılan kimsenin işten çıkarmayacak maddesini MESS kabul etmiş olsa da üretimde küçülme olacağı gibi beyanlarda bulunması ve gazetelere işçi alımıyla ilgili yaygın bir şekilde ilanlar verilmesi, özellikle Renault ve Tofaş'ta, MESS'in bir işçi kıyımı hazırlığı içinde olduğunun göstergesidir. Bunu sürece yayarak işçilerin yeni bir kalkış yapmasını engelleyen bir strateji geliştirilmesi ihtimaline karşı uyanık olunmalıdır. Bursa'da bu grev bitmiş olsa da hâlâ diğer şehirlerde devam etmektedir. MESS'in toplu bir işçi kıyımı hamlesini beklemeden bu günden dayanışma komiteleri kurulmalıdır.

3) Dayanışmanın pratikteki içeriği somutlaştırılmalıdır. Dayanışma sadece fabrikalardan ve dışarıdan direniş ziyaretlerine ve dayanışma eylemlerine indirgenmemelidir. MESS'in olası bir işçi kıyımı girişimi karşısında başta Birleşik Metal-İş olmak üzere DİSK'e ve KESK’e bağlı tüm sendikalar genel greve gitmelidir. Gelecek bir genel grev 12 Eylül faşist cuntası öncesinde işçi sınıfının en etkili dayanışma silahlarından olan dayanışma grevi yasağı fiili olarak delinecektir. Bu dayanışma eylemleri sınıfın tamamını kapsayan bir talep etrafında örülmelidir. Sendikaya üye olmak, sendika değiştirmek, sendika seçme özgürlüğü en temel anayasal talepler olmasına rağmen sendikalaşma sürecinde işçi kıyımına uğramayan işyeri yok denecek kadar azdır. Sendikalar ve örgütlenmenin önünde bir çok yasal engel vardır. Bu dayanışma eylemleri örgütlenirken bu taleplerin güçlü şekilde hayat bulması, örgütlenme ve sendikal yasakların önündeki engelleri parçalayacaktır.

4 )Metal sektöründeki devlerin bir çoğu uluslararası tekellerdir. Bu uluslararası tekellere karşı enternasyonal bir mücadele ağı örmek hayati önemdedir

5) Metaldeki bu hareketliliğin, sendikalara, emek örgütlerine, sosyalistlere kendini kapatması, hatta dışarıdan gelecek bir desteği tamamen reddetmesi, işçi sınıfının devrimci partisinin bu coğrafyada henüz inşa edilmemiş oluşunun en açık ifadesidir. İşçi sınıfı kendiliğinden hareketlerle kazanım elde edebilir lakin bir politik önderliği olmadan kölelik zincirlerini uzun vadeli bir sonuca ulaşacak biçimde tamamen kıramaz. İşçi sınıfı dinamiklerinin yeşermeye başladığı bu dönemde proletaryanın devrimci partisinin inşasını önümüze hedef olarak koyan biz Bolşevik Leninistlerin yapması gereken şey yalındır: "Proletaryanın öncüsünü örgütleyip, onu devrimci Marksizmin sönmeyen ışığı ile donatmaktır. Tüm örgütlenme stratejisini bunun üzerine kurmaktır. İşçi sınıfı kendi dinamiklerinin yeşerdiğini müjdelemektedir. Tek eksiği onun içerisinde doğarak ona rehber olacak sınıf partisinin henüz olmayışıdır. İşçi sınıfı Bolşevik önderliğini aramaktadır.

ÖZGÜRLÜK SAVAŞAN İŞÇİLERLE GELECEK!

YAŞASIN MİLİTAN MÜCADELEMİZ!


                                                                                                         Bursa'dan İMD'li işçiler