28 Ocak 2012 Cumartesi

Mehmet Altan Kovuldu: Liberalizm Kendi Çocuklarını Yer!

Mehmet Altan’ın Star gazetesindeki görevine son verildi. AKP hükümetinin ilk baştan beri ciddi destekçilerinden biri olan Altan’ın kovulmasının gerisinde, gerek Altan’ın gerekse de konudan haberdar olanların açıklamalarından anlaşıldığı üzere, AKP’yi AKP’nin istediği gibi desteklemiyor olması yatıyor.
Ne diyelim, Altan müstahakını bulmuş! AKP (ve AKP’nin destekçileri) öyle bir iktidar tekeli kurdu ki, bu tekel içinde en ufak bir çatlak sese izin vermiyor. Bu artık yoruma bile gerek bırakmayacak kadar açık. Bu tekelin kurulmasında payı olanların sızlanmaya hakkı yok.
Ama işin daha ilginç tarafı, Altan’ın bu olaydan sonra Agos gazetesine verdiği mülakatta söyledikleri. Altan burada, AKP’nin “10 yıllık iktidar sonunda reformculuk yolundan saptı”ğını söylüyor! Altan’a dokunan yılan kötüleşmeye başladığına göre hafızamızı tazelemekte yarar var, zira beş-altı sene önce başlayan bir süreçte aynı iddiaları başka liberallerden de duyuyoruz.
Bu duruma ilişkin olarak, Mayıs 2010’da yayınlanan Türk Demokrasisi Nereye? adlı yazımızda şunları söylemiştik:
 Burjuva medyada, özellikle de liberal ya da burjuva-demokrat denebilecek kesimler arasında, AKP dönemini 2007 öncesi ve sonrası şeklinde genel bir ayrıma tabi tutmak yaygın bir yaklaşım tarzıdır. Buna göre 2006-2007 dönemine kadar AKP demokratik bir çizgide ilerlemiş, sonrasında duraklama ve gerileme evresine girmiştir. Öncesinde her şey güllük gülistanlıkken, sonrasında işler bozulmuştur. Doğruluk payı içeren bu değerlendirme, meseleyi öznellik alanından kurtaramadığı ve sınıfsal bir analizden hareket etmediği için yanlış bir uca savrulmakta ve açıklayıcı olmaktan ziyade, yavan ve eksik bir tespit düzeyinde kalmaktadır. Neden AKP iyiydi de sonradan bozuldu?
Mehmet Altan belli ki bu soruyla ilgilenmiyor, zira bu sorunun cevabı devrimci-Marksist bir değerlendirmede saklı: Bir burjuva partisinden emperyalizm çağında tutarlı bir demokratik çizgi beklenemez; burjuvazi devrimci dönüşüm sorununu çözemez!
Devrimlere kara çalmak için sık kullanılan ve akla yatkın gelen nitelendirmelerden biri “devrimler kendi çocuklarını yer” olmuştur. Bu söz “tarihte devrimler olmasaydı, nerede olurduk?” sorusunu bile sormaktan aciz olduğu için salt ajitatif bir sözdür. Ama en azından Altanlar örneğine bakarak daha uygun bir içeriğe büründürülebilir: Liberalizm kendi çocuklarını yer!

26 Ocak 2012 Perşembe

TEKEL İşçileri Yine Ankara Yollarında

TEKEL’de sular durulmuyor. 4-C uygulamalarının ardından Cevizli TEKEL’de çalışmaya devam eden yalnızca 150 işçinin 75 kadarı Darphane'ye devredilirken, diğer 75’ine ise ya “kapı” ya da 4-C ile gidilebilecek yerler gösteriliyor. Üstelik seçimin hangi kriterlere göre yapıldığı da belli değil.
İşçiler bu sorunları konuşmak amacıyla geride bıraktığımız pazar günü İşçi Mücadele Derneği’nin Kartal şubesinde bir araya geldiler. 30’a yakın TEKEL işçisi, uygulamadan rahatsızlıklarını dile getirerek çözüm yolları konusunda görüşlerini paylaştıkları bir toplantı yaptılar. Hukuki açıdan önlerinin tıkalı olduğunu ve sendikanın bu konudaki bilgilendirmesinin yetersiz olduğunu belirten işçiler, çözüm yolu olarak Ankara’ya gidip mecliste milletvekilleriyle konuşmayı kararlaştırdılar. Vekillere dertlerini anlatıp, bir çözüm isteyeceklerini dile getirdiler. Bu kararı alırken işçilerin hemen hemen yarısı, bu yöntemle bir çözüm bulunamayacağını, ancak denemekte yarar olduğunu söyledi. Daha sonraki sohbetimizde ise biz de kendi görüşlerimizi dile getirme fırsatı bulduk.
Bugün işyerimize ya da yaşamımıza dair sorunların çözülmesinde yüzümüzü sınıf kardeşlerimize değil de, sınıf düşmanlarımıza dönüyor olmamızın vahameti tartışılamaz. Onca ay Ankara’da Türk-İş’in önünde çadırlar kurup, hükümet aleyhine protestolar gerçekleştirirken; şimdi, meclisten alınan randevularla ve kişisel görüşmelerle bu işin çözülebileceğini düşünmek yalnızca umutsuzlukla ve bundan beslenen “kendi sınıfımıza ve kendi gücümüze” güvensizlikle açıklanabilir. Oysa efsanevi TEKEL direnişinin de gösterdiği gibi, güç biz işçilerin elinde.
İşçilerin bir kısmı bu durumun farkında; ancak “n’apalım” dercesine bu yolu denemek gayretindeler.
Pazartesi günü Ankara’nın yolunu tutan işçilerle gittiklerinden beri haberleşiyoruz. Gelen haberler, öngörülerimizi doğrular nitelikte, görüşmeler olumsuz geçiyor. Bir çözüm alınamıyor. Bu akşam İstanbul’a dönecek olan TEKEL işçileriyle tekrardan görüşeceğiz. Şu an azınlıkta kalan “fiili eylem” yapma fikrini biz de destekliyoruz ve yaygınlaştırmak için üzerimize düşeni yapacağız. 

24 Ocak 2012 Salı

İsmail Cem Kimdi?

Bugün İsmail Cem’in ölüm yıldönümü. Kimdi İsmail Cem?
İsmail Cem burjuvazinin 2000’lerin başında AKP’de karar kılmadan önce hazırladığı siyasetçilerden biriydi. Bugünkü “AKP” projesi (bkz. Laiklik, Ordu ve Burjuva Çıkarlar), Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, düzen içi sol bir partiyle de işleyebilirdi. Eğer olsaydı, bu partinin başında İsmail Cem bulunacaktı.
Nasıl Erdoğan belediyeciliğiyle, “hapis yatmış mazlum” imgesiyle "satılabilir siyasetçi" olarak uygun kıvamı aldıysa, İsmail Cem de yıllardır “sorunlu olduğumuz” Yunanistan’a uzatılan “zeytin dalı”nı elinde tutan siyasetçi (dışişleri bakanı) sıfatıyla kitle desteği alabilecek hale gelmişti. Erdoğan’ın "kabadayılığı" varsa, İsmail Cem’in de "saygınlığı" ve aydın kimliği vardı vb.
Burjuvazinin İsmail Cem’de cisimleşen sol parti projesini Sakıp Sabancı birkaç yıl öncesinde şöyle dile getirmişti: “Madem merkez sağ birleşemiyor, o halde fırsatı sosyal-demokratlar kullanabilmelidir. Sol alternatif Avrupa örneğindeki gibi sağın bir süre dinlenmesine, ANAP ve DYP gibi partilerin günün birinde birleşmesine de ortam hazırlayabilir.”
Türkiye'de kapitalizm Kemal Derviş’i, CHP’si ve diğerleriyle piyasa ekonomisinin daha da çıplak yüzünü İsmail Cem'in yeni “sol” partisiyle gösterecekti. Ama CHP’nin iflah olmazlığının da etkisiyle İsmail Cem’de cisimleşecek “sol” seçenek tutmadı, daha doğrusu burjuvaziye kendini yeterince beğendiremedi. Ve İsmail Cem’in sermaye için dolduramadığı boşluğu Erdoğan ve AKP’si doldurdu.
Daha fazla ayrıntı için, bkz. AKP: Geçmiş ve Gelecek, Harun YILMAZ

23 Ocak 2012 Pazartesi

Demokratik Merkeziyetçilik

Troçki’nin Militan’da yayınlanan Demokratik Merkeziyetçilik Üzerine başlıklı mektubu Bolşevik örgütlenme tarzının hem temel kaidesine hem de zorluklarına ilişkin çok önemli bir metindir.
Troçki bu temel ilkeyi şöyle tanımlar.
Demokrasi ve merkeziyetçilik oranları değişmeyen iki öğe değildir. İkisi de somut koşullara, ülke içindeki siyasi duruma, partinin gücü ve deneyimine, üyelerinin genel düzeyine, önderliğin dişiyle tırnağıyla kazandığı otoriteye bağlıdır. Meselenin ileriki dönem için siyasi çizginin belirlenmesi olduğu bir konferansın öncesinde demokrasi merkeziyetçiliğe baskın çıkar. Siyasi eylem söz konusu olduğunda ise, demokrasi merkeziyetçiliğe tabidir. Parti kendi eylemlerini eleştirel olarak masaya yatırma ihtiyacı duyduğunda yeniden demokrasi ön plana çıkar. Demokrasi ile merkeziyetçilik arasındaki denge fiilî mücadele içinde yerli yerine oturur, kimi zaman ihlal edilir, sonra yeniden yerli yerine oturtulur.
Zorluklarına ilişkin olarak ise çok ilginç ve bir o kadar manidar sözler sarf eder. Bolşevik partinin laf üretme değil, iş yapma üzerine kurulu  olmasının gerektirdiği disiplin herkesin kaldırabileceği bir yük olmadığından, demokrasi talebiyle bireysel mızıldanmaların karışması yer yer kaçınılmazdır. Bu yüzden,
Partinin tek tek her üyesinin olgunluğu özellikle de, parti içi işleyişten mümkün olandan daha fazlasını beklememesiyle ölçülebilir. Partiye karşı tutumunu birey olarak yediği fiskelere göre belirleyen kişi kötü bir devrimcidir. Elbette önderliğin tek tek her yanlışına karşı, her türlü haksızlığa karşı vb. savaşmak gerekir. Ama bu “haksızlıkları” ve “yanlışları” diğer şeylerden yalıtık olarak değil, partinin hem ülke içindeki hem de uluslararası ölçekteki genel gelişimiyle bağlantılı olarak değerlendirmek gerekir.

20 Ocak 2012 Cuma

Hrant Dink Davası Daha Bitmedi!

Dün yüzbinlerce insan sokaklara inerek Hrant Dink davasına sahip çıkacağını gösterdi.



Geçen yıl, “Hrant Dink cinayeti çok büyük bir yalanın patlamasına da vesile oldu: Türkiye’de milliyetçilik denen zehrin başka ülkelerdekinden daha derin köklere sahip olduğu ve bunun sosyalist düşüncenin ilerlemesi önünde daha büyük engel teşkil ettiği yalanı gerçek hayatın sınavından geçemedi” demiştik. Bu yıl da anmaya yüzbinlerin katılımı ve katılamayan yüzbinlerin desteği bu umudu işaret ediyor.


Biz de İMD olarak hem öğlen Agos önünde hem de akşam İstiklal Caddesi’ndeki eylemde yerimizi aldık ve "bu dava henüz bitmedi" dedik. 



Basın açıklamasında da vurguladığımız gibi, Hrant'ın, Roboski'nin ve diğerlerinin katili burjuva devlettir, sermayedir ve ondan hesabı ancak örgütlü işçi sınıfı hareketi sorabilir. 

17 Ocak 2012 Salı

Hrant Dink'in Katilleri Aramızda

Hrant Dink davası sonuçlandı. Hrant’ı bir örgüt değil, üç-beş çapulcu öldürmüş, "yeni" ve "demokrat" yargımız bugün böyle buyurdu.
Böylece Hrant Dink’in katilinin öyle küçük bir örgüt falan değil, kocaman bir örgüt olduğu resmen karara bağlandı. 
Hrant Dink'in katili devlettir. Şimdi katilleri bir bir salıverilecek. Artık referandum sonrası kurdukları "demokratik" düzende meclise mi sokarlar, tam bir tekel kurdukları televizyon ve gazetelerinde yorumcu mu yaparlar, görürüz…
İMD olarak 19 Ocak'ta Hrant'ın katillerine karşı, bizi susturmaya çalışanlara karşı sloganlarımızla yine aynı yerde olacağız!
Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeniyiz!
Բոլորս Հայ ենք, բոլորս Հրանտ ենք:
Yaşasın Halkların Kardeşliği!
Կեցցէ՝ ժողովրդական եղբայրութիւնը:
Yaşasın Enternasyonalizm!
Կեցցէ՝ միջազգայութիւն:

16 Ocak 2012 Pazartesi

SİNTER'İN KAZANILMASI - Bir "Direnişçi Kızı"ndan

2008 yılı Aralık ayında Sinter metal işçileri sendikalaştıkları için işten atıldılar. Ama Sinter işçileri hiçbir zaman umutlarını yitirmedi ve vazgeçmediler. Tam 17 ay boyunca bir direniş sergilediler. Bu direniş esnasında devrimci üniversite öğrencileri direnmelerine yardımcı oldu. Sinter işçilerinin işten çıkarılması ile ilgili toplantılar ve yürüyüşler oldu. Ve bu Sinter işçilerinin işten çıkarılmalarının 4. yılına girdik. Mahkemesi süren Sinter işçilerinin üçüncü yılı bittikten sonra geç gelen adaleti sonunda gördük.
Ama adalet geç gelse de mücadelemiz zaferle sonuçlanmıştır. Sinter işçileri, işten çıkarılma nedeniyle toplantılar düzenliyorlardı. Bu toplantıları düzenleyen ve yardımcı olan o zamanki tabirle, işçi ve öğrenci kardeşleri ve şimdiki tabirle yoldaşlarıydı. Bazen Kadıköy’de, bazen Mecidiyeköy’de bazen de Kartal bölgesinde toplanıyorduk. Ben de bu yapılan toplantılara katılıyordum. Şimdi ise Kartal’da bir buçuk senedir faaliyet gösteren İMD’de toplanıyoruz.
Burada işçi sorunları dahil tüm sorunlar tartışılmaktadır. Ben de bir direnişçi kızı olarak sizlerin sayesinde bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Ve öğrendiklerimi de değerlendiriyorum. Herkese çok teşekkür ediyorum
DİRENEN SİNTER İŞÇİLERİ KAZANDI!
Direnen işçilerin ve yoldaşların bir gün emeklerinin karşılığını kazanarak işlerine geri dönmelerini kutluyorum.

Direnişçi kızı Tuğçe

13 Ocak 2012 Cuma

SİNTER İŞÇİLERİ: Biz Bu Davayı Çoktan Kazanmıştık!

Bizleri tanıyorsunuz, 22 Aralık 2008 tarihinde sendikalaştığımız için Sinter Metal patronu Olgun Tanberk tarafından işten atılan Sinter Metal işçileriyiz. Yıllardır aynı fabrikada çalışmamıza rağmen elimize geçen para her geçen gün azalırken, “babamız” olduğunu iddia eden Olgun Tanberk’in üzerimizdeki baskısı artıyordu. İşte bu yüzden sendikalaşmaya karar verdik, sektörümüzdeki Birleşik Metal’in üyesi olduk. Derdimiz kaybettiklerimizi geri almak ve bizi teker teker yenebilen patrona karşı birlik olmaktı. Bunu öğrenmesinin ardından 380 kişiyi aynı günde işten çıkaran Sinter Metal patronu bizlerin bu fermana boyun eğmeyeceğimizi ve içeriye bizim emeğimizden çalınanlarla alınan o makinelerin başına gireceğimizi bilmiyordu. Öğrendi! Sinter Metal işçileri olarak fabrikamızı işgal ettik daha doğru bir açıklamayla aslında bizim olan yerden ayrılmadık. 2. günün ardından dışarıya çıktık ve kapının önündeki direnişimiz başladı. 17 ay, evet yanlış okumadınız, tam 17 ay boyunca o kapının önünde direndik.
Direnişimiz sadece Olgun Tanberk’e değil, Dudullu Organize Sanayi Bölgesi’ndeki tüm patronlara korku saldı, yan fabrikada ücretler arttı, karşı fabrikada çalışma koşulları iyileştirildi. Olgun Tanberk ortak mücadelemizi bölmek için türlü oyunlara başvurdu: önce bir kısmımızı işe geri alacağını söyledi, ardından herkesi teker teker arayarak satın almaya çalıştı. Biz fabrikanın önündeyken her gün rahatsızdı ama diğer yandan güvendiği bir şey vardı: Türk Hukuk Sistemi.
Bizler dostu düşmanı, neyin bizim neyin patronların çıkarına olduğunu direnirken öğrendik. Önceden emniyetimizi sağlamak için var olduğunu düşündüğümüz polis, patronu ve onun mülkünü onu asıl yaratanlardan, yani bizden koruyordu, önceden haklıdan yana olduğunu düşündüğümüz adalet sistemi her mahkemede biraz daha zamanı uzatarak Olgun Tanberk’in ekmeğine yağ sürüyordu. Gördük ki, devlet bizim değildi. Gördük ki o mahkemeler ve polis bizim için değil, patronların iyiliğini sağlamak için vardı.
Mücadeleden vazgeçmemiş Sinter Metal işçileri olarak alnımız açık, vicdanımız rahat. Çünkü biliyoruz ki o 17 ay boyunca İstanbul’u Olgun’a dar ettik. Hemen her yerde eylemler, basın açıklamaları yaptık ve sesimizi diğer sınıf kardeşlerimize duyurduk.
Sinter kavgası sadece Sinter Metal işçilerini ilgilendirmekten çıktı ve sınıfımızın bütünü açısından bir anlam taşıdı. Sonrasında birçok fabrikada işgaller yaşandı, başka örgütlenme deneyimlerinde bizim yaptıklarımızdan ve yapamadıklarımızdan çıkardığımız derslerle yol alındı ve kazanıldı.
Bugün 4. yılına girilen bu davayı mahkemede sonunda kazandık! Bizim açımızdan kazanım elbette ki mahkemenin vereceği o karara bağlı değildi, haklılığımızdan şüphemiz yoktu. Ancak 4. yılında da olsa hukuken haklarımızın tanınması ve Olgun’un bir karar vermeye zorlanması önemli.
Zafer direnen ve Olgun gibilere boyun eğmeyen işçilerle gelecek. Sinter’de geldi, sıra yeni Sinter’lerde!
13 Ocak 2011

12 Ocak 2012 Perşembe

Can Bonomo ve Irkçı Yeni Akit

Türkiye’yi bu sene Eurovision’da Can Bonomo’nun temsil etmesi ırkçı şovenist zevatı çok üzmüşe benziyor. Yeni Akit, Can Bonomo'nun Museviliğine takmış. "Türkiye'yi Bir Musevi Temsil Edecek" başlığıyla verdikleri “haber”de, Can Bonomo’nun orijininin İtalya olduğunu yazan yabancı kaynaklı Eurovision siteleri, Bonomo’nun Yahudi olduğunu da vurguladı” diye yazıyorlar.
Özellikle de Hrant Dink’in ölüm yıldönümünün yaklaştığı şu günlerde bu ayrımcılığa tepki göstermemek mümkün değil. Sonuçta, böyle böyle birilerini azmettiriyorlar, sonra üzerinden beş sene geçince o maşalar çıkıp “TC yaptırdı” diyor.
Yeni Akit haberlerine bakınca her şey var: Irkçılık, cinsiyetçilik, darkafalılık, şovenistlik... Gerçekten de yıllardır çizgisini hiç bozmadı.
Ama bu "haber"de bir şey daha göze çarpıyor. Has Türk, has Müslüman, bu toprakların has sahibi vb. olmakla övünen bu ırkçı güruh, “köken” ya da “menşe” yerine “orijin” kelimesini kullanarak dertlerinin "saflık", "haslık" falan değil, düpedüz ırkçılık olduğunu da göstermiş oluyor. 

10 Ocak 2012 Salı

MÜJDE!

Nihayet Avrupa yakasındaki dernek için yerimizi tuttuk! Yeri Fındıkzade'de, hemen otobüs durağının arkasında.
2. Derneğimiz şimdiden hepimize hayırlı olsun!
Darısı Ankara'ya, Bursa'ya...
Yaşasın Militan Mücadelemiz!

Kıdem Tazminatı Afiş Çalışması: Bostancı-Kartal Güzergahı


Kıdem Tazminatımdan Elini Çek kampanyamızın parçası olarak, geçen hafta Bostancı-Kartal arası E-5’te afiş çalışması yaptık.



Bu bölgede afişlerin uzun süreli kalması mümkün değil, bu yüzden devamlı yenileme yapmamız gerekiyor.



 İMD olarak, "varsın olsun" diyoruz: Onlar söksünler, biz yine asarız!

7 Ocak 2012 Cumartesi

Kıdem Tazminatı Afiş Çalışması - Esenler


  Kıdem Tazminatımdan Elini Çek kampanyamıza dün Esenler'de afiş asarak devam ettik. 


 Bölgenin kendine özgü zorluğundan ötürü fazla fotoğraf çekme imkanı bulamadık.

  İMD olarak yolumuz işçi sınıfının yolu. Bu yolda yılmadan çalışmak gerektiğinin bilincindeyiz. İşçi sınıfının haklı davasının önünde hiçbir güç duramaz, hiçbir bahane olamaz. 

Maltepe Belediyesi Taşeron İşçileri Direniyor!

Maltepe Belediyesi’ne bağlı olarak taşeron şirketlerde çalışan işçiler, fazla çalışma saatleri, düşük ücretler ve alamadıkları sosyal hakları için örgütlenme çalışması başlattılar. İlk önce bir işçinin, sonra başka bir işçinin daha işten atılması üzerine 21 Aralık’ta Belediye binası önünde direnişe geçtiler.
Kendileriyle aynı işi yapan, ancak sendikalı ve kadrolu olan işçilerle aralarında ücret, çalışma saatleri ve sosyal haklar konusunda farklılıklar bulunduğunu belirten işçiler, fazla mesai ücreti alamadıklarını,  1 yılı doldurmadan devamlı iş sözleşmesi yenilenmesi nedeniyle kıdem ve ihbar tazminatı alamadıklarını ve yıllık izin kullanamadıklarını dile getirdiler.
Maltepe Belediyesi’ne bağlı olarak taşeronda çalışan işçilerden 400’ün üzerinde imza toplayarak Belediye Başkanı Mustafa Zengin’e iletmek istediklerini, ancak belediyenin kendilerini muhatap almadığını, talepleri kabul edilene kadar direnişe devam edeceklerini söylediler.
Bugün akşam üzeri Maltepe Meydanı’nda toplanarak, 7 Ocak saat 13.00’te Taksim Tramvay Durağı’ndan CHP İl Binası önüne düzenleyecekleri yürüyüş için çağrıda bulunup, taleplerini yinelediler. Biz de İMD olarak işçilerin yanındaydık!
Kartal Belediyesi’nde de taşerona bağlı olarak çalışıp da aylarca maaşlarını alamayan işçilerden sonra Maltepe Belediyesi’ndeki taşeron düzenine karşı mücadele eden işçilerin işten atılmasını da görünce, aklımıza seçim döneminde meydanları inlete inlete söylenen, tüm medyada ballandıra ballandıra reklamı yapılan, billboardlardaki koca koca afişlere yazılan Kılıçdaroğlu’nun “Taşeronu Kaldıracağız” sözleri geldi. Ne demişti CHP Genel Başkan Yardımcısı İzzet Çetin de, "İktidara geldiğimizde kamu kurumlarındaki taşeronlaşmayı tamamen kaldırıp, tüm taşeron çalışanlarını kadrolu hale getireceğiz". Sanırız iktidara gelemedikleri için sözleri tutmanın da bir anlamı olmadığını düşünüyorlar!
CHP’yle ilgili olarak en başından beri, seçim döneminden önce de sonra da hep şunu söyledik; CHP “solcu” değil, tam tamına bir burjuva partisi olarak değerlendirilmelidir. 12 Haziran Seçimlerinin Ardından adlı yazımızda da belirttiğimiz üzere;
İlkinden ilerleyecek olursak, sol açısından bakıldığında seçimin iki mağlubu CHP ve TKP’dir. CHP sahte sol söylemleriyle iktidar olma hayallerini gerçekleştirememiş ve bir seçimden daha boynu bükük ayrılarak yeni bir “parti içi çekişme” dönemine göz kırpmıştır. Geri bilincinden ötürü CHP’den medet uman işçi ve emekçiler açısından kısa yoldan başarıya ulaşma perspektifinin ne kadar yanlış olduğu bir kez daha görülmüştür. Burjuvazinin has partilerinden biri olan, “işçilere ve sola açılma”yı Süleyman Çelebi gibi sendika bürokratlarını aday göstermekten vb. ibaret gören bir partinin alternatif olamayacağı ve bu tür bir alternatif arayışının, seçim akşamı Kılıçdaroğlu’nun yaptığı konuşmada olduğu gibi züğürt tesellilerine mahkûm olacağı açıktır. Bu yüzden, güya “solu bölmemek” adına solla alakası olmayan partilere oy verenlerin muhasebelerini bir daha yapmaları şarttır. 
İMD olarak direniş süresince işçilerin yanında olarak mücadeleyi büyüteceğiz. Ve güya solcu CHP’nin işçi düşmanı karakterini teşhir etmeye devam edeceğiz!

6 Ocak 2012 Cuma

Çapa Tıp Fakültesi'nde İşçi Kıyımı

İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi'nde çalışan 8 taşeron işçi "işçi fazlalığı" bahane gösterilerek dün işten çıkarıldı. Bu saldırıya tepki olarak, fakültede çalışanların aldığı ortak kararla Pazartesi sabah 8'de başlamak üzere iş bırakılacak. Yapılan toplantıda, işçiler işlerine geri dönene ve taşeron statüsü kalkana kadar mücadelenin sürdürülmesi kararlılığı vurgulandı. İMD olarak biz de işçilerin yanındaydık!
İşçilerin Taşeron İşçileri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği imzalı bildirisinde şu satırlara yer verildi:
  İstanbul Üniversiteli 4b’li sözleşmeli personel alımından sonra çalışan sayısında fazlalık oluştuğu iddiasıyla şu an sağlık personeli sekiz arkadaşımız işten çıkartılmıştır. 2002 yılı içinde belirlenen süreç zarfında sağlık personellerinin de işten çıkarılması düşünülmektedir. İşten çıkarılan arkadaşlara çalışmaları sırasında çıkışları sözlü olarak bildirilmiştir. … İstanbul Üniversitesi yönetimi bu hukukdışı kararından vazgeçip işten çıkarılan işçileri bir an önce geri almalıdır, bünyesinde çalışan tüm işçileri asıl işçileri olduğu kabul etmelidir. ... Kendi yarınlarınız için tek ses, tek yürek olalım!   

3 Ocak 2012 Salı

Sabiha Gökçen Havaalanı'nda 550 İşçi Atıldı!

Bugün Sabiha Gökçen Uluslararası Havaalanı’nda İSG yer hizmetlerinde çalışan Hava-İş üyesi 550 işçinin iş sözleşmesinin 3 Ocak'ta feshedildiği haberi geldi.
Bu konuda 30 Kasım 2011’de Militan’da çıkan yazıyı burada bir kez daha paylaşıyoruz.

Dün gece bir haber aldık UPS direnişçisi işçilerden, “Sabiha Gökçen Havalimanı’nda yer hizmetlerinde çalışan 700 işçi işten çıkartıldı” diye.  Onlarla beraber havalimanının yolunu tuttuk. İşçiler kargo bölümündeydiler ve yanlarına gitmemize izin yoktu. Yine de sesimizi, sınıf dayanışmasının sesini duyurmaya çalıştık. 
Pegasus’a bağlı olarak çalışan 700 işçinin 500’e yakını Hava-İş Sendikası’na üye durumdadır.  İlk defa 2009’un Mayıs ayında Sabiha Gökçen Havaalanı’nda örgütlenmeye başlayan işçiler, sendikalı çalışmak için bu zamana kadar uzun bir mücadele yürüttüler. Sendikaya üye olduktan sonra bir bir ya da onlar halinde işten çıkarılmayla karşılaştılar. Basın açıklamaları, köprü eylemleri yaptılar. Dava açtılar ve kazandılar. Yine birçok işten atıp-geri almaların yaşandığı bir sürecin sonunda işbaşı yaptılar. Ancak dün gece yine bir “işten atılma”yla karşı karşıya kaldılar.
İşçiler “Yeni Yıl hediyesi” olarak, 28 Aralık’ta işten çıkartılacaklar, bu haber kendilerine “şimdiden” söylenmiş. Pegasus’un “şirket küçülmesi” olarak adlandırdığı bu saldırıyla işçilerin tüm haklarını Çelebi adlı şirkete devretmesi sonucu 700 işçi işsiz kalacak. İşçiler bu kararın küçülmeyle ilgisinin olmadığını, amacın içerideki sendikalı işçileri temizlemek olduğunu belirtiyorlar.
Henüz bir eylem kararı almayan işçiler, kendi aralarında bu konuyu görüşüp en yakın zamanda tepkilerini ortaya koyacaklarını ifade ettiler. Bizlerin de gözü kulağı onlarda olacak.
Ne zamandır bir direnişin yaşanmadığı İstanbul’un Anadolu Yakası’ndaki bu haberi duyar duymaz, henüz ne olduğu belli değilken oraya gittik. Çünkü işçilerin en ufak bir hareketlenmesinde, onların yanında yer alarak sınıf mücadelesini büyütmek gibi bir dert taşıyoruz. Bundan sonra da bu kararlığımızı sürdüreceğiz.
30 Kasım 2011

Bülent Ersoy Deniz Gezmiş'i Hatırlarsa!

Bülent Ersoy verdiği bir mülakatta Deniz Gezmiş’le arasının çok iyi olduğunu, ona şarkılar söylediğini, ölümüne çok üzüldüğünü söylemiş. Bülent Ersoy’un aklına Deniz Gezmiş şimdi gelmiş, ama 80 sonrasında faşist cunta tarafından yasaklanmışken beni “teröristler”le niye bir tutuyorsunuz türünde laflar ederdi!
Deniz Gezmiş’e bu yaklaşım, Lenin’in Devlet ve Devrim’de söylediklerini hatırlatıyor. Lenin bu başyapıtının girişinde şunları yazar:
Bugün Marx’ın teorisinin başına gelenler, tarih boyunca, kurtuluş için mücadele eden ezilen sınıfların devrimci düşünürleri ve önderleri tarafından üretilen teorilerin başına defalarca gelmiştir. Egemen sınıflar, büyük devrimcilere yaşadıkları dönemde rahat yüzü göstermezler, teorilerine korkunç bir nefreti, en vahşi düşmanlığı, en ahlaksız yalanları ve iftiraları layık görürler. Ölümlerinden sonra ise, bir yandan onları zararsız putlara dönüştürmeye, deyim yerindeyse, evliyalaştırmaya ve ezilen sınıfları “avutmak” ve aldatmak amacıyla adlarını halelerle süslemeye çalışırken, diğer yandan da devrimci teorilerinin içini boşaltır, devrimci uçlarını törpüler ve bayağılaştırırlar. Bugün, burjuvazi ve işçi hareketi içindeki oportünistler Marksizm üzerinde böyle bir oynama yapmanın farz olduğu noktasında birleşiyorlar. Bu teorinin devrimci yanı, devrimci ruhu bir kenara atılıyor, muğlaklaştırılıyor ya da çarpıtılıyor, burjuvazi için kabul edilebilir olan ya da öyle görünen yönleri ise ön plana çıkartılıyor ve yüceltiliyor. Gerçekten de bugün bütün sosyal-şovenistler başımıza “Marksist” kesilmiştir (gülmeyin!).  
Son birkaç yıldır Deniz Gezmiş’in başına gelen de bu. Erbakan, “Deniz Gezmiş bugün yaşıyor olsa, bizim soframızda olurdu” diyeli beri başlayan süreç bugün bu noktaya kadar geldi.
Ahmet Hakan zamanında Reha Muhtar’a, "Deniz Gezmiş’i sevmek kolay, sıkıyorsa İbo’yu sevsene" türü laflar etmişti. Bunda bir doğruluk payı var. Ama Deniz Gezmiş’i “evcilleştirme”nin, devrimci yanlarını törpülemenin bugün daha kolay olması Lenin’in Devlet ve Devrim’de söylediği bu sözden daha doğru değil. Nazım’ı karpostal şairi yapan, Lenin’den milliyetçi Bolşevik yaratan bir güçten bahsediyoruz.
Marksizm ve Kadın Sorunu yazımızda bu “güç”le ilgili şunları yazmıştık:
Kapitalizm tam da sanayi ve teknolojinin varlığı sayesinde, bu zamana kadar var olmuş en güçlü sistemdir. Bu güç öyle bir boyuttadır ki kapitalizm kendisinden önceki sistemlerle hesaplaşmasını her zaman “birebir kapışma” şeklinde değil, kimi zaman eski unsurların “varlığına izin vererek” de yapmaktadır. Bu söyleneni olabildiğince somutlaştırmak adına, Nâzım Hikmet örneğini verebiliriz. Bilindiği gibi, Türk burjuvazisi ve devleti yaklaşık yetmiş yıl boyunca işçi sınıfının komünist şairi Nâzım Hikmet’in sesini boğmaya çalıştı. Bu uğurda, Nâzım’ı hapse tıktı, işkencelerden geçirdi, doğduğu topraklardan sürdü, şiirlerini yasakladı, ölüsünü tahkir etti vs. Fakat hiçbiri kâr etmedi. Nâzım’la uğraşan burjuvalar bir daha hatırlanmamak üzere yok olup giderken, Nâzım bir çınar gibi ayakta kaldı. Burjuvazi de bir süre sonra karşı çıkamayacağını anlayınca, bu kez yüz seksen derece dönüp Nâzım’ı “sahiplenmeye” karar verdi. En faşistinden en “demokratına” kadar tüm burjuva kamuoyu Nâzım’ı “sahiplenir” oldu. Ama nasıl? Nâzım’ı komünist, her şeyden önemlisi örgütlü bir şair kimliğinden kopartıp, yurtseverlikten başka bir şey bilmeyen romantik bir kartpostal şairi derekesine düşürerek, Türkiye’nin en büyük sermayedarlarına kazanç kapısı haline getirerek vs. Kapitalizm bunu piyasa ekonomisinin kapsayıcılığı, güçlülüğü sayesinde yapabildi. 
Bu yüzden burjuvazinin bu tür saldırıları karşısında İbo-Deniz (ya da Mahir) karşılaştırmalarına girmemek lazım. Suç Deniz’in şu ya da bu yanlışında, eksikliğinde vb. değil, kapitalizmdedir!
Bunların hepsi devrimci değerlerimizdir ve burjuvaziye karşı (hattâ kimi zaman da, onları yanlış politikalarına alet edenlere karşı) eğip bükmeden savunulmayı hak etmektedirler.

2 Ocak 2012 Pazartesi

Kıdem Tazminatı Afiş Çalışması-Avcılar

   Geçen haftanın Avrupa yakasındaki son afiş çalışmasını Avcılar metrobüs çıkışı ve civarında yaptık.



İşçilerin yoğun olarak kullandıkları bir güzergâh olması bakımından bu çalışmadan yoldaşlar olarak daha büyük mutluluk duyduk ve verim aldık.




Burjuvazinin hız kesmeden sürdürdüğü saldırıların bir ayağı olan Kıdem Tazminatı gaspına karşı mücadelemizi biz de hız kesmeden sürdüreceğiz. Sermayenin saldırılarına karşı haykırıyoruz:
Sermaye Elini Kıdemimden Çek!
Yaşasın Militan Sınıf Mücadelesi!