26 Eylül 2012 Çarşamba

"Devletin Sanatçısı" Olmayı Reddeden Bozkırın Tezenesi'ne Selam Olsun!



Bir süredir kanser tedavisi gören Neşet Ertaş’ı dün sabah saatlerinde kaybettik. 60 yılını halk müziğine adayan Neşet Ertaş’ı, burjuvazi yıllarca yok saydı. Bugünse her zamanki ikiyüzlülüğüyle göklere çıkarmaya çalışıyor. Yemezler!
Neşet Ertaş’ın hayat hikayesini anlatmak değil kesinlikle niyetim. İsteyen resmi internet sayfasına bakıp okuyabilir.
Anlatmak istediğim bir devrimci işçi olarak benim gözümde Neşet Ertaş’ın kim olduğu...
 
Halk müziği neden önemlidir?
Her ülkenin halk müziği hem o ülkenin hem de diğer ülkelerin devrimcileri içim muazzam önem ve değer taşır. Buradan şu anlam çıkmaz: “Her halk müziği eseri güzeldir.” Elbette ki her eser güzel değildir, olmayabilir.
Burada sözünü ettiğim halk müziğindeki, içerdiği birçok gerici unsuru eleyerek, ilerici-devrimci “damar”ı yakalamaktır, zira bu “damar” yakalandığında bir devrimcinin insani ilişkilere, aşka, mücadeleye ilişkin sorunlara umutsuzlukla bakması neredeyse imkansız hale gelir. Bize düşen bu kaynaktan iyi ve güzel olanı ayırıp kullanmak ve daha da ileriye taşımaktır
Halk müziği dinlenilen bir ortamda büyüdüm, O’nun da türkülerini dinleyerek büyüdüm. Devrimci mücadeleye başladığım dönemde bir şeyi fark ettim: Halk müziğinin en iyi örneklerini verenler Pir Sultan, Dadaloğlu, Âşık Veysel, Mahzuni, adını sayamadığım niceleri ve nihayet Neşet Ertaş. Bu gelenekte bir yanda doğaya, insana, aşka... kısaca hayatın birçok yönüne insani ve temiz bir bakış açısı hakimken (ki kapitalizm bu değerleri büyük oranda yerle bir etmiştir!), öte yandan halkına zulmeden iktidarlara karşı baş eğmez bir haykırış var.
İşte Neşet Ertaş da bu duruşu sahiplenip geliştirdiği için önemlidir. “Gönül Dağı”, “Neredesin Sen, “Evvelim Sen Oldun” adlı şarkılarında, kapitalizmin burgacında bir hiç derekesine indirilen aşka karşı, insani temelde bir aşk anlayışını anlatır Ertaş. “Hapishanelere güneş doğmuyor” eserinde ise bin bir türlü nedenle hapse düşen insanların duygularını dile getirmiştir.

“Devlet Sanatçısı” yerine “Halkın Sanatçısı” olmayı yeğledi!
Neşet Ertaş’ın en önemli yönlerinden birisi son nefesine kadar sürdürdüğü alçak gönüllüğüdür. Kendini, türkülerini ürettiği halktan ayrı bir yere koymadı hiç. Konserlerini hep “halk konseri” olarak vermeye çalışırdı. Neden?
Düğünlerinde sazını çaldığı yoksul insanları görmek istiyordu konserlerinde. Bir söyleşide “Onların gelmesini istedim hep, garip insanların, biz onların ekmeğini yedik hep” diyordu Ertaş.
Halkına karşı alçakgönüllü duruşu, iktidarlar karşısında da eğilip bükülmemesini sağladı. Demirel döneminde “devlet sanatçısı” yapmak istediler. Reddetti! Halkının sanatçısı olarak kalmaktan daha büyük bir mutluluk duyacağını söyledi birçok kez.
Neşet Ertaş’taki, dolayısıyla halk müziğindeki bu duruş elbette ki tek başına bu dünyayı anlamamıza ve dönüştürmemize yeterli değildir. Ancak devrimci duygu ve düşüncelerimizi oluşturan, geliştiren bir temelden söz edeceksek eğer, o temelde her ulusun halk müziğinin ciddi bir yeri olması gerekir, olacaktır.
Ne diyelim: Uğurlar ola Neşet Baba!

25 Eylül 2012 Salı

Direnen İşçilerin Taksim Yürüyüşü



Cumartesi akşamı İMD olarak yine Direnen İşçilerin ortaklaşa düzenledikleri yürüyüşteydik. BEDAŞ, HEY Tekstil, Roseteks, Darkmen işçileri, Kiğılı ve Cansel Malatyalı haklarını alamadıkları için haftalar önce başlattıkları mücadeleye Cumartesi de devam ettiler.

Yürüyüşe ilgi fena değildi. Emekçilerin bu alanda haklarını savunmaları önümüzdeki direnişlere örnek nitelikteydi.
Yürüyüşten sonra basın açıklaması oldu. Burada sermayeye ne kadar birlik olduğumuzu gösterdik. “Güvenlik” had safhadaydı, bu da bizden çekindiklerinin göstergesidir.
Basın açıklamasından sonra BEDAŞ işçileriyle sohbet edip sorunları konuştuk. Saatin geç olmasına rağmen muhabbetimiz sürdü. Ben de bir metal işçisi olarak bu eylemde yerimi almaktan gurur duydum.
İşçiyiz, Haklıyız, Kazanacağız!
Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz!
 

24 Eylül 2012 Pazartesi

Call Center'dan Bile Propaganda Yapan Sistem, Kapitalizm

İnsanların toplumsal çıkarlarını tamamen görmezden gelerek üretim araçlarının özel mülkiyet tarafından idare edildiği ve bu idarenin ana gayesinin kâr elde etmek, pazar payını genişletmek ve yeni alanlara nüfuz etmek olduğu sisteme kapitalizm diyoruz.
Basitçe tanımlamaya kalkıştığımızda bile bu sistemin ne kadar insanlık dışı, ne kadar anti-demoktarik, ne kadar gerici ve ne kadar acımasız bir sistem olduğunu hemen gözlemleyebiliriz.  Google’a “kapitalizm” yazdığınız zaman wikipedia’da ilk karşınıza çıkan cümle şudur:

Kapitalizm ya da Anamalcılık, özel mülkiyetin, üretim araçlarının ağırlıklı bir bölümüne sahip olduğu ve işlettiği; yatırım, dağılım, gelir, üretim, mal ve hizmet fiyatlarını piyasa ekonomisinin belirlediği sosyal ve ekonomik sistemdir. Bu sistemde genellikle bireylerin ya da grupların oluşturduğu tüzel kişiliklerin ya da şirketlerin emek, yer, üretim aracı ve para (bkz: finans ve kredi) ticareti yapabilmeye hakkı vardır.

Paragrafın her bir kelimesi üzerine saatlerce tartışabiliriz, ancak ben özellikle son cümleye dikkat çekmek istiyorum. “Bu sistemde genellikle bireylerin ya da grupların oluşturduğu tüzel kişiliklerin ya da şirketlerin emek, yer, üretim aracı ve para (bkz: finans ve kredi) ticareti yapabilmeye hakkı vardır.” Sanki sistem bir özgürlükler sistemiymiş gibi! Sanki isteyen her bir birey kafasına göre üretim araçlarına sahip olabilecek, ne üreteceğine karar verebilecekmiş gibi! Aslında bu basit tanım ve paragrafta bile cümleye “bu sistemde...” şeklinde başlayarak bu sistemin alternatifi olan ve ağıza alındığı anda insanların kafasında olumsuz bir algısı olan sosyalizme bir gönderme var. Bu olumsuz algı; sosyalizmin sanki devletçilik gibi resmedilmesi, sosyalist toplumlardaki her bireyin toplum için değil devlet için, devletin üst kademelerinde yer alan birkaç bürokrat çalıştığı; zenginliğin değil, fakirliğin paylaşıldığı bir sistem olduğu algısıdır. Halbuki sosyalizmde devlet ve sınıflar yoktur. Ve dahası bu ütopik bir söylem de değildir. Akıl sağlığı yerinde olan her insana anlatıldığında kolayca kavrayabileceği kadar mantıklı ve bir o kadarda bilimseldir. Önce Bilimsel Sosyalizm’in kurucusu olan Karl Marx’ı bu vesile ile bir kez daha saygıyla analım, sonra ise en az kapitalistler kadar sosyalizmin itibarını zihinlerde yerle bir eden Stalin ve şürekasını her fırsatta teşhir edelim.
Kapitalizmin acımasızlığını gözler önüne sürmek için konuyu fazla uzatmadan hemen somut iki örnek vermek istiyorum;  
Dünya sağlık örgütünün yaptığı dünyada ölüm nedenleri araştırmalarında kalp ve damar hastalıkları, enfeksiyöz ve parazit hastalıklar, iskemik kalp hastalığı, kanser, solunum yolları enfeksiyonu, koah, sindirim sistemi hastalıkları, tüberkülöz, akciğer kanser vs. şeklinde uzatılabilecek hastalıklar dünyada ölüme sebep veren hastalıklar sıralamasında başı çekiyor. (Bkz. http://www.who.int/gho/publications/world_health_statistics/en/index.html )
Sanırım bu hastalıklara yol açabilecek şeyin ne olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz: Sigara. Dünyada her yıl ortalama 5 milyon kişi sigaradan dolayı hayatını kaybediyor.
Peki, insanları kendisine bağımlı hale getiren, yavaş yavaş ve acılı bir şekilde ölümlerine neden olan sigarayı içmek neden serbest? Çünkü kapitalizm toplumsal çıkarlara bakmaz. Toplumun refahı, sağlığı, iyiliği için mücadele etmez. En büyük amacı kâr elde etmektir ki, yılda yaklaşık 200 milyar dolarlık paranın döndüğü (Bkz. http://sigara.uzerine.com/index.jsp?objid=56 ) sigara endüstrisini göz önüne alacak olursanız insan sağlığına zararlı diyerek sigara üretiminden vazgeçmenin imkansız olduğunu, yasaklamayı denemenin bile 3. Dünya Savaşı’na sebebiyet verecek kadar kritik bir konu olduğunu görebilirsiniz.
Vereceğim ikinci örnekte ise bizzat yaşadığım bir olayı paylaşmak istiyorum;
Kapitalizmin varlığı ve en büyük sömürü araçlarından biri olan bankaların kelimenin tam anlamıyla “alçakça” uygulamalarına neredeyse ve maalesef hepimiz artık alıştık. Bütün hayatımız boyunca çalışıp en iyi ihtimalle ve ancak geçinebilecek kadar (çoğunlukla ondan da az) kazandığımız parayı en temel insani ihtiyaçlarımızı karşılamak için kullanırken bir yolla bankalara hepimiz bulaşıyoruz.
Bundan 4-5 ay evvel iş değiştirdim ve dolayısıyla çalıştığım şirketin maaşımı yatırdığı bankada bulunan hesabımı kapatarak yeni işe girdiğim şirketin çalıştığı bankadan kendime yeni bir banka hesabı açtırdım. Zaten yeni hesabı açtırmamla birlikte yeni bankam hiç bana sormayarak kapıma kadar yepyeni bir kredi kartını yolladı. Kenarda köşede biriktirdiğim üç kuruşluk parayı bankaya aylık faize verdim. Getirisi pek bir şey değil aslında, ama amaç zaten üç kuruş parayı faizle katlamak değil, parayı bir yere bağlayarak en azından harcamamı engellemekti. Hemen ikinci ayda banka bana sormadan % 10,5 olan faiz oranını bir anda % 6, 5’a indirdi. Ben de bu durumu 2 ay sonra fark ettim. Bankaya borçlu olan taraf ben olduğumda benden fazla fazla faiz almak için her yolu deneyen banka, faizi veren kendisi olunca oyunun kurallarını da kafasına göre değiştiriyor.
Sanırım bu 4-5 aylık süre içerisinde hiç yoksa haftada 2-3 defa arayıp 5-6 defa mesaj atıyorlar. Çeşitli ürün ve hizmetler, ev kredisi, nakit ihtiyacına yönelik bir takım kampanyalar sürekli, televizyondan, radyodan, internetten, cep telefonumdan, kısacası gözümü çevirdiğim her bir yerde karşıma çıkıyor. Amaç belli: Ben bir şekilde bankaya borçlanacağım ve onlar da bu borcu benden faiziyle birlikte çatır çatır alacaklar.
Genelde bankadan beni arayıp herhangi bir şey satmaya çalıştıklarında “hayır ilgilenmiyorum” diyerek kapatmaya çalışıyorum. Ancak Call Center’da yetiştirilen “beyaz yakanın dibi” diye tabir edebileceğimiz işçiler işini öyle güzel yapıyor ki, bazen siz ne olduğunu anlayamadan o size bir şeyleri çoktan “kakalamış” oluyor. Kapitalizm özgürlüklerin sistemi ya, kanunlar da ona göre dizayn edilmiş! Sizi kafalarına göre istedikleri saatte arama, mesaj atma hakkına sahipler.
3 gün önce yine bu işçilerden biri aradı ve ben “şu an müsait değilim” dediğimde “sizi ne zaman arayalım?” sorusu geldi. Ben de o an ne diyeceğimi bilemeden “bilmem… 19.00’dan sonra” diyerek telefonu kapattım. Sonrası gerçekten trajikomik oldu. Bu konuşmayı çoktan unutmuş bir şekilde Kartal’daki derneğimize geldim ve saat tam 19.01’de bilin bakalım ne oldu? Tabii ki telefonum çaldı. Ben de meşgule aldım ve bir daha aramayacaklarını düşündüm. Kurdukları sistem gerçekten kusursuz. Beni o gece bir daha hiç aramadılar. Ertesi gün saat 10.00’da tekrar aynı numara aradı ve ben yine meşgule aldım. Sonra akşam saat 19.00’a kadar her saat başı aramaya devam ettiler. Her seferinde meşgule alıyorum ve bir daha aramamalarını diliyorum, ama onlar ısrarla aramaya devam ediyorlar. En sonunda pes ederek bugün saat 11.01 aramasında telefonumu açtım:
“Merhaba ... ile mi görüşüyorum?”
“Evet benim”
“Merhaba ... bey. Size bankamızın bir hizmetinden bahsetmek istiyorum, iki dakikanız var mıdır acaba?”
(“İlgilenmiyorum” demek istiyorum, ama karşımda verilen işi kendisinin de istemeyerek yaptığı bildiğim bir sınıf kardeşim varken ona “hayır” demekte zorlanıyorum!)
“Hımm.. Peki, dinliyorum”
“Öncelikle size bir iki soru sormak istiyorum”
(hoppala bu da nereden çıktı!)
“Buyurun sorun.”
“Şu anda çalıştığınız yerde son üç aydır bordrolu musunuz?”
“Evet”
“Peki kaç yıldır çalışmaktasınız?”
“Bu şirkette mi?”
“Hayır efendim. Bordrolu olarak kaç yıldır çalışmaktasınız?”
“Yaklaşık 10 yıl.”
“Peki son bir yıl içerisinde ciddi bir hastalık geçirdiniz mi?”
“Hayır!”
(Banka artık kendini garantiye aldı. İstikrarlı olarak çalışan ve işten kovulma olasılığı düşük bir profilim ben!)
“Öyleyse efendim, bankamızın siz ayrıcalıklı müşterileri için yepyeni bir hizmeti var: İşsizlik sigortası! Her ay kredi kartı ekstrenizin yalnızca % 1’i kadar bir bedel tahsil ederek, işvereninizin sizi işten çıkarması durumunda işten çıkış tarihinden sonraki ilk ekstrenizin 10 bin TL’ye kadar olan kısmını biz ödüyoruz.”
“Peki ya ben işte çıkarsam?”
“Efendim o zaman maalesef bu sigortadan yararlanamazsınız.”
“Öyleyse ilgilenmiyorum. Teşekkür ederim.”
“Ama efendim, bildiğiniz gibi işsizlik çağımızın en büyük sorunlarından biri, ülkemizden işsizlik oranı % 15,7 ve bildiğiniz gibi kıdem tazminatı da artık alamayacağınız için patronunuzun sizi işten çıkarması çok daha kolay olacak.”
“Kıdem tazminatı kaldırılmadı. Biz bunun için mücadele ettik!”
(Artık sinirlenmiştim.)
“Evet efendim tepkiler üzerine henüz kaldırılmadı, ama tekrar gündeme gelecektir”
“İlgilenmiyorum, teşekkür ederim.”
“Ama efendim, bildiğini...”
“İlgilenmiyorum dedim. İyi günler”
“Efendim bankamız database’inde kayıtlı e-mail adresinizi güncellemek ister miydiniz?”
“..!!!”
Bu telefon konuşması gerçekten de inanılır gibi değil. Bu call center “eleman”ına ezberletilen “kıdem tazminatı kaldırıldı. Ve artık patronunuz sizi çok daha rahat bir şekilde işten atabilecek, gelin kendinizi güvenceye alın ve sigorta yaptırın” argümanı, yani bizim bir yıl boyunca semt semt, sokak sokak, meydan meydan dolaşarak, masalar açıp, imzalar toplayarak, paneller düzenleyerek kendimizi adeta ortadan ikiye yırtarak yana yakıla anlatmaya çalıştığımız argümanın neredeyse birebir aynısıydı. Ve burjuvazi bu argümanı bile kendine yeni bir kâr kapısı aralamak için kullanmaktan çekinmiyordu.
Size verdiğim bu iki örneğin kapitalizmin ne olduğu ve ne yapmaya çalıştığı hakkında aydınlatıcı olduğunu düşünüyorum. Bu ve buna benzer örnekler sonsuz sayıda çoğaltılabilir. Kapitalizmin yıkılması gerektiğine inanan herkesi; bu yazıyı okuyan herkesi, derneğimize davet ediyorum. Gelin bu korkunç düzeni nasıl değiştirebileceğimize birlikte karar verelim. Kafa patlatalım!
Bir beyaz yakalı İMD’liden

20 Eylül 2012 Perşembe

Direnişçi İşçiler Birleşti, Her Cumartesi Taksim'deler!


Direnişte olan BEDAŞ, HEY Tekstil, Roseteks, Darkmen işçileri, Kiğılı ve Cansel Malatyalı'nın direnişleriyle birleştirerek mücadelelerini büyütmek amacıyla 15 Eylül Cumartesi günü ortak basın açıklaması düzenlediler.

Biz de İMD olarak bu ortak basın açıklamasına destek vermek amacıyla Taksim'deydik. Emekçilerin onurlu yürüyüşüne BEDAŞ kortejinden katıldık. Taksim tramvay durağından başlayan yürüyüş Galatasaray Lisesi önünde basın açıklaması ile son buldu. 
Bu hafta dördüncüsü yapılan ortak eylemler, her Cumartesi akşamı 7’de Taksim’de olacak. İMD olarak yine yanlarında olacağız. İşçi sınıfının yanında olan herkesi de eyleme katılmaya çağırıyoruz.
Yaşasın sınıf dayanışması!
Direnen işçiler yenilmezler!