İnsanların toplumsal çıkarlarını
tamamen görmezden gelerek üretim araçlarının özel mülkiyet tarafından idare edildiği
ve bu idarenin ana gayesinin kâr elde etmek, pazar payını genişletmek ve yeni
alanlara nüfuz etmek olduğu sisteme kapitalizm diyoruz.
Basitçe tanımlamaya kalkıştığımızda
bile bu sistemin ne kadar insanlık dışı, ne kadar anti-demoktarik, ne kadar gerici
ve ne kadar acımasız bir sistem olduğunu hemen gözlemleyebiliriz.
Google’a “kapitalizm” yazdığınız zaman wikipedia’da ilk karşınıza çıkan
cümle şudur:
Kapitalizm ya da Anamalcılık, özel mülkiyetin, üretim araçlarının ağırlıklı bir bölümüne sahip
olduğu ve işlettiği; yatırım, dağılım, gelir, üretim,
mal ve hizmet fiyatlarını piyasa ekonomisinin belirlediği
sosyal ve ekonomik sistemdir. Bu sistemde
genellikle bireylerin ya da grupların oluşturduğu tüzel kişiliklerin ya da şirketlerin emek, yer, üretim aracı ve para (bkz: finans ve kredi) ticareti
yapabilmeye hakkı vardır.
Paragrafın her bir kelimesi üzerine
saatlerce tartışabiliriz, ancak ben özellikle son cümleye dikkat çekmek
istiyorum. “Bu sistemde genellikle bireylerin ya da grupların oluşturduğu tüzel kişiliklerin ya da şirketlerin emek, yer, üretim aracı ve para (bkz: finans ve kredi) ticareti
yapabilmeye hakkı vardır.” Sanki sistem bir özgürlükler sistemiymiş gibi! Sanki isteyen her
bir birey kafasına göre üretim araçlarına sahip olabilecek, ne üreteceğine
karar verebilecekmiş gibi! Aslında bu basit tanım ve paragrafta bile cümleye
“bu sistemde...” şeklinde başlayarak bu sistemin alternatifi olan ve ağıza
alındığı anda insanların kafasında olumsuz bir algısı olan sosyalizme bir
gönderme var. Bu olumsuz algı; sosyalizmin sanki devletçilik gibi resmedilmesi,
sosyalist toplumlardaki her bireyin toplum için değil devlet için, devletin üst
kademelerinde yer alan birkaç bürokrat çalıştığı; zenginliğin değil, fakirliğin
paylaşıldığı bir sistem olduğu algısıdır. Halbuki sosyalizmde devlet ve
sınıflar yoktur. Ve dahası bu ütopik bir söylem de değildir. Akıl sağlığı
yerinde olan her insana anlatıldığında kolayca kavrayabileceği kadar mantıklı
ve bir o kadarda bilimseldir. Önce Bilimsel Sosyalizm’in kurucusu olan Karl
Marx’ı bu vesile ile bir kez daha saygıyla analım, sonra ise en az
kapitalistler kadar sosyalizmin itibarını zihinlerde yerle bir eden Stalin ve
şürekasını her fırsatta teşhir edelim.
Kapitalizmin acımasızlığını gözler
önüne sürmek için konuyu fazla uzatmadan hemen somut iki örnek vermek
istiyorum;
Dünya sağlık örgütünün yaptığı
dünyada ölüm nedenleri araştırmalarında kalp ve damar hastalıkları, enfeksiyöz
ve parazit hastalıklar, iskemik kalp hastalığı, kanser, solunum yolları
enfeksiyonu, koah, sindirim sistemi hastalıkları, tüberkülöz, akciğer kanser
vs. şeklinde uzatılabilecek hastalıklar dünyada ölüme sebep veren hastalıklar
sıralamasında başı çekiyor. (Bkz. http://www.who.int/gho/publications/world_health_statistics/en/index.html )
Sanırım bu hastalıklara yol
açabilecek şeyin ne olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz: Sigara. Dünyada her yıl
ortalama 5 milyon kişi sigaradan dolayı hayatını kaybediyor.
Peki, insanları kendisine bağımlı
hale getiren, yavaş yavaş ve acılı bir şekilde ölümlerine neden olan sigarayı
içmek neden serbest? Çünkü kapitalizm toplumsal çıkarlara bakmaz. Toplumun
refahı, sağlığı, iyiliği için mücadele etmez. En büyük amacı kâr elde etmektir
ki, yılda yaklaşık 200 milyar dolarlık paranın döndüğü (Bkz. http://sigara.uzerine.com/index.jsp?objid=56 ) sigara
endüstrisini göz önüne alacak olursanız insan sağlığına zararlı diyerek sigara
üretiminden vazgeçmenin imkansız olduğunu, yasaklamayı denemenin bile 3. Dünya
Savaşı’na sebebiyet verecek kadar kritik bir konu olduğunu görebilirsiniz.
Vereceğim ikinci örnekte ise bizzat
yaşadığım bir olayı paylaşmak istiyorum;
Kapitalizmin varlığı ve en büyük
sömürü araçlarından biri olan bankaların kelimenin tam anlamıyla “alçakça”
uygulamalarına neredeyse ve maalesef hepimiz artık alıştık. Bütün hayatımız
boyunca çalışıp en iyi ihtimalle ve ancak geçinebilecek kadar (çoğunlukla ondan
da az) kazandığımız parayı en temel insani ihtiyaçlarımızı karşılamak için
kullanırken bir yolla bankalara hepimiz bulaşıyoruz.
Bundan 4-5 ay evvel iş değiştirdim
ve dolayısıyla çalıştığım şirketin maaşımı yatırdığı bankada bulunan hesabımı
kapatarak yeni işe girdiğim şirketin çalıştığı bankadan kendime yeni bir banka
hesabı açtırdım. Zaten yeni hesabı açtırmamla birlikte yeni bankam hiç bana
sormayarak kapıma kadar yepyeni bir kredi kartını yolladı. Kenarda köşede
biriktirdiğim üç kuruşluk parayı bankaya aylık faize verdim. Getirisi pek bir
şey değil aslında, ama amaç zaten üç kuruş parayı faizle katlamak değil, parayı
bir yere bağlayarak en azından harcamamı engellemekti. Hemen ikinci ayda banka
bana sormadan % 10,5 olan faiz oranını bir anda % 6, 5’a indirdi. Ben de bu
durumu 2 ay sonra fark ettim. Bankaya borçlu olan taraf ben olduğumda benden
fazla fazla faiz almak için her yolu deneyen banka, faizi veren kendisi olunca
oyunun kurallarını da kafasına göre değiştiriyor.
Sanırım bu 4-5 aylık süre içerisinde
hiç yoksa haftada 2-3 defa arayıp 5-6 defa mesaj atıyorlar. Çeşitli ürün ve
hizmetler, ev kredisi, nakit ihtiyacına yönelik bir takım kampanyalar sürekli,
televizyondan, radyodan, internetten, cep telefonumdan, kısacası gözümü
çevirdiğim her bir yerde karşıma çıkıyor. Amaç belli: Ben bir şekilde bankaya
borçlanacağım ve onlar da bu borcu benden faiziyle birlikte çatır çatır
alacaklar.
Genelde bankadan beni arayıp
herhangi bir şey satmaya çalıştıklarında “hayır ilgilenmiyorum” diyerek
kapatmaya çalışıyorum. Ancak Call Center’da yetiştirilen “beyaz yakanın dibi”
diye tabir edebileceğimiz işçiler işini öyle güzel yapıyor ki, bazen siz
ne olduğunu anlayamadan o size bir şeyleri çoktan “kakalamış” oluyor.
Kapitalizm özgürlüklerin sistemi ya, kanunlar da ona göre dizayn edilmiş! Sizi
kafalarına göre istedikleri saatte arama, mesaj atma hakkına sahipler.
3 gün önce yine bu işçilerden biri
aradı ve ben “şu an müsait değilim” dediğimde “sizi ne zaman arayalım?” sorusu
geldi. Ben de o an ne diyeceğimi bilemeden “bilmem… 19.00’dan sonra” diyerek
telefonu kapattım. Sonrası gerçekten trajikomik oldu. Bu konuşmayı çoktan unutmuş
bir şekilde Kartal’daki derneğimize geldim ve saat tam 19.01’de bilin bakalım
ne oldu? Tabii ki telefonum çaldı. Ben de meşgule aldım ve bir daha
aramayacaklarını düşündüm. Kurdukları sistem gerçekten kusursuz. Beni o gece
bir daha hiç aramadılar. Ertesi gün saat 10.00’da tekrar aynı numara aradı ve
ben yine meşgule aldım. Sonra akşam saat 19.00’a kadar her saat başı aramaya
devam ettiler. Her seferinde meşgule alıyorum ve bir daha aramamalarını
diliyorum, ama onlar ısrarla aramaya devam ediyorlar. En sonunda pes ederek
bugün saat 11.01 aramasında telefonumu açtım:
“Merhaba ... ile mi görüşüyorum?”
“Evet benim”
“Merhaba ... bey. Size bankamızın
bir hizmetinden bahsetmek istiyorum, iki dakikanız var mıdır acaba?”
(“İlgilenmiyorum” demek istiyorum,
ama karşımda verilen işi kendisinin de istemeyerek yaptığı bildiğim bir sınıf
kardeşim varken ona “hayır” demekte zorlanıyorum!)
“Hımm.. Peki, dinliyorum”
“Öncelikle size bir iki soru sormak
istiyorum”
(hoppala bu da nereden çıktı!)
“Buyurun sorun.”
“Şu anda çalıştığınız yerde son üç
aydır bordrolu musunuz?”
“Evet”
“Peki kaç yıldır çalışmaktasınız?”
“Bu şirkette mi?”
“Hayır efendim. Bordrolu olarak kaç
yıldır çalışmaktasınız?”
“Yaklaşık 10 yıl.”
“Peki son bir yıl içerisinde ciddi
bir hastalık geçirdiniz mi?”
“Hayır!”
(Banka artık kendini garantiye aldı.
İstikrarlı olarak çalışan ve işten kovulma olasılığı düşük bir profilim ben!)
“Öyleyse efendim, bankamızın siz
ayrıcalıklı müşterileri için yepyeni bir hizmeti var: İşsizlik sigortası! Her
ay kredi kartı ekstrenizin yalnızca % 1’i kadar bir bedel tahsil ederek,
işvereninizin sizi işten çıkarması durumunda işten çıkış tarihinden sonraki ilk
ekstrenizin 10 bin TL’ye kadar olan kısmını biz ödüyoruz.”
“Peki ya ben işte çıkarsam?”
“Efendim o zaman maalesef bu
sigortadan yararlanamazsınız.”
“Öyleyse ilgilenmiyorum. Teşekkür
ederim.”
“Ama efendim, bildiğiniz gibi
işsizlik çağımızın en büyük sorunlarından biri, ülkemizden işsizlik oranı %
15,7 ve bildiğiniz gibi kıdem tazminatı da artık alamayacağınız için
patronunuzun sizi işten çıkarması çok daha kolay olacak.”
“Kıdem tazminatı kaldırılmadı. Biz
bunun için mücadele ettik!”
(Artık sinirlenmiştim.)
“Evet efendim tepkiler üzerine henüz
kaldırılmadı, ama tekrar gündeme gelecektir”
“İlgilenmiyorum, teşekkür ederim.”
“Ama efendim, bildiğini...”
“İlgilenmiyorum dedim. İyi günler”
“Efendim bankamız database’inde
kayıtlı e-mail adresinizi güncellemek ister miydiniz?”
“..!!!”
Bu telefon konuşması gerçekten de
inanılır gibi değil. Bu call center “eleman”ına ezberletilen “kıdem tazminatı
kaldırıldı. Ve artık patronunuz sizi çok daha rahat bir şekilde işten
atabilecek, gelin kendinizi güvenceye alın ve sigorta yaptırın” argümanı, yani
bizim bir yıl boyunca semt semt, sokak sokak, meydan meydan dolaşarak, masalar
açıp, imzalar toplayarak, paneller düzenleyerek kendimizi adeta ortadan ikiye
yırtarak yana yakıla anlatmaya çalıştığımız argümanın neredeyse birebir
aynısıydı. Ve burjuvazi bu argümanı bile kendine yeni bir kâr kapısı aralamak
için kullanmaktan çekinmiyordu.
Size verdiğim bu iki örneğin
kapitalizmin ne olduğu ve ne yapmaya çalıştığı hakkında aydınlatıcı olduğunu
düşünüyorum. Bu ve buna benzer örnekler sonsuz sayıda çoğaltılabilir.
Kapitalizmin yıkılması gerektiğine inanan herkesi; bu yazıyı okuyan herkesi,
derneğimize davet ediyorum. Gelin bu korkunç düzeni nasıl değiştirebileceğimize
birlikte karar verelim. Kafa patlatalım!
Bir beyaz
yakalı İMD’liden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder