29 Ekim 2012 Pazartesi

İşçi Sınıfı İçin Cumhuriyet Ne İfade Eder?



Cumhuriyet denilen rejimi padişahlıkla ya da krallıkla karşı karşıya getirerek, cumhuriyetin mutlak üstünlüğünden bahsetmek yanlıştır; Marksistler cumhuriyetin tercih edilir olduğunu, dahası burjuvazi için de en iyi yönetim biçimi olduğunu söylerken, burjuvazi gibi “cumhuriyet halkın kendi kendini yönetmesidir” yanılsamasından hareket etmezler. Cumhuriyet tercihi çok daha somut bir içeriğe sahiptir: Marksistler cumhuriyet derken, geçmişten bu yana, genel olarak burjuva demokrasisini, yani burjuvaziyi devirmek için (ve devirene kadar) daha uygun koşulları kastetmişlerdir.
Fakat özellikle de Türkiye’de Stalinizmin Kemalizmle olan göbek bağı nedeniyle, cumhuriyet yönetimine haddinden fazla olumlu vurgu yapılmış ve aslında çok da dolaylı denemeyecek bir şekilde TC devletine güven aşılanmıştır. Bunu özellikle de son dönemde AKP’nin anti-demokratik saldırıları bağlamında cumhuriyetin (burjuva cumhuriyetin) korunması ya da CHP tabanına sağdan oynayarak “sosyalist cumhuriyet” talebinin öne çıkarılması örneklerinde gördük. Oysa Marksistler için rejimin adı değil, mücadele açısından pratik değeri önemlidir.
Bu şekilde bakıldığında, son yüzyılın pratik deneyimleri de göstermiştir ki, böyle bir rejim, yani demokratik işleyiş monarşi yönetiminde de kurulabilir. Proletarya için vazgeçilmez olan ne idüğü belirsiz cumhuriyet değil, demokratik haklar ve genel olarak demokratik işleyiştir.
Nitekim Lenin bu gerçeğin pratik düzlemde henüz her yönüyle görülmediği 1918 yılında, bu hususa yukarıdaki alıntıyla sınırlı olmayan, daha genel teorik düzeyde de dikkat çekmişti. Şöyle diyordu Lenin:


Burjuva devletinin tipik özelliklerini taşımayan monarşiler (sözgelimi herhangi bir askeri kliği olmayan monarşiler) olduğu gibi, bu açıdan gayet tipik özellikler taşıyan cumhuriyetler (sözgelimi bir askeri kliği ve bir bürokrasisi olan cumhuriyetler) de vardır. Bu herkesçe bilinen tarihi ve siyasi bir gerçektir. 


Herkesçe bilindiği doğru olmasa da, bir gerçek olduğu kesindir! Burada yalnızca İngiliz monarşisinin burjuva sınırlar içinde Türkiye cumhuriyetine üstünlüğünü düşünmek yeterli olacaktır.
Kaynak: Militan

Açlık Grevinin 46. Gününde Kadıköy’deydik




Açlık grevleri sürüyor ve bu eylemin sesini duyurabilmek adına Cumartesi günü Kadıköy’de de bir eylem yapıldı. Cezaevleri İzleme Koordinasyonu’nun düzenlediği destek eyleminde hükümete cezaevlerinde süren açlık grevlerinin ölümler yaşanmadan ve kalıcı sakatlanmalar oluşmadan bitirilmesi için talepler dikkate alınarak çözüm bulunması çağrısı yapıldı

Koordinasyon yürüyüşü Kadıköy Altıyol’dan İskele Meydanı’na kadar yapmayı planlıyordu, fakat polisin tüm yolları kapatması üzerine Boğa Heykeli’nde bir araya gelen 1.000’i aşkın kişi “Cezaevlerinde ölüm değil, çözüm” pankartı arkasında bir saat boyunca trafiği kapatarak oturma eylemi yaptı.
58 cezaevinde 680 tutuklu ve hükümlünün ’Abdullah Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının yaratılması, anadilde savunma ve eğitim hakkının tanınması” talebiyle başlattığı açlık grevi 12 Eylül 2012’den bu yana 46 gündür sürüyor.
KESK Dönem Sözcüsü Gıyasettin Yiğit’in okuduğu Cezaevleri İzleme Koordinasyonu açıklamasında Adalet Bakanlığı’ndan Tabip Odaları’nın ve insan hakları savunucularının açlık grevi yapılan cezaevlerine girmeleri için izin vermesi istendi, açlık grevi yapanların tecrit edildiklerine, hekim kontrolü altında olmadıklarına dikkat çekildi. Cezaevlerini ziyarete giden avukatlardan aktarılan bilgilere göre cezaevlerinde psikolojik ve fiziksel baskı uygulamaları görüldüğü, B1 vitamininin içeri alınmadığı, bayram süresince cezaevi hekimlerinin izine ayrıldığı ve Türk Tabipleri Birliği’nin tutukluları yakın takibe alma taleplerinin reddedildiğini duyurdu.
‘‘Cezaevi yönetimleri açlık grevcilerini yalnızlaştırma ve tecrit altında tutma uygulamalarına son vermeli, ivedi olarak sağlıklı içme suyu, tuz, şeker ve yaşamsal önemi olan B1 vitaminini mutlaka temin etmeli ve isteyen grevcilere ulaştırmalıdır.’’

 Eylemin ardından HDK Milletvekili Sebahat Tuncel konuştu. Eylem, “Tecridi kaldırın ölümleri durdurun”, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek, katil devlet hesap verecek”, “Yasasın halkların kardeşliği”, “Siyasi tutsaklar onurumuzdur”,  “Önümüze değil ölümlere barikat”  ”İçerde dışarda hücreleri parçala” sloganları ile son buldu. Biz de İMD olarak bu eylemde yerimizi aldık.

22 Ekim 2012 Pazartesi

Neden Ayrı Bir “-izm” Olarak Troçkizm?



Her gün bir teori: Neden ayrı bir “-izm” olarak Troçkizm?

Troçkizmi anlamak ve Stalinist çarpıtmalardan kurtulmak için en iyi panzehir Marx, Engels ve Lenin’e dönmek, Troçki’nin yazdıklarını ve yaptıklarını bu üç büyük önderle ilişkisi içinde değerlendirmektir.
O halde, neden ayrı bir “-izm” olarak Troçkizm? Troçki de tüm ömrü boyunca, Troçkizm diye bir şey olmadığını söylememiş midir? Troçki, Stalinistlerin uydurduğu, Leninizmden ayrı (ve ona düşman) bir ideoloji anlamında Troçkizm olmadığını söylemiştir. Stalinizme karşı mücadelenin ya da enternasyonalizm, dünya devrimi, sürekli devrim vb. görüşlerin ayrı biz “-izm” oluşturmayacağı doğrudur. Fakat bize göre Troçkizm, Stalinizme karşı mücadeleden ya da enternasyonalizm, dünya devrimi, sürekli devrim vb. görüşlerden ibaret değildir. Bunlar elbette olmazsa olmazdır. Fakat Troçkizm bundan daha fazlasıdır. Troçki Marksizmin kurucularının önlerine koydukları görevi bir adım ileri taşıyan Lenin’in yoldaşı ve öğrencisidir. Nasıl Lenin devrimci Marksizmi hayata geçirmişse, Troçki de Leninizmi (dolayısıyla Marksizm ve Leninizmi) hayata geçirmiş ve bunu Stalinizme karşı mücadele bağlamında gerçekleştirmiştir. Troçkizm Lenin’in 1902′de Ne Yapmalı?’yla ilk adımlarını attığı temel sorunun çözümündeki gelinen son noktadır. Bu soru şudur: Yapısı gereği azınlığı oluşturan komünistler oportünizme kaymadan ve kitlelerin geçmek zorunda olduğu mücadele aşamalarını atlamadan işçi ve emekçilerin çoğunluğunu kendi görüşlerine nasıl çekerler? Bolşevik-Leninistler açısından Troçkizm bu soruya verilen en kapsamlı yanıttır ve bu yanıtları her şeyden önce Troçki’nin 1930′lardaki yazılarında bulabiliriz.


Kaynak: Militan

9 Ekim 2012 Salı

Trakya Tıp’ta TÖK Odası İçin Eylem



Trakya Üniversitesi öğrencileri olarak fakültemiz içinde bulunan TÖK (Tıp Öğrenci Kolu) odasının yeni rektörlük tarafından bilgisayar odasına çevrilmesini ve panomuzun sökülmesini 5 Ekim Cuma günü basın açıklaması; ardından alkışlar, sloganlar eşliğinde gerçekleştirdiğimiz yürüyüş ve dekanlık önündeki oturma eylemimizle protesto ettik. 


Odamız Eylül ayında boşaltılmış, TÖK panosu sökülmüş, odaya iki bilgisayar konulup artık bilgisayar odası olarak kullanılacağı söylenmişti. Trakya Üniversitesi Balkan Yerleşkesi’nde fazladan iki bilgisayara daha ihtiyaç yok, kütüphanemizde bir bilgisayar odamız zaten var. Haliyle bilgisayarların odayı TÖK’ten almak için, odanın alınmasının da TÖK’ü susturmak için bir bahane olduğuna ilişkin şüphelerimiz oluştu.
Mücadelemize dilekçe hazırlayıp öğrencilerden imza toplayarak başladık. 220 imza topladık. Bu süreçte rektörlükle görüşmeye çalıştık. Bir sonuç alamayınca basın açıklaması ve yürüyüşle 220 dilekçeyi dekanlığa teslim etmeye karar verdik. Cuma günü fakülte önünde toplandık. Basın açıklamasının ardından “Tıp Öğrenci Kolu susturulamaz”, “Hak verilmez alınır, zafer sokakta kazanılır”, “Yaşasın öğrenci dayanışması”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganları eşliğinde Tıp Fakültesi Dekanlığı’na yürüdük.
Dekanlık önünde yaklaşık 1 saat eylemimizi sürdürdükten sonra 220 dilekçeyi teslim etmek üzere Öğrenci İşleri’ne girmek istedik. Ancak, kapıda güvenlik görevlileri etten duvar örmüştü ve bize içeri ancak tek tek girebileceğimizi söylediler. Bu esnada çoğu arkadaşımız dersi olduğundan ayrılmıştı ve sayıca neredeyse güvenlikler kadar kalmıştık. Buna rağmen hep birlikte girmemizi istememeleri bizden ne kadar korktuklarının, gücümüzün büyüklüğünün bir göstergesiydi aslında. Bizi kendi öğrenci işlerimize almamaya hakları olmadığını söyledik. İşin daha da ilginç yanı kendi öğrenci işlerimize biz alınmıyorduk, ama içerde bir sivil polis vardı!
Bir arkadaşımız girip dekan yardımcısıyla görüştü ve neticede hep birlikte girip dilekçelerimizi teslim ettik. Dekan yardımcısına okulda nasıl sivil polisin olabileceğini sorduğumuzda bundan haberi olmadığını, güvenlik görevlilerinin bizim gözümüzü korkutmak için çağırmış olabileceğini iddia etti. Görevinin daha başında odamıza el koyan ve kullanmaya çalıştığımız diyalog yolunu da elinin tersiyle iten rektörlük, söz bitip sıra eyleme geldiğinde de bizi engellemek için elinden geleni yapacağının sinyallerini böylece vermiş oldu. Ancak:
BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ, ODAMIZI GERİ İSTİYORUZ!
Edirne'den İMD'li Tıp Öğrencileri