28 Şubat 2012 Salı

28 Şubat ve AKP

AKP’nin 28 Şubat’ın ürünü olduğunu söylemek, AKP’nin 28 Şubat’ı yaptırdığı ve ardından mağdur rolünü oynayarak iktidara yürüdüğünü söylemek değildir. Ama bu örtülü darbenin en çok AKP’nin işine yaradığı ve Kemalist-darbeci zihniyete duyulan tepkiyi Milli Görüş geleneğinden daha iyi suiistimal ettiği bir gerçektir.
2000′e yaklaşırken Türkiye’deki AB’ci mali sermaye henüz kararını vermemişti. Erdoğan henüz akıllarda yoktu ya da daha doğru bir tabirle birçok seçenekten yalnızca biriydi. AKP’ye varmadan önce sol seçenekler de düşünüldü. AKP projesi tüm bunlardan sonra yürürlüğe konuldu.
İki kartı da cebinde hazır bulunduran burjuvazi tüm bunlar olup biterken, “hapis yatıp çıkmış” Erdoğan’ın şahsında sağcı politikacı profiline uygun bir “mazlum-kahraman” yaratmıştı bile. Sol alternatif olmayınca, başını TÜSİAD’ın çektiği ve içinde 1980 sonrasında önemli sermaye biriktirmiş, dış piyasalarla içli dışlı olan “İslâmcı” sermayedarların da olduğu AB yanlısı burjuvazi, kendi sınıfsal programını uygulayacak temsilcilerini İslâmcı hareketteki “revizyonistler”den seçti. Büyük bir medya harekâtıyla güçlü bir parti adeta yoktan var edildi. Siyasal yelpazenin her kıvrımından birileri yeni çatının altında toplandı, çıkarları AB ile bütünleşmekten yana olan ya da böyle düşünen aydınların desteği alındı, yüzü doğuya dönük AKP’lilere kılık kıyafetlerine, saçlarına başlarına dikkat etmeleri söylendi ve siyaset sahnesindeki her türlü kötülüğün panzehiri olarak AKP vücut buldu.

Haftasonu Dört Bir Yerde Kıdem Tazminatı Çalışması!

İMD olarak Cumartesi günü Taksim ve Gebze’de, Pazar günü ise Kadıköy’de önce miting esnasında kortejleri gezerek, miting sonrası ise iki farklı yerde masa açarak bildirilerimizi dağıtıp 18 Mart’taki panelimize çağrı yaptık.



Ayrıca miting sonrasında Gebze ve Tuzla’da da bildiri dağıttık.

Kadıköy’deki çalışmamız sırasında İMD tiyatro ekibinden yoldaşlarımız doğaçlama sahneler de sergilediler.



  
Gebze'de ise tren istasyonunun çıkışına açtığımız kıdem tazminatı masasına yoğun ilgi vardı. Karşılaştığımız insanların geneli işçi veya işçi eşiydi. Hatta Sinter metal direnişini bilen bir işçiyle karşılaşıp ona Sinter'deki son durumu anlattık. Bir sürü destek imzası, toplantıya gelme sözü ve gülen yüzlerimizle oradan ayrıldık. Son olarak trende giderken de kıdem bildirilerimizi dağıtmayı ihmal etmedik. 

27 Şubat 2012 Pazartesi

Edirne’de Temizlik İşçileri İş Bıraktılar!

İstanbul’daki Maltepe Belediyesi direnişi ve Hey Tekstil işçilerinin haberlerini okuduktan sonra, “hak arama mücadeleleri sadece büyük şehirlerde oluyor” diye üzülüyordum. Hâlbuki Türkiye’nin her yerinde her gün birçok iş yerinde hak gaspları sürüyor, ama görece küçük şehirlerde çalışanlar, herhalde iş bulmak daha da zor diye düşündüklerinden daha sabırlı oluyorlar. Meğerse küçük şehirlerde de utanıp sıkılmadan hakkını arayan işçi arkadaşlarımız varmış!
Edirne’de 3.500 öğrencinin barındığı bir devlet yurdunda kalıyorum. Dün [geçen hafta] yurdun temizlik işçileri grev yapmışlar. “Yapmışlar” diyorum, çünkü maalesef öğrencilerin tepkisinden çekindikleri için yurtta kalanlara haber etmemişler. Geçen ayın ve bu ayın maaşlarını vermeyen taşeron şirket, grevin hemen ertesi günü öğleden sonra işçilere “tatil” vererek işçilerin paralarını almaları için bankaya gitmelerine izin vermiş. Şirketin grevden hemen sonra parayı bir yerlerden bulabilmesi tesadüf olmasa gerek. Konuştuğum temizlik işçisi heyecanla bunu anlatırken haklarını bilmediklerini, oysaki maaşlar yatırılmadığında, ayın 20’sinden sonra çalışmama haklarının olduğunu söyledi. Hele ki taşeron şirketlerden hakkımız olan parayı alabilmenin çok zor olduğunu düşünürsek, en önemli silahımız olan grevle oldukça hızlı bir şekilde sorunu çözmüşler.
Küçük bir mücadele örneği bu elbette, ama gündelik hayattaki herhangi bir sorunumuzun çözümü bile oldukça uzun zaman alırken, temizlik işçisi sınıf kardeşlerimizin kazanımları oldukça önemli. “Grevlerin, direnişlerin işlevi kalmadı artık” diyerek bizi yıldırmaya çalışanlara bir de Edirne’den selam olsun!

26 Şubat 2012 Pazar

Gebze'de "Kıdem Tazminatımdan Elini Çek" Dedik!

Bu hafta İMD Anadolu yakası olarak Gebze, Maltepe ve Kartal’da kıdem tazminatı gaspına karşı bildiri dağıtıp, imza kampanyası çalışması yaptık. Birçok meslekten sınıf kardeşlerimizle tanışıp kıdem tazminatı yasa tasarısı üzerine konuştuk. Ayrıca 18 Mart'ta yapacağımız panelin duyurusunu yaptık.


Yaptığımız çalışmalara ilgi beklediğimizden çok iyiydi. Konuşmalarımızın sonunda özet olarak çıkan, “Biz işçi sınıfı olarak öncelikle kendi haklarımızı öğrenmeli ve sahip çıkmalıyız” oldu.


Cumartesi gününü ise Gebze’ye ayırdık. Burada da ilgi bir hayli iyiydi. İMD olarak işçilerin yoğun olarak yaşadıkları bir yer olan Gebze’yi özellikle önemsiyoruz ve bu bölgede çalışmalarımızı yoğunlaştıracağız.


Bizler haklarımıza sahip çıkmadığımız sürece karşımızdaki sınıf düşmanı daha da pervasızlaşacak. Unutmayalım % 99'a karşı % 1’lik bir üstünlüğümüz var, yeter ki birlik olalım! 

25 Şubat 2012 Cumartesi

Eski Bir Billur Tuz İşçisinden Çağrı

Merhaba,
Ben İzmir’den eski bir Billur Tuz işçisiyim. 1,5 sene önce Billur Tuz’dan ayrılarak Fırat Holding’e bağlı Çamaltı Tuzlası’nda işbaşı yaptım.
Oradaki durumu kısaca özetlemem gerekirse, sendikal mücadele Billur Tuz’da eskiden kazanılmış. Sonradan, bu kazanılmış hakkın gölgesi altında yan gelip yatılmıştı, ben ve birkaç arkadaş bu konuda yapabileceğimiz bir şey olup olmadığı konusunda kafa yormaya başladık. O zamanki sendika şube başkanları sadece Billur Tuz’a gelip, idarede çay içip gidiyorlardı. Sonradan Evrensel gazetesinden Gürsoy arkadaş ve onun aracılığıyla şimdiki şube başkanı Gürsoy başkanla tanıştık, onlar her konuda bize rehberlik yaptılar ve nihayetinde bu süre zarfında yanımızda olan arkadaşlardan biri işçi temsilcisi seçildi.
İş iyice alevlendi. 15-20 senedir gitgide azalıp sendikalı işçi sayısı 150’den 24’e düşmüşken birden sayı yine üç haneli rakamları yakalamıştı. Bu aşamada ben işten ayrılmak zorunda kaldım, ama işin mimarlarından biri olduğumu işveren çok iyi biliyordu. Bu nedenle ilk girdiğim dönem Şükrü (bey demek istemiyorum) çalıştığım Çamaltı Tuzla işletmesinin müdürü Çağatay beyi arayıp beni neden işe aldığını sormuş, o da ben o işlerle ilgilenmiyorum deyip geçiştirmişti.
Üç hafta önce Billur Tuz’daki direnişe katkı amaçlı arkadaşlarımı ziyaret etmeye gittim ve ertesi gün “şirket küçülmeye gittiği için” işime son verildiği bildirildi. Bu kez İstanbul’dan merkez yönetimi arayarak (Fırat Holding) bir şekilde işten çıkarılmam konusunda onları ikna etmişler.
Ben bunu şahsıma yönelik bir saldırıdan ziyade, sınıfımıza yönelik bir saldırı ve direnen işçileri susturma girişimi olarak görüyorum. Bu yüzden, herkesin bu haksızlığa karşı ses çıkarmasını istiyorum. Bizi böyle susturamazlar!
İzmir’den Eski Bir Billur Tuz İşçisi

24 Şubat 2012 Cuma

Mücadele Yılı Olarak 2012

geride bıraktığımız 2011 yılı bana göre kapitalizmin derin darbeler almaya başladığı bir yıl olmuştur. Gerek “Arap Baharı” diye adlandırılan olaylar, gerek kapitalizmin baştemsilcisi ABD’nin göbeğinde yaşanan “Wall Street’i İşgal Et!” eylemleri ve Avrupa Birliği ülkeleri ekonomilerinin krizlerle/belirsizliklerle ilerlemesi, bu düşüncemin en temel dayanaklarından bazılarıdır.
Aslında geçmişe bakarsak, kapitalizmin krizlerle ilk sınavı değildir bu. Ancak her fırsatta kendini krizden kurtarmayı başarmış bir sistem olarak kapitalizmin en önemli krizlerinden birini 2011’de yaşadık.
Benim tartışmak istediğim asıl konu 2011 yılından ziyade 2012 yılı olacak. Sınıf mücadelesi veren ve kendisini sosyalist, komünist, devrimci vb. sıfatlarla adlandıranları "kapitalizm karşıtları" diye toparlarsak, onlar, 2012 yılının plan ve programını daha bugünden yapmak zorundadır.
Bizler elbette kapitalizme karşı sürekli mücadele içindeyiz. Ancak sürekli o hamle yaptıktan sonra önlem almaya çalıştığımız için o hep bir adım önümüzde oluyor. Bu durumu değiştirmemiz gerekiyor. Bunun için planlı ve bilinçli hamleler yapan bir tarz geliştirmek gerekiyor.
İşte bunun için 2011 yılında derin darbeler alan ve sorgulanır hale gelen kapitalizme yüklenme zamanıdır şimdi. 2012 yılının ilk ayları da kapitalizmin darbeler aldığı aylar olmuştur. Kaos ve belirsiz ekonomi aynı durumda görünüyor.
En son Yunanistan ve Romanya hükümetleri tarafından alınan ekonomik tedbir kararları, binlerce insanın tepkisine yol açmış ve sokaklara dökülmesini sağlamıştır. Yapmamız gereken şey bence bunu daha derinlemesine işlemek ve kitlelere anlatmaktır. Daha da önemlisi kapitalistlere şunu haykırmaktır: “Kapitalizm çöküyor. Alternatifi de sosyalizmdir.”
İMD olarak derin darbeler almış kapitalizm artık çökmek zorundadır söylemini 2012 yılı içindeki seminer, toplantı, yürüyüş ve eylemliliklerimize yerleştirerek kitlelere ulaştırmamız gerektiğini düşünüyorum.
Bunun için birkaç örnek vermek daha iyi olur. Önümüzdeki en yakın çalışma 8 Mart çalışması. Buradaki görevimiz kadın-erkek yoldaşlarımızla birlikte bunu tartışmak ve bu temelde örgütlenme yapmaktır. Bu bilinçle ve bu sloganla 8 Mart alanına inmek gerekir. Pankartımızda “8 MART 1917’DE BAŞARDIK, YİNE BAŞARACAĞIZ! KAPİTALİZMİ BİRLİKTE YIKACAĞIZ!”, “KADIN-ERKEK EL ELE KAPİTALİZMİ DEVİRMEYE!”, “ANAMIZI AĞLATAN KAPİTALİZMİ YIKACAĞIZ” sloganları yazabilir diye düşünüyorum.
Hemen arkasından 1 Mayıs gelecek. Yine buna benzer bir çalışma ile kapitalizmin yıkılmaya mahkûm bir sistem olduğunu ve bunun için ortak mücadele etmemiz gerektiğini diğer işçi arkadaşlara anlatarak, kapitalizmi tartışarak, düzenin derin uçurumlarını işçilerin gözleri önüne getirerek 1 Mayıs’a hazırlanmalıyız. Slogan olarak şöyle bir fikrim var: “YUNANİSTAN’DA, AMERİKA’DA VE AVRUPA’DA KAPİTALİZM ÇÖKÜYOR! DÜNYADAN KAPİTALİZM SÖ-KÜ-LÜ-YOR!” vb.
1 Mayıs’ın ardından Haziran ayında emperyalistler zirvesi İstanbul’da yapılacak. Bu "Zirve"ye ve kapitalizme karşı yapılacak bir çalışmayla ücretli kölelik düzeninin karanlık yüzünü ve işçi sınıfının (bilinçli) direnişini bir de İstanbul’dan duyurabiliriz.
Tabii ki bunun yanı sıra Türkiye’de gelişecek çeşitli hak gaspları ve kriz durumunda, aynı şekilde kapitalizmin çökmekte olduğunu vurgulayarak, “Gelin bunu birlikte yıkalım”ın çalışmasını yürüteceğiz.
Sonuç olarak önümüzde yara alan, kendini yenilemekte geciken ve çürüyen bir sistem var. Bu şekilde bu seneyi, kapitalizme işçi sınıfı tarafından, sağlam, planlı ve sol taraftan gelen bir darbe vurmaya ayırabiliriz.
İMD'li Bir Metal İşçisi

21 Şubat 2012 Salı

Taksim'de Kıdem Tazminatı Röportajı

Kıdem Tazminatı fona değil, kuşa çevriliyor! Biz de İMD olarak buna karşı her yerde sesimizi çıkarıyoruz.
Pazar günü Taksim’deki Kıdem Tazminatımdan Elini Çek çalışmamız sırasında bir haber kanalı bizimle röportaj yaptı, oradan da sesimizi duyurduk. Röportaj buradan izlenebilmektedir.
İşçiyi köleden ayıran belki de en önemli öğe kıdem tazminatıyken, işçinin işyerinde her türlü keyfi muameleye katlanmak zorunda kalmaması için en önemli silahı kıdem tazminatıyken, bunun bir yük olduğu gerekçe gösterilerek kaldırılması planlanıyor.
Biz İMD olarak soruyoruz, kimin sırtında yük? Patronların mı, işçilerin mi?
İspanya’da patronlar kıdem tazminatına göz dikince, hafta sonu yüzbinler sokaklara döküldü. Aynısını bizlerin de yapması gerekiyor.
Kıdem tazminatı gaspına karşı mücadeleye!  

20 Şubat 2012 Pazartesi

Taksim'de Kıdem Tazminatı Bildirileri ve Panel Çağrısı

Dün İMD Avrupa yakası olarak, Kıdem Tazminatımdan Elini Çek kampanyamızın ikinci ayağının bildiri dağıtımı için Taksim’deydik. Galatasaray Lisesi önünde masa açarak bildiri dağıtımına başladık. Var gücümüzle ajitasyon yaparak, bir yandan kıdem gaspının ne olduğunu işçi ve emekçilere, işsizlere ve öğrencilere açıklarken, öte yandan kıdem hakkımızı korumak için imza topladık ve 18 Mart’taki panelimize çağrı yaptık.



Daha önceki Taksim çalışmalarımız gibi, bunda da ilgi çok yoğundu. İmza föylerimiz kısa sürede dolmaya başladı, masamızın önünde sürekli bir yoğunluk vardı. Ayrıca bir haber sitesi yoldaşlarımızla (bidoluhaber) röportaj yaptı.
Yaklaşık bir buçuk saat süren çalışmamızı mutlu bir şekilde sonlandırdık.


İMD olarak "Kıdem Tazminatımdan Elini Çek" demeyi sürdüreceğiz! Tüm işçi ve emekçileri kampanyamıza katılmaya çağırıyoruz. 

19 Şubat 2012 Pazar

Maltepe Belediyesi Taşeron İşçileri Ankara'ya Yürüyor

Maltepe Belediyesi taşeron işçileri kölece çalışmayı reddederek, iş güvencesi ve insanca ücret talebi ile sendikalaşma çalışması başlattıkları için işten atıldılar. 21 Aralık günü belediye önünde direnişe başlayan işçiler, 60 gündür soğuk hava koşullarına rağmen, devletin saldırılarına ve CHP’nin yalanlarına inat mücadelelerini sürdürüyorlar.



İşçiler dün saat 11’de belediye önünde, Ankara’ya doğru gerçekleştirecekleri yürüyüşün duyurusunu yaptılar. İşçiler Tuzla tersanelerinde, Gebze’de, Dilovası’nda, İzmit’te basın açıklamaları gerçekleştirerek 2 Mart’ta Ankara’ya ulaşmayı planlıyorlar. Yürüyüşün ilk adımları bugün atıldı. Bu yürüyüş sırasında, İstanbul’da da çeşitli eylemler yapacaklar. Aynı zamanda taşeron işçilerinin sorunlarını bir dosya halinde mecliste grubu bulunan partilere vererek, mecliste önerge vermelerini talep edecekler.


Biz de İMD olarak yürüyüşlerine Maltepe’den Kartal’a destek verdik. Bizlerle birlikte taşeron işçilerine Dev Sağlık-İş Sendikası, Genel-İş Sendikası İstanbul Anadolu Yakası 1 No'lu Şube, Birleşik Mücadele Platformu, Tüm Bel Sen İstanbul 3 No'lu Şube, Eğitim Sen İstanbul 5 No'lu Şube, TİB-DER, BDSP, Demokratik Haklar Federasyonu, ÖDP, TKP ve Devrimci Anarşist Faaliyet de destek verdi.
Maltepe Belediyesi Taşeroon İşçileri Yalnız Değildir!
Direnen İşçiler Yenilmezler! 

13 Şubat 2012 Pazartesi

Sinter Metal’de Neler Oluyor?

7 Şubat ve Sonrasında Yaşananlar
Uzun bir mücadelenin ardından Sinter Metal’in işe iade davaları sonuçlandı. 3 yıllık mahkeme sürecinin sonunda işe iade kararı çıktı. Sinter Metal patronu işçileri parça parça işe çağırıyor, işe çağrılan ilk 56 kişi ve İMD 7 Şubat 2012 Salı sabahı 8’de oradaydı.
Ancak bu sürecin başında Sinter işçilerinin her koşulda arkasında olduğunu söyleyen Birleşik Metal-İş Sendikası ve DİSK yöneticileri o sabah orada değildi. Sendikayı temsilen iki avukat ve “arkadaşlar tazminatınızı alıyoruz, daha ne istiyorsunuz?” demekten öteye geçemeyen 1 nolu şube başkanı oradaydı.
Avukatlar yaptıkları açıklamada, “eğer işe geri dönmekle ilgili kafanızda soru işaretleri varsa hiç içeri girmeyin, tazminatınız da tehlikeye girer” diyerek daha başından işçiler arasında bir tedirginlik yarattılar. Diğer yandan, aradan üç yıl geçmiş olması sebebiyle düzenini kuran veya kurmayıp tek umudu Sinter’de işe girmek olan, ancak bu açıklamaların da etkisiyle sendikanın sahip çıkacağından şüphe duyduğunu söyleyerek işe geri dönmek istemeyenlerin sayısı çoktu. Böyle düşünmeleri çok da normaldi, çünkü sendikada yapılan son iki toplantıda içeriye toplu bir biçimde girmenin yaratacağı olumlu sonuçlardan değil, aslında üç yıl önce zaten hak ettiğimiz tazminatımızı nasıl alabileceğimizden bahsedildi. Son olarak, avukatlık ücretleri konusunun açılmasıyla işçilerin kafası iyice karıştı. Sanki Birleşik Metal-İş sendikası Sinter Metal’de örgütlenmek istemiyor, işçilerin içerideki alacaklarını alıp bu işten sıyrılmaktan başka derdi yokmuş gibi davranıyordu.
Bizler sürecin başından beri sendikanın işçilere sınıfsal eğitimler vermesi gerektiğini, meselenin sadece bir alacak-verecek meselesi olmadığının anlatılması ve örgütlü gücün öneminin vurgulanması gerektiğini söyledik, ancak ne yazık ki bu tür adımlar atılmadı. Dolayısıyla işçilerin hem yaratılan güvensizlik havası, hem de birlik olmaktan gelen güçlerinin farkında olmamaları nedeniyle o sabah içeriye sadece 5 kişi girdi. Diğer yandan, elbette bu davanın sadece ekonomik çıkarlar mücadelesi olmadığının bilincine varmış ve içeriye girip sendikal mücadeleyi sonuna kadar sürdürmek isteyen sınıf bilinçli işçiler, yani bizler de varız.
Biz bu sürecin öznesi ve takipçisiyiz, bu nedenle içeri girmek ve örgütlü bir işte çalışmak için sonuna kadar mücadele edeceğiz. Gerekirse aslında görevleri olduğu halde kapının önüne gelmeye tenezzül etmeyen sendikacıları çeke çeke oraya getirerek ya da  önümüze çıkan her türlü patron oyununu bozarak!!!
Zaten biz işçilerin çabasıyla şu an birçok işçi arkadaşımız içeri girmenin şart olduğunu anlamış durumda. Biz bu yola "Sinter'e sendika girecek, başka yolu yok!" diyerek çıktık. Karını, ayazını, açlığını bu yüzden çektik. O yüzden, karşımıza bir tek çektiklerimizin bedelini ödemeye hazır olanlar çıksın! 
Sayımız her geçen gün daha da artacak, patronun oyunu bozulacak!
Zafer yılmayan Sinter Metal işçilerinin olacak!!!

Şirketlerin Palavralarına İnat, Örgütlenelim!

Çalıştığım şirketin artık klişe olmuş bir sloganı var: “Gücümüzü sizden alıyor ve bütün gücümüzle teknolojiye yatırım yapıyoruz.” Kapitalist sistemde bir şirketin kurulmasının tek bir anlamı ve/veya amacı vardır: Kâr elde etmek. Bir işletmenin sistem içerisinde varlığını sürdürebilmek için ihtiyaç duyduğu kaçınılmaz üç bileşen var: İşçi, yani emek-gücü; para, yani sermaye ve üretim araçları, yani fabrika ve teçhizat. Sistemin sakatlığı en başından üretilen ürün, mal veya hizmetin insanlık ve dünyanın yararına olmasından ziyade, herhangi bir ihtiyaca karşılık verip vermemesinden bağımsız olarak sadece tek bir amaca hizmet ediyor olmasında yatıyor: Kâr elde etmek, pazar payını arttırmak, rakiplerin önüne geçmek. 
Bugün teknolojinin geldiği noktayı, yani üretim araçlarının muazzam bir ölçüde ilerlemiş olmasını, sermayedarların insanlık namına verdiği bir çaba, dünyamızın daha da yaşanabilir olması uğraşı olarak görmek budalalık olur. Hele ki şu an piyasaya sürülen tüm ürünlerin katbekat ilerisinde ürünlerin üretilmiş olduğunu, fakat “zamanı gelmediği için” piyasaya sürülmediğini biliyorken, dünya üzerindeki tüm üretimin yalnızca birilerini daha da zengin etmek için yapılığını anlamamak imkansız hale gelmektedir.
Peki, bir ürün ve hizmet üretmenin maddi karşılığı piyasa koşulları vasıtasıyla ölçülüp bize sınıf düşmanlarımızın biçtiği üç kuruşluk değer üzerinden ödetiliyorken, yani daha açık bir ifadeyle, kendi elimizle ürettiğimiz her ürün için o ürünün bedelinin belki de onda biri bir ücretle çalıştırılıp, iş o ürünü satın almaya geldiğinde on kat para ödeyip sınıf düşmanımızı her geçen gün daha da zengin ederken çok net bir fotoğrafı kaçırmış oluyoruz. “Sınıf kardeşlerimizle birleşmek!”
Mademki dünya üzerinde çevremizde gördüğümüz her şeyi biz işçiler üretiyoruz, öyleyse neden ürettiğimiz ürünlere sahip olamıyoruz? Zaten bizim olana ulaşmak neden bu kadar zor? Çünkü üretim araçlarının sahibi olan burjuvazi birbiriyle sıkı sıkı örgütlü. İhtiyaç duyduğu sermaye birikimini bizi çalıştırıp üzerimizden elde ettiği kâr ve ürettiği ürünü tekrar biz işçilere satarak bir defa daha ve bir defa daha ve defalarca kâr elde edeceği nesnel bir zemine sahip. Bu zemin, kapitalizm ve onun ulus-devletler ve ulus-ötesi şirketler şeklindeki örgütleniş biçimi.
“Örgüt” kelime olarak bile işçi sınıfına yarattığı o kötü çağrışımlarla bizi birbirimizden uzak tutarken, burjuvazinin her alanda nasılda sıkı sıkıya örgütlü olduğunu görüyoruz. Devletiyle, ordusuyla, dernekleriyle onlarca farklı şekilde örgütlenmiş ve işçi sınıfına karşı topak bir bütün.
Biz işçi sınıfının böylesine muazzam bir örgütlenişe karşı yapabileceği en önemli hamle örgütlenmektir. Sınıf kardeşliğinin anlamı ancak işçilerden oluşan, işçilerin hak ve çıkarlarını gözeten bir örgütün varlığı ile ortaya çıkacak, güçlenecek ve burjuvaziye karşı gerçek potansiyelini gösterebilecektir.
Evet, benim çalıştığım şirket, sloganında itiraf ettiği gibi, gücünü benden alıyor. Beni günde 9 saat çalıştırarak karşılığında ancak hayatta kalabileceğim kadar bir ücret veriyor. Ve ben buna yeterince sesimi çıkarmıyorum. Çoğunlukla bu çarpıklığa karşı gelmek aklıma bile gelmiyor. Çevremde benim durumumda olan milyonlar var ve karşımda duran güç sayıca benim binde birim kadar olduğu halde beni isyan etmeden işimi kuzu kuzu yapmaya ikna edebiliyor. Bu pislikten çıkmanın tek yolu örgütlenmek. Gelin İşçi Mücadele Derneği çatısı altında birleşelim!

12 Şubat 2012 Pazar

Arslanlı Örme İşçileriyle Dayanışmaya!

İMD olarak Cumartesi sabahı 10’da, tazminatları ödenmeden işten atılan Arslanlı Örme işçilerinin firmanın Mecidiyeköy’deki mağazasının önünde yaptığı basın açıklaması ve yürüyüşüne katıldık.




Beylikdüzü’nde bulunan fabrikada üretimi, sıkça duyduğumuz “işlerin kötü gittiği ve iflas edeceği” bahanesiyle durdurup bir ay sonra (23 Aralık’ta) işten atan Arslanlı Örme’nin patronu Murat Kaynar, tazminatsız çıkardığı yüzlerce işçinin aylarca maaşını ve kömür parasını da ödememiş.
İşçilere anlattığına göre, sektörün zor koşullarında varolma mücadelesi veren(!) Arslanlı’nın patronu, yarın gerçekleşecek olan oğlunun düğününü Çırağan’da yapmaktan geri kalmıyor!
Her ay maaşlarının bir dahaki ay ödeneceği yalanıyla oyalanan, aylarca tek kuruş ücret almadan çalışan ve tek kuruş tazminat da almadan işten atılan Arslanlı işçileri hakları olan tüm parayı alana kadar eylemlere devam edeceklerini ve kaybedecek bir şeyleri olmadığını söylüyor.
Arslanlı Örme işçilerine haklı davalarında destek olalım, yalnız olmadıklarını gösterelim!
Yaşasın sınıf dayanışması!



***
İşçilerin basın açıklaması şöyleydi:
Bizler Arslanlı Örme işçileri olarak, yaklaşık bir yıldır maaşlarımızı gecikmeli olarak almaktaydık. 23 Aralık 2011 tarihi itibariyle ekonomik sebepler bahane edilerek üretim durduruldu. Patron 640 çalışanını işten çıkardı. Arslanlı Örme patronları tarafından verilen vaatlerle yasal haklarımız olan tazminat hakkımızı ve öncesinde ödemesi gereken yakacak paralarımızı 10-15 gün aralıklı olarak erteledi. En son 7 Şubat Salı günü işçiler olarak yine Arslanlı fabrikasının önünde biraraya geldik ve haklarımızı almakta kararlı olduğumuzu fabrikayı işgal ederek gösterdik.
Yarın oğluna Çırağan Sarayı’nda düğün yapacak olan Arslanlı patronu bizlerin tazminatını vermekten aciz! İşten çıkardığı işçilerini madur durumda bırakmış olması lüks yaşamından ödün verdirmeyecek kadar “duyarlı” olan Arslanlı patronu, tazminatlarımızı bir aydan daha ileri bir zamana erteledi. Elbette ki bizlerin bir ay daha beklemeye tahammülü kalmadı..
Yasal haklarımız olan tazminatlarımızı almak için gerekli meşru mücadelemizi sürdüreceğiz. Sus payı olarak verdiğimiz paralarını değil, haklarımız olanları istiyoruz, alana kadar da susmayacağız!
Tazminat hakkımız, söke söke alırız!
Direne direne kazanacağız!
Arslanlı Örme patronu işçi düşmanı!

8 Şubat 2012 Çarşamba

Yüz Nakli Demek Sosyalizm Mümkün Demektir!

Yeni, sınıfsız, sömürüsüz bir toplum, sosyalist bir düzen isteyen devrimcilere geçmişten beri en çok yöneltilen itirazlardan biri, “yoksulluğu paylaşmanın neresi güzel?” olmuştur.
Sosyalistlerin buna iki yanıtı vardır.
Birincisi, kapitalizmdeki gibi bir pisliğe ortak olmak, insanlığın açlıkla, sefaletle, hastalıklarla, savaşlarla, katliamlarla terbiye edilmesine seyirci kalmaktansa, yoksulluğu paylaşmak daha iyidir, başlı başına değerlidir!
İkincisi ve daha önemlisi, yoksulluğu paylaşmak zorunda değiliz! İnsanlığın üretici güçleri yoksulluğun ilelebet kaldırılmasını sağlayacak düzeye çoktan ulaşmıştır.
Kanıt mı? Yüz nakli! 
Bir sosyalist için “yüz nakli”, sosyalizmin nesnel zeminin çoktan oluştuğunun, yokluklara, hastalıklara mahkûm olmadığımızın ispatıdır.
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde 23 Ocak 2012 tarihinde Prof. Dr. Ömer Özkan ve ekibi tarafından gerçekleştirilen ameliyat bir ilk özelliği taşıyor. 19 yaşındaki Uğur Acar'a yapılan yüz nakli ameliyatı 9 saat sürdü. Türkiye’de gerçekleştirilen ilk tam yüz nakli ameliyatının ardından ilk 10 günün kritik olduğu açıklandı. Sonrasında nakil yapılan hastanın durumunun çok iyi olduğu ve hatta top sakal bırakmak istediği söylendi!
Bilimin yüz nakli yapacak kadar ilerlemiş olması zenginliği paylaşmamız için şartların olgunlaşmış olması anlamına geliyor. Yüz nakli, kök hücre gibi gelişmeler, insanlığın ilerlemesi için potansiyellerin ne denli güçlü olduğunu gösteriyor, ama sermayenin kâr üzerine kurulu düzeni bunları engelliyor. 
Örneğin kök hücreyle birçok hastalığın kökten çözümü mümkünken, ilaç tekelleri başta olmak üzere sağlık hizmetini sağlık sektörü haline getiren tüm sermaye güçleri bunun önünde duruyor. Hastalıklara çare bulmak mümkünken, her yıl yalnızca sıtmadan 1 milyon 200 bin kişi ölüyor! Bilimsel Sosyalizm yazımızda belirtildiği gibi,
Bugün kapitalist üretim tarzı elindeki araçları kullanamıyor, yani üretim araçlarının potansiyel gücüne ayak uyduramıyor. Kendi geliştirdiği araçlar kapitalizmin boyunu aşmış durumdadır. Üretim araçlarında ya da bu araçlarla üretilen ürünlerde birkaç aşama sonraki modeller var, ama bunlar kullanılmadan bekletiliyor, hattâ hiç devreye sokulmuyor. Bilim ve teknolojide bugünkü ileri düzeyi cüce bırakacak atılımları gerçekleştirmek mümkündür. Bu alanlardaki ilerlemelere bakan bir komünist kapitalizmin insanlığa hizmetlerinin sürdüğünü değil, sınıfsız bolluk toplumunun hiç de hayal olmadığını görmelidir. Hepsi bir tarafa bugün nesnel açıdan tam otomasyona geçmek mümkündür. Fakat kapitalizm üretim araçlarını bu potansiyel seviyesine uygun olarak geliştirmekten aciz olduğu için saatlerce çalışmak zorundayız. Üretim araçlarının mevcut biçimi özel mülkiyet olduğundan ve özel mülkiyetin çıkarları bunları kademe kademe kullanarak uzun vadede daha çok kâr elde etmek olduğundan, nesnel gelişimin önüne yapay (öznel) engeller dikilmektedir. Başka bir deyişle, kapitalizm eliyle nesnel gelişimi durdurmak yönünde kasıtlı bir müdahale söz konusudur.
Sosyalizmin nesnel zemini, Marx'ın Alman İdeolojisi’ndeki tabiriyle, paylaşım kavgasının tetikleyeceği eski pisliğin geri dönmemesi için maddi şartlar tamam, ama infaz memuru, yani işçi sınıfının devrimci müdahalesi eksik! Bu uğurda militan bir mücadele gerekiyor!

6 Şubat 2012 Pazartesi

Kıdem Tazminatı Afiş Çalışması - Kadıköy

Cumartesi sabahı erken saatte Kadıköy'de "Kıdem Tazminatımdan Elini Çek" afişlerimizi astık!


Burjuvazinin de afiş çalışması yaptığı yerlere kendi afiş çalışmamızla yanıt verdik!

Öte yandan, sermayenin uşaklarının afişlerimize gösterdikleri aşırı "ilgi"den ötürü, artık afişlerle yetinmeyip, çalışmamızı spreylerle güçlendiriyoruz. 


3 Şubat 2012 Cuma

Fukuyama Ne Aldıysa, Aynısından Bize de!

1990’ların başında Sovyetler Birliği’ndeki Stalinist (sözde sosyalist) diktatörlüğün çöküşünün ardından tüm dünyada sosyalizm düşüncesine yönelik anti-propagandanın simge isimlerinden biri Francis Fukuyama olmuştu. Japon kökenli Amerikalı “siyaset bilimci”, yazdığı Tarihin Sonu adlı eserle kapitalist sistemin ve burjuva demokrasisinin insanlığın evrimindeki son aşama olduğunu, Doğu Bloku ülkelerindeki sözde sosyalist rejimlerin de çökmesi ve "insanlığın kapitalist sistemi tercih etmesi"yle birlikte bu “gerçeğin” kanıtlandığını iddia ediyordu. Buna göre, insanlığı bundan böyle kapitalizmde, yani ücretli kölelik düzeninde güzel günler bekliyordu! Fukuyama ayrıca bu kapitalist düzeni ve burjuva demokrasisini insanlığın ideolojik evriminin son noktası olarak nitelendirmişti.


Aradan geçen yirmi küsur yılın ardından, Fukuyama’nın insanlığa ilişkin değerlendirmesinin gerçeklikten alabildiğine uzak olduğu anlaşıldı. Kapitalizmin ve kapitalist ideolojinin sayısız ülkede kökten sorgulandığı bir dönemden geçtik, geçiyoruz. Burjuva ideolojisinin insanlığın ideolojik evriminin son aşaması olmadığı görüldü. Ama görünen o ki, aynısı Fukuyama’nın evrimi için geçerli değil!
Fukuyama, Alman dergisi Spiegel’e verdiği mülakatta, kapitalizmin aşırılıklarının demokrasiye tehdit olduğunu, kapitalizmin kusurlarının demokratik modeli tehlikeye sokabileceğini söylüyor! Ama iflah olmaz bir burjuva ideoloğu olarak kapitalizmin halen uygulanabilir bir alternatifinin olmadığını da ekliyor. Yine de aslolan Fukuyama’nın bu söyledikleri değil, diğer yönden kabul ettikleri ve kapitalizmi savunurken nasıl savunduğudur.
Yirmi yıl öncesinin o mağrur, çokbilmiş havasından eser yok. Ama yine de bir ideolog olarak esip gürlemeye çalışıyor elbette. Öyle şeyler söylüyor ki sanki aynı dünyada yaşamıyoruz. Örneğin kapitalizmdeki sorunlardan bahsederken “kapitalizm sözcüğünü kullanmak doğru değil” diyor! Çünkü kapitalizmin alternatifi yokmuş! Dahası zenginler ile yoksullar arasında çok keskin farklar yokmuş! Toplumda güven hissi çok daha fazlaymış! Siyasal sistemde birilerinin daha fazla ayrıcalığa sahip olduğu doğru değilmiş!
Fukuyama’nın bu yazdıklarını okuduktan sonra, söyleyecek tek bir söz var: Fukuyama ne aldıysa, aynısından biz de istiyoruz!

1 Şubat 2012 Çarşamba

Billur Tuz Direnişi: Bizi Yalnız Sanmasınlar

İzmir’in Çiğli ilçesindeki Atatürk Organize Sanayi Bölgesi’nde (AOSB) bulunan Billur Tuz fabrikasında, Tek Gıda-İş üyesi olduğu için işten çıkarılan 54 işçinin 1 Ocak’ta fabrika önünde başlattıkları direniş sürüyor.
Billur Tuz’da çalışan 160 işçinin 130’u kötü çalışma koşullarına karşı 2011 yılında Tek Gıda-İş’e üye oldu. İşçiler iki vardiyayla, günde 8 saat ve ayakta çalışıyorlar. Yalnızca yemek aralarında 10 dakika dinlenebiliyorlar. Asgari ücret alan ve 3 saatlik mesainin karşılığının 10 lira olduğunu belirten işçiler, sendikalı olduktan sonra vardiyanın üçe çıktığını, gece vardiyasında çalışmayan kadın işçilerin de gece vardiyasına çağrıldığını ve baskıların gitgide artmaya başladığını söylüyorlar.


Ekmek paraları ve çocuklarına bakabilmek için, ilk başlarda, tüm bu uygulamalara karşı koymadıklarını, ancak yapılanlara “hayır” demedikçe baskıların daha da arttığını ve sabah 6-akşam 6 çalıştırılmaya başladıklarını, üç hafta böyle itiraz etmeden çalıştıklarını söyleyen işçiler, baskıların daha da artması üzerine tüm bu uygulamaların yasal olmadığını söyleyerek karşı çıkmaya başladılar. Bu karşı çıkıştan sonra mesaiyi zorunlu yapamadılar. Mesai dendiğinde ise dinlemeyerek, kart basıp dışarı çıktılar. Kendi sözleriyle, “bu bizim için ilk eylemdi”.


İşçiler işten çıkartılmayı beklemiyorlardı! Ancak Billur Tuz’un kendilerine güzel bir yeni yıl hediyesi verdiğini, bu hediyeyi onlara iade edeceklerini söylüyorlar! Birlik ve beraberliğe güvenen işçiler bunun olacağına sonuna kadar inanıyorlar. Bir de patrona mesajları var “Bizi yalnız sanmasınlar”!
Billur Tuz gerçekten de koktu!