İMD'nin dün gerçekleştirdiği dayanışma etkinliğindeki açılış konuşması:
Dostlar,
yoldaşlar!
Hoşgeldiniz!
Farklı
gibi duruyoruz… Burada toplanan bizlerin yaşları, meslekleri, mezhepleri, milletleri,
inançları, vb. farklı farklı olabilir, ama bizi birleştiren çok önemli bir
ortak payda var, o da emeğimizle yaşıyor olmamız, işçi olmamız.
Öyle
bir ülkede yaşıyoruz ki, her şey konuşuluyor; herkesin bakış açısı, çıkarları
dile getiriliyor, fakat toplumun en kalabalık kesimi olan biz işçilerin
çıkarları ve hakları konuşulmuyor. Tersine, insanlar bu kimliklerini unutsunlar
diye her türlü yol deneniyor. Bizi mavi yakalı, beyaz yakalı, öğretmen, mühendis,
ev kadını, işsiz, Alevi-Sünni vb. diye bölüyor ve bizi birleştiren ortak
paydayı unutturmak istiyorlar. Ve en acısı başarıyorlar da…

Zaten
tam da başarılı oldukları için bugün birilerinin evinden kutu kutu paralar,
kasalar, para sayma makineleri çıkarken, ülkenin yarısına yakını asgari ücretle
geçinmek zorunda. Tam da en önemli kimliğimiz olan emeği unuttuğumuz ve her gün
en az 8-9 saatimizi verdiğimiz, ömrümüzden çalan işyerlerimizde haklarımızın
peşine düşmediğimiz için, bizi kölelerden ayıran, belki de elimizde kalmış tek
güvencemiz olan kıdem tazminatımıza bile göz dikebiliyorlar!
Tam
da emeğimizi, en değerli varlığımızı, işçi kimliğimizi unuttuğumuz için, evimizden
kalkıp buraya gelmek için harcadığımız en az 5-10 TL’yi bile düşünmek zorunda
kalıyoruz haklı olarak, ama yerel seçimlerde bunun hesabını sormak, "ulaşım
neden parasız olmuyor?" demek aklımıza gelmiyor. Oy vereceğimiz kişileri,
partileri buna göre belirlemiyoruz.
Tam
da esas kimliğimizi unuttuğumuz için anayasada bile yazan çalışma saatleri
kuralına (ki haftada 45 saattir) hiçbir işyerinde uyulmuyor. En vasıfsız
işlerde çalışanlarından en "afili" mesleklere kadar 10 saat, 15 saat çalışmak
bugün kanıksanmış durumda.
Tam
da bu nedenle iki lafından birinde dinden imandan bahsedenlerin, bu dünyayı
değil hep öbür dünyayı düşündüğünü iddia edenlerin, tam da bu dünyada güç, mal mülk edinmek için birbirlerine
girdiklerini, birbirlerine beddua ettiklerini görünce şaşırıyoruz. 11-12 yıldır
ülkeyi yönetenler bize hep öbür dünyada cenneti vaat ederken, kendilerine öyle
bir cennet kurdular, öyle bir servet biriktirdiler ki, bugün o paralar kasalara
sığmıyor!
Kimimiz
13 yaşındaki Ahmet gibi üç kuruş harçlık çıkarmak için kafasını pres makinasına
kurban verirken, kimimiz tam iki yıl önce bugün Uludere/Roboski’de işsizlikten
ötürü ölümü göze alıp 34’ümüz birden katledilirken, bakan çocukları milyon
dolarla oynuyorlar. Bunun hesabını sormayacak mıyız?
Buna
karşın, sermaye medyası bize hep şunu tartışmayı salık veriyor: O paraları
polis mi koydu, koymadı mı? Rüşvet aldı mı, almadı mı?
Biz
diyoruz ki, tartışılması gereken sadece bu değil! Diyelim ki yolsuzluk yok (hem de dik âlâsı var!),
kirli ilişkiler yok (hem de akladıkları kara paralar kadar çok). Peki,
soruyoruz, başbakan, bakanlar, parti
genel başkanları, sermayedarlar, burjuvalar banka hesaplarınızda milyon dolarlar
yok mu?
Burada ömrü boyunca çalışmış insanlar var, ama bir
kıyıda birikmiş üç kuruşu yok. Nasıl oluyor da bizler tüm ay boyunca çalışıp ay
sonunu nasıl getireceğimizi bilmezken, toplumun taş çatlasın yüzde birini-ikisini
oluşturan bir azınlığın milyon dolarları var? Öyle bir başbakanımız var ki, hep
mağdur, fakat dünyanın en zengin başbakanı! İşte onun sözleriyle söylersek, ulan
hepiniz yediniz be, siz zenginler hepiniz yiyorsunuz, siz patronlar ve onların
temsilcileri bizim emeğimizden çaldığınız için hepiniz hırsızsınız, hepiniz soyguncusunuz,
ama bazılarınız daha hırsız, daha açgözlü, o ayrı!
Ve bizi mülksüzleştirdiğiniz
için zenginsiniz. İşte gün gelecek bizleri mülksüzleştirenler
mülksüzleştirilecek!
Bu pisliği örtmeyeceğiz, örtülmesine izin
vermeyeceğiz. Hırsızlardan hesabı emekçiler soracak! İşçilerin birliği
sermayeyi yenecek!