AKP’nin uzunca bir süredir yürüttüğü diktatörlük
politikası, Gezi’den sonra gitgide sarsılmaya başlamış ve buna bağlı olarak da
mevcut iktidarının elinden gidebileceğini gören AKP, şiddeti daha da
körüklemiş, onlarca insanın ölmesine, yüzlerce insanın da yaralanmasına neden
olmuştur. Kendi tabanında bile zaman içerisinde oluşan çatlaklar nedeniyle AKP,
yerleştirmeye çalıştığı zihniyetini yavaş da olsa yitirmeye başlamıştır. Bunun
en önemli kanıtı, kendi adamlarının Erdoğan’ın yaptığı yanlışları artık açık
bir şekilde dile getirmeleri olmuştur. Öyle ki daha sonra keskin laflarla dile
getirdiklerinden bugün ya vazgeçmişler ya da söylemlerini yumuşatmışlardır.
AKP’nin son birkaç yıldır yaratmış olduğu kutuplaşma, 7
Haziran seçimlerine kadar son hızla devam etti. Hattâ bununla yetinmeyen Erdoğan,
cumhurbaşkanı olduğunu unutup, başbakanlık görevini de üstelenerek meydanlara
indi ve oy toplamaya çalıştı. Böylece Davutoğlu’nun aslında sadece bir kukla
olduğu ve hiçbir söylemde yetkin olmadığı da açıkça görüldü. Kendini ülkenin her şeyi ilan etmiş bir
diktatörden de zaten başka türlüsü beklenemezdi. Oy toplama girişimlerinde
diğer partilere yaptığı saldırılar ve katliamların işe yarayacağını uman Erdoğan,
seçim sonunda istediğini elde edemedi, AKP tek başına iktidar olamadı. 7
Haziran sonrasında halkın iradesiyle hezimete
uğrayan AKP, tutunduğu şiddet tavrının ters teptiğini öyle de böyle de görmüş
oldu. Bu nedenle de sözde ılımlı bir havaya büründü ve ortaya çıkan sonucu, “Herkes
milletin takdirine saygı göstermek zorundadır. Seçim sonuçları milletimizin tek
bir partinin iktidara gelmesine imkân sağlamayan bir siyasi tablo takdir
ettiğini gösteriyor. Bu tabloyu siyasi partilerin hepsinin de doğru şekilde
okumasını temenni ediyorum.” şeklinde değerlendirmek zorunda kaldı. Halkın
istediği anda kendisini alaşağı edebileceğini ve "%50’yi zor tutuyorum" dediği
tabanın aslında olmadığı tokat gibi hem kendi yüzüne hem de yandaşlarına çarpmış
oldu. Bunu hem kendi partisi içerisinde yer alan kitleden hem de yandaş medya
yazarlarının söylemlerinden görebiliyoruz.
Seçimlerden sonra konuşulan koalisyon tartışmaları gün
geçmiyor ki alevlenmesin. AKP-MHP, AKP-CHP koalisyon söylentilerinin havada
uçuştuğu bir dönemde, MHP ile olan yakınlığı, acaba MHP ile mi koalisyon
kuracak düşüncesini yaratmış olsa da ortada şimdilerde CHP ile koalisyon
tartışmaları dönüyor. AKP ile MHP koalisyonunun bir savaş koalisyonu olacağını
defalarca dile getirmiştik. Gerek çözüm sürecine olan yaklaşımlarından gerek de
Kürt halkına olan düşmanca tavırlarından dolayı MHP gibi bir partinin
içerisinde yer alan Türkiye’nin 80’lerden bile daha kanlı bir hale
gelebileceğini ön görmemek mümkün değil. Seçimlerden önce AKP ile kesinlikle
koalisyon yapmayacaklarını belirten Bahçeli, (1) seçimden sonra tipik bir
burjuva partisi gibi davranıp, “aman koltuk canım koltuk” edasıyla AKP ile
koalisyon kuracaklarının sinyalini fazlasıyla verdi. Hatta vermekle yetinmedi,
seçim öncesi yolsuzluk soruşturmalarının ve Erdoğan’ın Çankaya köşküne
dönmesinin kırmızı çizgileri olduğunu söyleyen MHP, bugün Erdoğan'ın Çankaya'ya
dönmesinin ve dört eski bakanın Yüce Divan'a gönderilmesinin olmazsa olmazları
olmadığını söyledi. (2)
En sonu daha dün Bahçeli, “MHP, Türkiye'nin istikrarsızlık
yaşamaması için fedakârlık
gösterecektir ”dedi.
Vatan, millet adına yıllarca Türkiye’de hem solcuları hem
de Kürt, Ermeni, Alevi ve daha birçok insanı katleden bir zihniyete sahip bir
partinin şu anki tutumu aslında bu konudaki çizgilerinin tutarlılığını da ortaya
koymuyor değil. Ancak devir eski devir değil. Gün geçmiyor ki her gün yeni bir
şeyler yaşanmasın. Roboski’de, Kobanê’de olanları görmezden gelerek, “vatan
savunuculuğu” yapılamayacağı görülüyor. Bu nedenledir ki çözüm sürecini toptan
kaldıramayacağını anlayan MHP, çözüm süreci yerine “demokratikleşme” gibi
isimlerin kullanılmasından hiç rahatsız değil. Bir şeyin ismini
değiştirdiklerinde cismini de değiştirebileceklerini sanıyorlar. Demek ki o
kadar da kırmızı değilmiş çizgileri, demek ki koltuk sevdası uğruna her şey,
her yol mubahmış. Aslında merak ettiğimiz MHP tabanının bu konuda ne düşündüğü.
Fazlasıyla sessiz olmalarını ve MHP’nin kırmızı çizgilerinden jet hızıyla dönmelerini
nasıl görüyorlar acaba? Sanırım hep beraber yaşayıp, göreceğiz. Yeniden
yineliyoruz, ortada reddedilmeyecek bir gerçek var ki o da MHP’nin AKP’ye karşı
tutumunun, sırf koltuk sevdası uğruna 180 derece dönmüş olması.
Neredeyse her gün koalisyon tartışmalarına bir yenisi
ekleniyor. MHP lideri Bahçeli şimdi de işi anaokul seviyesine indirerek
tartışmaların boyutuna bir yenilik kazandırdı. HDP’nin CHP adayı olan Baykal’ı
desteklemesine karşı, kendilerinin kesinlikle destek vermeyeceğini söylemesini
ve her platformda “HDP varsa biz yokuz” söyleminde bulunmasını partisinin ne
kadar ciddiye alınabileceğini gösteriyor. (3) Siyaset yapmaktan tamamen uzak
bir anlayışla hareket eden MHP’nin bu tutumunu devam ettirmesi maalesef ki
burjuva demokrasisine göre mümkün değil. Öyle ya da böyle HDP ve onun
çizgisindeki tüm oluşumları kabul etmek zorunda kalacaktır. Yani ya bu deveyi
güdecek ya da bu diyardan gidecektir. MHP’nin bu tutumlarına karşı HDP’nin her
seferinde barış söyleminin sürdürülmesini asla yabana atmamak gerekiyor. Kindar
bir zihniyet yerine, her söylemi olgunlukla karşılıyor ve sürecin işleyebilmesi
için “Biz, MHP ile ülkemizin her sorununu aynı masada konuşmaya hazırız.” diyebiliyor.
HDP’yi desteklediğimiz kadar birçok konuda da eleştirebiliriz ancak bu sözünün
önemli bir yere sahip olduğunu asla göz ardı edemeyiz. Çünkü bu söylemler
%13’lük bir destekle meclise girebilmesini sağlamıştır.
“Vatan, millet, Sakarya!” savunucusu MHP, AKP ile
birlikte bir savaş hükümeti kurmanın yollarını arıyor. “Ülkesini gerçekten savunduğunu”
iddia eden bir partinin ülkede kardeşi kardeşe düşürecek söylemlerde bulunup,
kargaşa yaratmaya çalışması ciddi anlamda sorgulanmalıdır. Kürt halkını, yıllarca
ülkeyi parçalamaya çalışmakla suçlayanlar bugün HDP'nin “ülke bütünlüğünü”
MHP'den daha çok savunduğunu görmek zorundalar. Her yerde, her platforma
Türkiyelileşme olarak bahsettikleri oluşumu hala anlamayanlar, savaş
çığırtkanlığından başka bir şey yapmıyorlar. Sokaklarda Kürt, Ermeni, Alevi,
LGBTİ avına çıkmış şovenistlerle ülke çok daha kanlı olacaktır. Zaten kandan
beslenen bu kafaların istediklerini vermemek ve buna karşı savaşmak biz
Marksistlerin en önemli görevlerinden biridir.
Bugün Kobanê’de ve sınırda yaşanan katliamlara sessiz
kalmak, “onlar Kürt, bizden değil” demek ülkeyi tam bir kaosa sürükleyecektir.
Yanı başımızda katliamlarını sürdüren ve elini kolunu sallaya sallaya, TC
askerlerinin gözü önünde mayın döşeyen (4) katil IŞİD’in ortak düşman olduğu
bilinmelidir. Kışkırtma ve yalan haberlerle oradaki halkı ve toprakları canı
pahasına koruyanlara karşı nefret ve linç kampanyası başlatanlar bunun bedelini
çok ağır ödeyecekler ve maalesef bize de ödeteceklerdir. İçimize yıllardır
yerleştirilen nefret tohumlarından bir an önce vazgeçmeli, halkların
kardeşliğine sahip çıkmalıyız.
Biji Bratiya Gelan!
Yaşasın Halkların Kardeşliği!
Kobanê’de düşene, dövüşene bin selam!
İstanbul'dan İMD'li bir işçi
Kaynak:
(2)
http://www.imctv.com.tr/99944/2015/06/mhp-koalisyon-icin-yolsuzluk-sorusturmasi-olmazsa-olmaz-degil/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder