13 Temmuz 2015 Pazartesi

AKP-MHP: Savaş Hükümeti

AKP’nin uzunca bir süredir yürüttüğü diktatörlük politikası, Gezi’den sonra gitgide sarsılmaya başlamış ve buna bağlı olarak da mevcut iktidarının elinden gidebileceğini gören AKP, şiddeti daha da körüklemiş, onlarca insanın ölmesine, yüzlerce insanın da yaralanmasına neden olmuştur. Kendi tabanında bile zaman içerisinde oluşan çatlaklar nedeniyle AKP, yerleştirmeye çalıştığı zihniyetini yavaş da olsa yitirmeye başlamıştır. Bunun en önemli kanıtı, kendi adamlarının Erdoğan’ın yaptığı yanlışları artık açık bir şekilde dile getirmeleri olmuştur. Öyle ki daha sonra keskin laflarla dile getirdiklerinden bugün ya vazgeçmişler ya da söylemlerini yumuşatmışlardır.

AKP’nin son birkaç yıldır yaratmış olduğu kutuplaşma, 7 Haziran seçimlerine kadar son hızla devam etti. Hattâ bununla yetinmeyen Erdoğan, cumhurbaşkanı olduğunu unutup, başbakanlık görevini de üstelenerek meydanlara indi ve oy toplamaya çalıştı. Böylece Davutoğlu’nun aslında sadece bir kukla olduğu ve hiçbir söylemde yetkin olmadığı da açıkça görüldü.  Kendini ülkenin her şeyi ilan etmiş bir diktatörden de zaten başka türlüsü beklenemezdi. Oy toplama girişimlerinde diğer partilere yaptığı saldırılar ve katliamların işe yarayacağını uman Erdoğan, seçim sonunda istediğini elde edemedi, AKP tek başına iktidar olamadı. 7 Haziran sonrasında halkın iradesiyle hezimete uğrayan AKP, tutunduğu şiddet tavrının ters teptiğini öyle de böyle de görmüş oldu. Bu nedenle de sözde ılımlı bir havaya büründü ve ortaya çıkan sonucu, “Herkes milletin takdirine saygı göstermek zorundadır. Seçim sonuçları milletimizin tek bir partinin iktidara gelmesine imkân sağlamayan bir siyasi tablo takdir ettiğini gösteriyor. Bu tabloyu siyasi partilerin hepsinin de doğru şekilde okumasını temenni ediyorum.” şeklinde değerlendirmek zorunda kaldı. Halkın istediği anda kendisini alaşağı edebileceğini ve "%50’yi zor tutuyorum" dediği tabanın aslında olmadığı tokat gibi hem kendi yüzüne hem de yandaşlarına çarpmış oldu. Bunu hem kendi partisi içerisinde yer alan kitleden hem de yandaş medya yazarlarının söylemlerinden görebiliyoruz.

Seçimlerden sonra konuşulan koalisyon tartışmaları gün geçmiyor ki alevlenmesin. AKP-MHP, AKP-CHP koalisyon söylentilerinin havada uçuştuğu bir dönemde, MHP ile olan yakınlığı, acaba MHP ile mi koalisyon kuracak düşüncesini yaratmış olsa da ortada şimdilerde CHP ile koalisyon tartışmaları dönüyor. AKP ile MHP koalisyonunun bir savaş koalisyonu olacağını defalarca dile getirmiştik. Gerek çözüm sürecine olan yaklaşımlarından gerek de Kürt halkına olan düşmanca tavırlarından dolayı MHP gibi bir partinin içerisinde yer alan Türkiye’nin 80’lerden bile daha kanlı bir hale gelebileceğini ön görmemek mümkün değil. Seçimlerden önce AKP ile kesinlikle koalisyon yapmayacaklarını belirten Bahçeli, (1) seçimden sonra tipik bir burjuva partisi gibi davranıp, “aman koltuk canım koltuk” edasıyla AKP ile koalisyon kuracaklarının sinyalini fazlasıyla verdi. Hatta vermekle yetinmedi, seçim öncesi yolsuzluk soruşturmalarının ve Erdoğan’ın Çankaya köşküne dönmesinin kırmızı çizgileri olduğunu söyleyen MHP, bugün Erdoğan'ın Çankaya'ya dönmesinin ve dört eski bakanın Yüce Divan'a gönderilmesinin olmazsa olmazları olmadığını söyledi. (2)

En sonu daha dün Bahçeli, “MHP, Türkiye'nin istikrarsızlık yaşamaması için fedakârlık gösterecektir ”dedi.

Vatan, millet adına yıllarca Türkiye’de hem solcuları hem de Kürt, Ermeni, Alevi ve daha birçok insanı katleden bir zihniyete sahip bir partinin şu anki tutumu aslında bu konudaki çizgilerinin tutarlılığını da ortaya koymuyor değil. Ancak devir eski devir değil. Gün geçmiyor ki her gün yeni bir şeyler yaşanmasın. Roboski’de, Kobanê’de olanları görmezden gelerek, “vatan savunuculuğu” yapılamayacağı görülüyor. Bu nedenledir ki çözüm sürecini toptan kaldıramayacağını anlayan MHP, çözüm süreci yerine “demokratikleşme” gibi isimlerin kullanılmasından hiç rahatsız değil. Bir şeyin ismini değiştirdiklerinde cismini de değiştirebileceklerini sanıyorlar. Demek ki o kadar da kırmızı değilmiş çizgileri, demek ki koltuk sevdası uğruna her şey, her yol mubahmış. Aslında merak ettiğimiz MHP tabanının bu konuda ne düşündüğü. Fazlasıyla sessiz olmalarını ve MHP’nin kırmızı çizgilerinden jet hızıyla dönmelerini nasıl görüyorlar acaba? Sanırım hep beraber yaşayıp, göreceğiz. Yeniden yineliyoruz, ortada reddedilmeyecek bir gerçek var ki o da MHP’nin AKP’ye karşı tutumunun, sırf koltuk sevdası uğruna 180 derece dönmüş olması.

Neredeyse her gün koalisyon tartışmalarına bir yenisi ekleniyor. MHP lideri Bahçeli şimdi de işi anaokul seviyesine indirerek tartışmaların boyutuna bir yenilik kazandırdı. HDP’nin CHP adayı olan Baykal’ı desteklemesine karşı, kendilerinin kesinlikle destek vermeyeceğini söylemesini ve her platformda “HDP varsa biz yokuz” söyleminde bulunmasını partisinin ne kadar ciddiye alınabileceğini gösteriyor. (3) Siyaset yapmaktan tamamen uzak bir anlayışla hareket eden MHP’nin bu tutumunu devam ettirmesi maalesef ki burjuva demokrasisine göre mümkün değil. Öyle ya da böyle HDP ve onun çizgisindeki tüm oluşumları kabul etmek zorunda kalacaktır. Yani ya bu deveyi güdecek ya da bu diyardan gidecektir. MHP’nin bu tutumlarına karşı HDP’nin her seferinde barış söyleminin sürdürülmesini asla yabana atmamak gerekiyor. Kindar bir zihniyet yerine, her söylemi olgunlukla karşılıyor ve sürecin işleyebilmesi için “Biz, MHP ile ülkemizin her sorununu aynı masada konuşmaya hazırız.” diyebiliyor. HDP’yi desteklediğimiz kadar birçok konuda da eleştirebiliriz ancak bu sözünün önemli bir yere sahip olduğunu asla göz ardı edemeyiz. Çünkü bu söylemler %13’lük bir destekle meclise girebilmesini sağlamıştır.

“Vatan, millet, Sakarya!” savunucusu MHP, AKP ile birlikte bir savaş hükümeti kurmanın yollarını arıyor. “Ülkesini gerçekten savunduğunu” iddia eden bir partinin ülkede kardeşi kardeşe düşürecek söylemlerde bulunup, kargaşa yaratmaya çalışması ciddi anlamda sorgulanmalıdır. Kürt halkını, yıllarca ülkeyi parçalamaya çalışmakla suçlayanlar bugün HDP'nin “ülke bütünlüğünü” MHP'den daha çok savunduğunu görmek zorundalar. Her yerde, her platforma Türkiyelileşme olarak bahsettikleri oluşumu hala anlamayanlar, savaş çığırtkanlığından başka bir şey yapmıyorlar. Sokaklarda Kürt, Ermeni, Alevi, LGBTİ avına çıkmış şovenistlerle ülke çok daha kanlı olacaktır. Zaten kandan beslenen bu kafaların istediklerini vermemek ve buna karşı savaşmak biz Marksistlerin en önemli görevlerinden biridir.

Bugün Kobanê’de ve sınırda yaşanan katliamlara sessiz kalmak, “onlar Kürt, bizden değil” demek ülkeyi tam bir kaosa sürükleyecektir. Yanı başımızda katliamlarını sürdüren ve elini kolunu sallaya sallaya, TC askerlerinin gözü önünde mayın döşeyen (4) katil IŞİD’in ortak düşman olduğu bilinmelidir. Kışkırtma ve yalan haberlerle oradaki halkı ve toprakları canı pahasına koruyanlara karşı nefret ve linç kampanyası başlatanlar bunun bedelini çok ağır ödeyecekler ve maalesef bize de ödeteceklerdir. İçimize yıllardır yerleştirilen nefret tohumlarından bir an önce vazgeçmeli, halkların kardeşliğine sahip çıkmalıyız.

Biji Bratiya Gelan!
Yaşasın Halkların Kardeşliği!
Kobanê’de düşene, dövüşene bin selam!


                                                                                                           İstanbul'dan İMD'li bir işçi

Kaynak:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder