-Suçun ne?
-Düşünce!
-Ukalalık etme!
Bugün
İMD olarak bir film gösterimi düzenledik: Uçurtmayı Vurmasınlar. 1989 yapımı,
Tunç Başaran yönetmenliğindeki bir film. Aldığı pek çok ödülün yanı sıra
Türkiye’nin ilk Oscar aday adayı olan filmiymiş. Kadınlar hapishanesinde doğup
büyüyen küçük bir çocuk-Barış üzerinden hapishane koşulları anlatılıyor. Kör
göze parmak şeklinde değil de ince ince, neredeyse sezgiye bırakılarak politik
mesajlar veriliyor. Yıldızlara bakmaya hasret kadınlar; af çıkma ihtimali
karşısında göbek atan kadınlar; “Dışarısı burası mı?” diyen Barış; hemen her
sahnede özgürlük vurgusu; uçurtma çizerek, iyileşen kuşu serbest bırakarak
tutsaklığa naif başkaldırılar.
Emrah
Serbes bir yerlerde yazmış ki “Özgürlük daha çok bir his…” Bir öğrenci bu hissi
en iyi sınav dönemlerinin bitişinden, çalışanlarsa mesai saati bitiminden
tanır. Hapishanede kalmış biri muhtemelen oradan çıkış anından, uçağa ilk kez
binen biri bulutları görüş anından, Gezi’ye katılmış biri Gezi’nin ilk günü
parktan Taksim Meydanı’na bakışından, HDP’nin barajı geçmesini çok isteyen bir
müşahit eve döndüğünde yüzde on ikilik oy oranıyla karşılaşmasından tanır. Gündelik
hayatın içinde dahi öylesine özlenen bir şey ki özgürlük; böyle bazı anlarda
somutlaşıyor, atmosferin içinde bir yerlerde olup bir solukla içine
çekilebilecek hali alıyor.
“Öyle çok
güzellik var ki dünyada, dayanamayacağımı hissediyorum…ve kalbim içime
kapanacak!”*
Bu
replik; beyaz, sıradan bir poşetin rüzgârda uçma sahnesinde söylenir. Bu
sahneyi izledikten sonra Rize’deki köyümüze gittiğimde beyaz badanası soyulmaya
yüz tutmuş ahşap pencereden önümde uzanan yemyeşil çay tarlasına baktım da
baktım, her gittiğimde hâlâ bakarım, “Öyle
çok güzellik var ki dünyada…” cümlesi kafamda yankılana yankılana.
Çok
fazla güzelliğin, çok fazla özgürlüğün olduğu bu dünyada biz o güzelliği yaratan
ama tadını çıkaramayanlar olmaya, özgürlüğümüzü bize izin verilen oranda
yaşamaya mahkûm muyuz? En mavi en engin denizlerin, en yeşil tarlaların, Galata
Kulesi’nin dibinin, Gezi Parkı’nın, üçüncü köprü güzergâhının, üniversite
kampüslerinin, uzayın bir yerlerindeki yıldızların dahi; her birinin ya sahipleri
var ya da birileri her geçen gün buraları sahipleniyor. En güzel barınaklar, en güzel yiyecekler, en
güzel kıyafetler belirli ellerde toplanıyor. Bütün bunların asıl yapıcıları
olarak bize ne kalıyor? Yemyeşil çay tarlasının güzelliğinden bütün gün güneş
altında orada çay toplayan işçiye güneş lekesinden, artan cilt kanseri riskinden
başka ne kalıyor?
Ellerimizi
bir araya getirsek oradan bir yumruk doğar,
merkezine vurduğumuzda dünyanın eksenini kaydıracak bir yumruk. Bütün
güzellikleri yerle bir edenlere, uçurtma için “Vurun!” emrini verenlere hem
ekmek hem de gül istediğimizi gösterecek bu yumruğumuzla, tek elde toplanan
özgürlüğü de tek elde toplanan güzellikleri de ele geçireceğimiz bir gün
gelecek. O gün geldiğinde; “Dünyayı
güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey.”
“Devrim yaptığımız zaman çok güzel olacak her
şey, çünkü ben bu devrime güzelliğimi verdim.”**
İMD’li Bir Tıp Öğrencisi
* American Beauty filminden.
** 2000 yılında
Hayata Dönüş Operasyonu’nda yüzü büyük oranda yanan Hacer ARIKAN’ın bir sözü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder