8 Temmuz 2015 Çarşamba

Başka Bir Dünya Mümkün

-Suçun ne?
-Düşünce!
-Ukalalık etme!

Bugün İMD olarak bir film gösterimi düzenledik: Uçurtmayı Vurmasınlar. 1989 yapımı, Tunç Başaran yönetmenliğindeki bir film. Aldığı pek çok ödülün yanı sıra Türkiye’nin ilk Oscar aday adayı olan filmiymiş. Kadınlar hapishanesinde doğup büyüyen küçük bir çocuk-Barış üzerinden hapishane koşulları anlatılıyor. Kör göze parmak şeklinde değil de ince ince, neredeyse sezgiye bırakılarak politik mesajlar veriliyor. Yıldızlara bakmaya hasret kadınlar; af çıkma ihtimali karşısında göbek atan kadınlar; “Dışarısı burası mı?” diyen Barış; hemen her sahnede özgürlük vurgusu; uçurtma çizerek, iyileşen kuşu serbest bırakarak tutsaklığa naif başkaldırılar.

Emrah Serbes bir yerlerde yazmış ki “Özgürlük daha çok bir his…” Bir öğrenci bu hissi en iyi sınav dönemlerinin bitişinden, çalışanlarsa mesai saati bitiminden tanır. Hapishanede kalmış biri muhtemelen oradan çıkış anından, uçağa ilk kez binen biri bulutları görüş anından, Gezi’ye katılmış biri Gezi’nin ilk günü parktan Taksim Meydanı’na bakışından, HDP’nin barajı geçmesini çok isteyen bir müşahit eve döndüğünde yüzde on ikilik oy oranıyla karşılaşmasından tanır. Gündelik hayatın içinde dahi öylesine özlenen bir şey ki özgürlük; böyle bazı anlarda somutlaşıyor, atmosferin içinde bir yerlerde olup bir solukla içine çekilebilecek hali alıyor.

“Öyle çok güzellik var ki dünyada, dayanamayacağımı hissediyorum…ve kalbim içime kapanacak!”*

Bu replik; beyaz, sıradan bir poşetin rüzgârda uçma sahnesinde söylenir. Bu sahneyi izledikten sonra Rize’deki köyümüze gittiğimde beyaz badanası soyulmaya yüz tutmuş ahşap pencereden önümde uzanan yemyeşil çay tarlasına baktım da baktım, her gittiğimde hâlâ bakarım, “Öyle çok güzellik var ki dünyada…” cümlesi kafamda yankılana yankılana.

Çok fazla güzelliğin, çok fazla özgürlüğün olduğu bu dünyada biz o güzelliği yaratan ama tadını çıkaramayanlar olmaya, özgürlüğümüzü bize izin verilen oranda yaşamaya mahkûm muyuz? En mavi en engin denizlerin, en yeşil tarlaların, Galata Kulesi’nin dibinin, Gezi Parkı’nın, üçüncü köprü güzergâhının, üniversite kampüslerinin, uzayın bir yerlerindeki yıldızların dahi; her birinin ya sahipleri var ya da birileri her geçen gün buraları sahipleniyor.  En güzel barınaklar, en güzel yiyecekler, en güzel kıyafetler belirli ellerde toplanıyor. Bütün bunların asıl yapıcıları olarak bize ne kalıyor? Yemyeşil çay tarlasının güzelliğinden bütün gün güneş altında orada çay toplayan işçiye güneş lekesinden, artan cilt kanseri riskinden başka ne kalıyor?

Ellerimizi bir araya getirsek oradan bir yumruk doğar,  merkezine vurduğumuzda dünyanın eksenini kaydıracak bir yumruk. Bütün güzellikleri yerle bir edenlere, uçurtma için “Vurun!” emrini verenlere hem ekmek hem de gül istediğimizi gösterecek bu yumruğumuzla, tek elde toplanan özgürlüğü de tek elde toplanan güzellikleri de ele geçireceğimiz bir gün gelecek. O gün geldiğinde; “Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey.

 “Devrim yaptığımız zaman çok güzel olacak her şey, çünkü ben bu devrime güzelliğimi verdim.”**

                                                                                               
İMD’li Bir Tıp Öğrencisi
                                                                                                 
* American Beauty filminden.
** 2000 yılında Hayata Dönüş Operasyonu’nda yüzü büyük oranda yanan Hacer ARIKAN’ın bir sözü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder