Geçen hafta
Bertolt Brecht’in Carrar Ana’nın
Silahları adlı oyuna gittik dernekçe. “Kısa ama öz” denilen cinsten bir
anlatım izledik. Oyun İspanya İç Savaşı günlerini bir annenin gözünden
aktarmaya çalışıyor. Oyunun ayrıntılı değerlendirmesine Militan’dan ulaşılabilir.
Ben burada kendi hissettiğim duygulardan bahsedeceğim.
İspanya İç
Savaşı benim için hep heyecan verici bir olay oldu. Her bahis konusu olduğunda
bir heyecan kaplıyor içimi. “O günlerde olsaydım?” sorusuna kaptırıveriyorum
kendimi…
Çeşitli
muhakemeler geliyor insanın aklına. Faşist Franco’nun ordusuna karşı, İspanya
proletaryası ve enternasyonalist yoldaşları -Stalinist diktatörlüğün elinde can
çekişen işçi devriminin seyirciliğinde- bir ölüm kalım savaşı veriyor. Tabloyu
anarşistlerin, o üstünü kazıdığınızda ortaya çıkan kesif liberalizm kokusu
tamamlıyor. Bu şartlar altında “ben olsaydım ne yapardım?” diyorum hep kendi
kendime.
Toprak ve Özgürlük (Land and Freedom) filminde olduğu gibi “ben de cepheye giderdim”
diye cevaplıyorum bu soruyu. Öyle ya da böyle mutlaka orada olmak
isterdim. Yaşamı, yaşamayı ciddiye alarak, severek giderdim. Nazım’ın
bahsettiği gibi:
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani, o derece, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut, kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de, hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel,
en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.
yani, o derece, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut, kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de, hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel,
en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.
İşte ben,
devrimciliğin en parlak noktasının, o hiç tanımadığın, yüzünü bile görmediğin
insanları düşünerek kavgaya atılmak olduğunu düşünüyorum. Ekim Devrimi’nin
yıldönümü olan bugün nice devrimci savaşta beraber çarpışmak dileğiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder