19 Aralık 2012 Çarşamba

Maraş Katliamı: "Bebeleri Bile Vurdular"

1978 Maraş katliamı, tıpkı Malatya ve Sivas'ta olduğu gibi, önceden haber verilerek gerçekleştirildi. Bunun en bariz örneği, evlerin aylar öncesinden çeşitli bahanelerle işaretlenmiş olmasıydı. 19 Aralık’ta ülkücülerin bulunduğu bir sinemaya bizzat ülkücüler tarafından bomba koyulmasıyla başlayan olaylar günlerce devam etmiş, önce iki solcu öğretmen öldürülmüş, ardından cenazelerde olaylar çıkarılmış, askerin ve polisin, dahası diğer devlet güçlerinin müdahale etmediği, tersine faşistlere destek verdiği olaylar giderek tırmanmış ve 23-24 Aralık’ta tepe noktasına varmıştır. Hedefte yine solcular ve Aleviler vardır. 
Bugün ortalıkta PKK’nin çocuk-bebek katilliğinden, tecavüzcülüğünden dem vurarak prim toplamaya çalışan faşistler, en büyük iğrençliklere başvurdular. Çocukları katlettiler, kadınlara tecavüz ettiler, hamile kadınların karınlarını deştiler, insanları diri diri yaktılar ya da linç ettiler. Üstelik tüm bunlar gizli saklı değil, ayan beyan ortadadır. Öyle ki düzen gazetesi Hürriyet dahi, “Bebeleri bile vurdular” diye manşet atmıştır.
Beş gün süren katliama devlet seyirci kalır (hattâ yıllar sonra, katliamcıların başını milletvekili yaparak ödüllendirecektir). Bugün kitlelere “umut” diye pazarlanan Kılıçdaroğlu’nun ağababası olan başbakan Ecevit’in içişleri bakanı suçu solculara atar ve faşistlerle işbirliği yapar. 
Olayların sonunda korkunç bir tablo ortaya çıkmıştır: Resmi rakamlara göre 11 kişi ölmüş, binin üstünde kişi yaralanmış, yine binin üstünde ev ve işyeri tahrip edilmiş, yakıp yıkılmıştır. Fakat gerçek rakamların bunun çok üstünde olduğu, ölü sayısının yüzlerle ifade edildiği biliniyor. Olayların ardından Alevi nüfusunun çoğunluğu Maraş’ı terk etmek zorunda kalmış, devlet de çeşitli illerde sıkıyönetim ilan etmiştir.
Maraş katliamının sorumlusu "derin devlet" ya da "Ergenekon" değil, burjuvazinin ve onun iktidar organı olan burjuva devletin ta kendisidir. Ergenekon’u 12 Eylül öncesine dayandıranlar, 12 Eylül öncesindeki tüm resmi ve yarı-resmi katliamları bu devletin içindeki bir odağın, “derin devlet”in üzerine yıkarak, bizatihi yüzeyde olan devleti ve burjuvaziyi aklamaya çalışmaktadırlar. Buna gerekçe olarak da, kişilerin, yöntemlerin, örgütlenme ya da eylem tarzlarının vb. hemen hemen aynı olması gösterilmektedir.
Oysa bu benzerliğe karşın arada çok temel bir fark vardır: 12 Eylül öncesindeki (ve sonrasındaki) karşıdevrimci, kontrgerillacı örgütlenme burjuvazinin tamamının desteğini arkasına almıştı. Bu işleri yapan “derin devlet” değil, devletin ta kendisiydi. Burjuvazinin içinde o dönemde yirmibirinci yüzyıla girerken olduğu gibi bir bölünme yoktu. Dahası bölünme olsa bile, burjuvazi bu bölünmeyle uğraşamayacak kadar “meşgul”dü: Tabandan bastıran devrimci işçi hareketi burjuvaziyi daha da yekpare hale getirmişti. O dönemki “Ergenekon”, devletin ve burjuvazinin ta kendisiydi, onun icazetiyle iş görüyor ve sermayenin, ulusal ve uluslararası sermayenin ihtiyaçlarına yanıt veriyordu.
Kaynak ve daha fazlası için, bkz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder