23 Aralık 2011 Cuma

Dağhan Irak-Ece Temelkuran Tartışması

Dağhan Irak geçtiğimiz günlerde Ece Temelkuran’ın “Bir Gün Herkes Banu Güven Olacak” adlı yazısını sınıfsal açıdan eleştiren çok güzel bir yazı kaleme aldı. “Ece Hanım’ın ‘Herkes’i” başlıklı bu yazı, takip edebildiğimiz kadarıyla, önce Birgün’ün internet sitesinde yayınlandı. Sonra, ne olduysa oldu, yazının Birgün gazetesinin sitesinden kaldırıldığı söylendi. Dağhan Irak bu iddiayı bizzat dile getirdi. “Ece Temelkuran hakkındaki yazım BirGün web sitesinden kaldırtılmış. Yorum yapmıyorum.” Sonrasında yazıya giden linklerin kaldırıldığı ortaya çıktı ve ikrar edildi. Böylece Irak’ın yazısı sansürlenmiş oluyordu. Kendisi bunun üzerine, Birgün’den istifa ettiğini açıkladı.
Ardından devreye Ece Temelkuran girdi. Twitter hesabından şöyle yazdı: “Aferin Dağhan! Aferin genç kardeşim! Bugünlerde bize gereken tam da bu bakış açısı! Ellerin dert görmesin!”  Temelkuran’ın bu “üstten”, lütufkâr cevabına Dağhan Irak twitter hesabından uygun cevapları verdiği için, biz burada birkaç şey söyleyip, meselenin diğer kısımlarına odaklanalım. 
Burjuva medyada yazan ve muhalif kimliğiyle bilinen bir yazarın, kendisi kadar meşhur olamamış ama kendisinden çok daha birikimli olduğunu gösteren birine böyle muktedirlerin diliyle yanıt vermesi (“Aferin”e mi yanarsınız, “genç kardeşim”e mi?!) bugünkü keskin kamplaşma döneminde oldukları yerden daha sola savrulmuş ya da savrulmak zorunda kalmış kişilere devrimci hareketin boyundan büyük anlamlar yüklememesi için çok iyi bir sinyal ve uyarıdır.
Tıpkı 12 Eylül öncesinde olduğu gibi, iktidarın bunaltıcı saldırılarının olduğu, iktidarın lafta değil, gerçekten taraf olmaya çağırdığı, aksi takdirde bertaraf olmakla tehdit ettiği bir dönemde saflar netleşir, saf tutmayanlar saf tutmak zorunda kalırlar (istisnalar olacaktır elbette). Türkiye’de bugün de olan budur. Muktedir AKP’nin ablukası safları keskinleştirmiştir. Böyle bir durumda, yanlış safta olmayanları eleştiriden muaf tutmaya çalışmak, en büyük yanlış olacaktır. Bu yanlışın büyüklüğünü anlamak için, 12 Eylül öncesinde “solcu”, “devrimci” olan aydınların sonrasındaki hali pürmelâline bakmak yeterlidir. İktidarın saldırıları her zaman olur, aslolan içeriyi sağlam tutmaktır! Bunu yapmak eylemde birliğe zarar vermez, aksine güçlendirir!
Yapılması gereken, yanlış tarafta saf tutmayacak basireti göstermiş kişilerin eksikliklerine, yanlışlarına göz kapamak değil, bunları yapıcı bir şekilde eleştirmektir; iflah olmaz düzeydeki kişilere ise prim vermemektir. Sol ya da devrimci hareket farklılıkların üstünü örterek birleşemez. Sonuçta sol (devrimci sol) dediğimiz kesimin içinde, bugün sansürü savunan da var, Tek-Gıda İş başkanını savunup ağırlayan da var, Esad’ı savunan (yani yarın Erdoğan’ı da savunabilecek olan) da var… Bu kesimlerin ayrı durması birleşmesinden evladır!
Öte yandan Dağhan Irak-Ece Temelkuran tartışmasının teorik çıkarım açısından bir önemi daha var. Dağhan Irak tartışma sırasında konuyu sürekli (ve haklı) olarak gazeteciler arasındaki sınıf farklılıklarına çekmiştir. Sorunun kaynağında gerçekten de bu vardır: Aynı meslekte olan ama ayrı sınıflara mensup kişilerin tartışmasından bahsediyoruz.
Bu da bir kez daha gösteriyor ki, aynı mesleklere sahip insanlar her zaman aynı sınıfa mensup değildir ve dolayısıyla ekonomik örgütleri de aynı olmamalıdır. Yalnızca gazetecilerde değil, doktor, avukat, mühendis vb. birçok meslekte bu durum söz konusudur. Her doktorun, her avukatın aynı örgütte (meslek birliği ya da baro) örgütlenmesi çelişkidir. Doktor var, işgücünü satmaktan başka çaresi yok: İşçidir. Doktor var, hem çalışıyor hem de muayenesi var(dı) ya da hastane ortağı: Küçük burjuvadır. Doktor var, hastane sahibi: Burjuva.
Bunların aynı çıkarlara sahip olacağını düşünemeyiz. Oysa aynı sınıf çıkarlarına sahip kesimler aynı ekonomik örgütlerde yer alırlar. Tabipler odası gibi örgütler bu nedenle mücadele açısından (bugün için) yararlı olabilmekle birlikte, aynı zamanda ön tıkayıcıdır. Meslek örgütleri siyasi görüşe göre ("solcu" gazeteci, düzen yanlısı şeklinde) değil, toplumsal durumuna göre belirlenmeli. Hâsılı, işçilere meslek örgütleri (kökensel anlamıyla "trade-union") değil, sendika lazım! Aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere!  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder